Futbola ilgim ve sevgim küçük yaşlarımda başladı. Hatta o kadar küçüktüm ki, salondaki lambalı koskocaman radyodan yankılanan spikerin heyecanlı sesi, “top kale alanında” diye haykırdıkça, hayalimde Rumeli Hisarı’na benzer bir yapının karşısında konuşlanmış bir top arabasını canlandırırdım. Sıkı bir Fenerbahçe taraftarı olan babama inat, o günlerde sarı kırmızılı takımı tutardım, yani Galatasaraylı idim.
Fenerbahçe fanatikliğim ise annemin yeni eşinin, yani cici babamın Galatasaraylı olduğunu öğrenmemle tetiklendi. O gün ani bir kararla kendi kendimi Cimbom’dan Sarı Kanaryalara transfer ettim. Sonrasında, yeryüzündeki hemen her alandaki “dönekler” gibi ben de iflah olmaz bir Fenerbahçe fanatiği oldum! Takımım kazandıkça dünyalar benim oluyor, kaybettiği zamanlarda kahrımdan ağlıyor, uykularım kaçıyordu. Fenerbahçe her daim kazansın istiyordum!
Fenerbahçe tutkumun en önemli etkenlerinden biri de şüphesiz futbol takımının niteliğiydi. Kimler yoktu ki kadroda? Kalede Şükrü Ersoy, bekler Hacıyatmaz Nedim (Günar) ile Mehmetçik Basri (Dirimlili), ileride Küçük Fikret (Kırcan), Şeref Has, sonradan Sinyor Bartu olarak İtalya’da ün yapacak Can Bartu ve de Ordinaryüs Lefter (Küçükantonyadis) ezberden sayabildiklerim. Kendimi hâlâ, o zamanki adıyla Mithatpaşa Stadyumu’nda, bu takımı seyretmiş şanslı taraftarlardan sayarım. Yıllardır hep bir ağızdan söylenen, Ercan Saatçi ile Fecri Ebcioğlu ürünü Yaşa Fenerbahçe marşının dizesindeki "Cihatlar, Lefterler, Canlar, Fikretler" bu kadrodaydı, Uçan Kaleci lakaplı Cihat Arman’ın haricinde…
Sahada izleme şansına erişemediğim Cihat Arman, Fenerbahçe kalesini korurken sarı bir forma giydiğinden hayranları tarafından uçan bir kanaryaya benzetilirmiş. Kulübün sevimli sarı kanarya simgesinin kaynağı meğer 1939 - 1953 yıllarındaki bu süper kale bekçisiymiş.
Bu arada, Lefter için ayrı bir paragraf açmam gerekiyor. Gerek radyoda maç anlatılırken, gerekse stadyumda müsabakayı izlerken, top her Lefter’in ayağına değdiğinde bambaşka bir heyecan sarardı içimi. Hele de gol olunca, babamla birlikte havalara sıçrar, yeri göğü inletirdik. Babam, sevinç tezahüratının hemen ardından elindeki sanal deftere bir şeyler karalarmış gibi yapar, “Ver Lefter’e, yaz deftere” diyerek başımı okşardı. Bu tekerlemeyi çok severdim. Takım atağa geçer geçmez hançeremi yırtarcasına bağırırdım: “Verin Leftere, yazsın deftere!”
Profesörlerin hocası anlamına gelen “ordinaryüs” ünvanına sahip Lefter’in hayranları sadece Fenerlilerden oluşmuyordu. O zamanlar Galatasaray ve Beşiktaş taraftarları bile Lefter’i severdi. Nitekim Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun İstanbul Destanı başlıklı şiirinde şu diziler yer alır:
“İstanbul deyince aklıma
Stadyum gelir
Kanımın karıştığını duyarım ılık ılık
Memleketimin insanlarına
Daha fazla sokulmak isterim yanlarına
Ben de bağırırım birlikte
Avazım çıktığı kadar
Göğsümü gere gere
Ver Lefter’e yaz deftere.”
Bugün aklımda yer etmiş tek kadro o değil elbette. Şenol - Birol Gol sloganıyla birlikte Beşiktaş’tan transfer ettiğimiz Şenol Birol ile Birol Peker’in başrolü paylaştıkları, Ogün, Aydın, Şükrü, Selim takviyeli efsane 1963/64 kadrosu da vardır. Bu takımla Avrupa Kupası çeyrek finaline kadar uzanmamız, ancak tarafsız sahada oynanan ve yine radyodan dinlediğim üçüncü maçın son dakikalarında yediğimiz golle elenmemiz hâlâ kabusumdur.
Bir başka efsane kadroysa, Didi’nin yönetimindeki Datcu’lu, Cemil’li, Alpaslan’lı, Serkan’lı Osman’lı, Ender’li takımdı. 1973-74 sezonunu iki kupayla bitirmişlerdi. Didi, takıma yepyeni bir enerji getirmişti. Cemil Turan ise ayağına her top gelişinde vites yükseltiyor, süratiyle seyirciyi kendinden geçiriyordu! Takım bir sonraki sezonda da aynı başarıyı sürdürmüştü.
1988-89 sezonunun kadrosu ise 103 gol atarak Türkiye ligi tarihinde rekor kırmıştı. Çocukluğundan beri Fenerbahçe taraftarı olduğunu ilan eden Şeytan lakaplı Rıdvan Dilmen’li o kadronun kalesini Toni Schumacher korurken Aykut Kocaman, Oğuz Çetin gibi klas oyuncular takıma ayrı bir renk katıyordu. O sezon Aykut Kocaman 29 golle gol kralı olurken, Rıdvan Dilmen 19 gol atıp, 41 gol attırmıştı.
Didi’den yıllar sonra bir diğer Brezilya efsanesi, Beyaz Pelé, Japonların Futbolun Tanrısı ünvanına layık gördükleri Arthur Antunes Coimbra, kısa adıyla Zico, 2006 - 2008 yıllarında Fenerbahçe’ye bir kez daha coşkulu günler yaşatmıştı. Alex’in kaptanlığında ve takımdaki ‘sambacıların’ ağırlığı sayesinde bir Brezilya takımı kıvamındaki Fenerbahçe, Şampiyonlar liginde PSV, Anderlecht, CSKA Moskova, Sevilla gibi takımları eledikten sonra, çeyrek finalde Chelsea’yi ilk maçta 2-1 yenmiş, ancak İngiltere’de 2-0 yenilerek kupaya veda etmiş, beni de yeniden üzüntülere gark etmişti.
Bilmiyordum, meğer bunlar güzel günlerimizmiş! Kızımdan torunum 2008 doğumludur; biraz damadımın etkisi, biraz da oturdukları semtin (Teşvikiye) stadyuma yakınlığı nedeniyle Beşiktaşlı oldu, müdahale edemedim. Fakat oğlumdan torunlarım facia! Onları devşirmek için rahmetli dünürümle birlikte az uğraşmadık. Sarı kanarya maskotları, pelüş oyuncaklar, formalar, şapkalar, toplar… rüşvet fayda etmedi, Fenerbahçe’nin şampiyonluğunu hiç görmemiş bu ikisinin sarı kırmızı formalarını değiştiremedik. Artık on iki yaşındakinden umudu kestim. Yedi yaşındaki için henüz geç değil. 5-2'lik Feyenoord maçıyla birlikte Kadıköy ruhu canlanıverdi. Bu satırlar yazıldığında Benfica maçı henüz oynanmamıştı. Lig ise yeni başladı, belli olmaz, bu yıl futbolda şampiyonluk gelirse, bir ihtimal basketbola da meraklı ufaklığı ikna ederim. Fakat işim zor; takımda Cihat, Lefter, Can, Cemil, Rıdvan, Aykut, Alex kıvamında çocukta heyecan uyandıracak bir figür göremiyorum. Aslında biri vardı, fakat onu Real Madrid’e kaptırdık!
Boynumda eğreti duran bir kravat, üzerimde yazlık ceket, elimde renk renk kravatlarla dolu bir karton kutu, vestiyerin önünde dikilmiş, nişan davetimize icabet eden arkadaşlarımızı karşılıyordum. Yıllardan 1974, günlerden 28 Temmuz’du. Hava öylesine sıcaktı ki, astarsız olmasına rağmen “yüz kilo” çeken ceketimin içinde buram buram terliyordum. Arka ...
Tuhaf bir soru değil mi? Yanıtlamadan önce neden böyle bir başlığa gerek duyduğumu anlatayım. Takip edenler bilir, 2025 yılının başından beri bu köşedeki yazılarımın konuları Kadıköy semti ve tanış olduğum kimi Kadıköylüler hakkındaydı. Bu ay istisna yapmamın nedeniyse bir okur mektubu. Okurlardan gelen e-postaları genellikle özelden yanıtlarım, ...
“Semtin ikonik isimleri varmış. Peki, şimdi var mı öyle kişiler? Misal bundan 50 yıl sonra biri Moda’yı yazsa, bahsedecek isim bulabilir mi? Güzel bir soru! “Yok, azalıyor, kalmayacak” desem -ki muhtemelen beklenti o yönde- geçmişe özlem duyan, değişim karşıtı “dinozorlar” sınıfına hoşgeldiniz! “Var, Moda’nın semt kimliği köklüdür, sağlamdır, he ...
Siz hiç gökyüzünü mora boyadınız mı? Ya da denizleri papaya turuncusuna? Ağaçların yapraklarını burgonya bordosuna, insanların suratlarını çağla yeşiline? Küçükken öyle yapardım. Nedense ergenliğe ulaştığımda anlaşıldı renkleri ayırt edemediğim. Ama o zamana kadar resimlerimi kasten, sırf muzırlık olsun diye bozduğumu zanneden ilkokul öğretmenimden ...
Hani tv’deki durum komedilerinde (sitcom), aile içinde mutlaka muzip bir kardeş, enişte, kayınço ya da bacanak ön plana çıkar ya, her daim pozitif enerjiyle yüklü, bulunduğu ortamı neşelendirip hareketlendiren, herkes tarafından sevilen, müstesna bir kişilik… rahmetli bacanağım tam da böyleydi işte, çocuk tarafını canlı tutmayı başaranlardan! An ...
Bundan yıllar önce, ikinci ile üçüncü cemre arasındaki günlerden bir sabah, Yaren leyleğin atalarından biri, koordinatları iyi ayarlayamamış olmalı ki, su ile toprak sınırındaki bir yere bırakıvermiş beni! Balık burcunda doğanlar biraz böyledir işte, kâh suda, kâh karada. Bugünlerde herkes güzel umutlarla baharın gelişini gözlerken, ben heyecanl ...
Kadıköy yepyeni bir değer kazandı! Yılın ilk günlerinde Moda’da açılan Turhan Selçuk Kültür Evi’nden söz ediyorum. Bence Türk karikatür tarihinde üç önemli mihenk taşı vardır: Cemil Cem, Cemal Nadir ve Turhan Selçuk. Cemil Cem (1882 -1950), editoryal denilen modern gazete karikatürünün babasıdır. Cemal Nadir Güler (1902 - 1947) Türk karikatürün ...
Kim derdi ki günün birinde onun yazdığı gazetede, belki de onun köşesine kurulup Kadıköy yazıları yazacağımı? Moda çay bahçesinde buluştuğumuz günü hatırlıyorum. Bana yeni projesinden söz etmişti. Sıradan insanları izliyor, portrelerini hafızasına kazırken zihninde hikâyelerini kurguluyordu. Hatta bazen fotoğraflarını bile çekiyordu. Aslında kal ...