Suriçi’nde zaman

01 Ağustos 2025 - 09:00

Hagop Baronyan, “İstanbul Mahallerinde Bir Gezinti” adlı kitabında “Samatyalılar kırmızıyı yalnız Paskalya yumurtasında görmek isterler” diyerek bizi uyarsa da fazla dikkate almayın. Kaldırımları, caddeleri, sokakları allar kuşanıp gezseniz bile, kendi hâlinde olmayı sanat haline getirmeyi başarabilmiş Samatyalılar size dönüp bakmayacaktır. İstanbul’da lodos en sert Samatya sahilinden hissedilir. Biraz dikkatli olursanız semte sinmiş Ortodoks havayı da hissedebilirsiniz. Hem de her şeye rağmen. Öyleyse bırakalım onlar anlatsın; denizin dibindeki haç, bayramlık gömlekteki sabun kokusu, kış için hazırlanan reçellerin konduğu büfe, aynalı bir dolap, pencereyi saran sarmaşık, ölünün çantasından çıkan ayna... Samatya’yı konuşmanın sırasıdır.

Yönetmen ve sosyal girişimci Erdil Onur Kocatürk de böyle düşünenlerden. 2017 yılından beri Samatya odaklı, Suriçi İstanbulu üzerine çalışıyor. İlk olarak “Mahallem Samatya” adlı hafıza projesiyle yola çıktı. Bu proje, semtin gündelik hayatına, hatıralarına ve seslerine odaklanan yerel bir hafıza arşivi oluşturdu. Ardından, Samatya’daki Ermeni topluluğunun kültürel mirasına odaklanan “Ailem Sahakyan: Samatya Sahakyan Korosu” adlı belgesel filmi çekti. Bu çalışmalar zamanla mahalle sınırlarını aştı ve daha geniş bir kolektif yapıya dönüştü. Bugün bu yapı, Suriçi Topluluğu adıyla anılıyor. Mahallem Samatya’nın daha geniş ölçekli, daha kolektif ve katılımcı bir devamı olan bu topluluk, Tarihi Yarımada’nın farklı köşelerinden insanları, anlatıları ve mekânları bir araya getiriyor. İnsanlar ve anlatıları etrafında şekillenen topluluk, benzer yaşam koşullarının, aynı dünya ağrısının girdabında dönen Suriçililerin hikâyesine odaklanıyor. İnsanları ve mekânları sadece ünlüler arasından değil, çoğunluğu oluşturan ve o ana kadar bilinir olmayanlar arasından seçiyor. Kimler kimler yok ki… Bir Vedat Türkali kahramanından eksik hiçbir yanı olmayan, “Entelektüel Kahveci” Varujan’dan, Kazlıçeşme deri fabrikasının 70’li yıllardaki işçi temsilcisi Seyithan’a; eski İstanbul kibarı, alkolik, Ringo Celal’den, Samatya’nın “Atlı Gringo”su Aktör Cengiz’e; Beyazıt’ın çınarı Hüseyin Avni Dede’den, iki yüz yıllık Samatyalı Yetvart Yılmaz’a… Hepsi birarada güzel, hepsi Suriçi’nde anlamlı… Çoktandır unuttuğumuz kapı önü akşamlarını mı hatırlatmazlar, alıp başını gitmeyi mi… Evet, Suriçi’nin bir karmaşası var, bu belli! Fakat rahatsız etmiyor. Uzun bir yolda küçülmüş gölgenizle karşılaşmak gibi bir his bırakıp geçiyor.

Suriçi Topluluğu, insanları olduğu kadar, mekânları da ucundan kıyısından yakalamayı başarıyor. Artık yerinde yeller esen pek çok mekânı burada görebilirsiniz. Örneğin ilgilisinin mahalleyle ilgili pek çok belgeselden, sözlü tarih çalışmasından tanıdığı Varujan Bey ve meşhur kahvehanesi! Samatya’da yakın zamana kadar çaylar Varujan’ın kahvesinde içilirdi. Sahibi tarih bilgisi ile herkesi şaşırtırdı. Gazetecilerin, edebiyatçıların, üniversite öğrencilerinin, sıradan vatandaşın biraraya geldiği yerdi. Varujan Bey’in kahvesinde yapılan son çekim de Suriçi Topluluğu’nun çalışmaları arasında yer alıyor. Topluluk, insan ve mekânı kayıt altına alarak, sokağın belleğini görselleştiriyor. Bu belleğin içini insanların özgün yaşamlarıyla, onları anlamlı yapan ilişkileriyle doldurarak tarihselleştiriyor. Anlatıların pek çoğu kişisel algıları yansıtmakla birlikte, görüşmeler üzerinden, nesilden nesile aktarılan tanıklıklar ve deneyimler aracılığıyla kültürel belleğin farklı boyutlarını anlamak olanaklı hâle geliyor. Böylece tarihsel süreçte önemli olaylara tanıklık etmiş, farklı kültürlerin içinde yaşamış sıradan insanların anıları korunmuş, sonraki kuşaklara aktarılmış oluyor.

Topluluğun ilk katılımcılara açık buluşması ise 31 Ağustos Pazar tarihinde gerçekleşecek. Yer, Suriçi’nin gözden kaçan hazinelerinden biri: Yedikule’deki tarihi Rum Okulu. Bu tanışma buluşması, hem yürütülen hafıza çalışmalarını paylaşmak hem de yeni katılımlara alan açmak amacı taşıyor. Dinlemek isteyenler de anlatmak isteyenler de davetli. Çünkü topluluk, hatırlamanın da, kayda geçirmenin de tek başına yapılmadığına inanıyor.

Hayatın karmaşık sokaklarında yolunuzu kaybedersiniz, Suriçi Topluluğu’na uğrayın. Bir çıkış bulabilirsiniz. Olur ya, belki de yolunuzu tümüyle yitirmek istiyorsunuzdur… O zaman Sur diplerinden yürüyün. Bir yağmur sizi dağıtacak!

 

Yazarın Diğer Yazıları

Zargana Enver Sandalı

Bu vakitlerde değil de sonbaharın ilk günleri,  Eylül ikindileri, palamutların yeni yeni çıktığı, manav tezgahlarının yemyeşil taze otlarla donandığı zaman Ada mevsimi başlar. İyot, çivit ve tuzdan ibaret Ada evlerinin beklenmeyen konuğuysanız, o tuzdan bir parça yakanıza siner, bir daha da çıkmaz. Yazdan kalma son sıcaklarda kurumuş otlar, bir dal ...

Moda’daki “O Ev”

Kent mekânı toplumsal/politik aidiyetlere, farklı yaşamlara, kültürel çoğulculuğa cevap verir. Kentlilik duygusu, kimi zaman duygusal bir bağlılık üzerinden yükselir. Bu evde olma hissinin yaratılmasında, o kentte yaşayan insanların geçmişini bilmek önemli rol oynar. Öznenin yaşadığı mekânla ilişki kurması, mekâna anlamlar yükler, yeni kimlikler ol ...

Kadıköy’den Amida’ya selam!

İki bayram arası likörden söz açmanın tam sırası. Kristal kadehler ve havanlar elden geçirilsin, tozları alınsın, yaşamın diyalektiği kabul edilerek yan yana konsun. Baharat havanı nereden çıktı demeyelim, ihtiyacımız olacak. Kavalyesiz de bırakmayalım, kahve havanını hazırlayalım. Öyle ya, eski bir tariften söz açmak bunu gerektirir. Üç kuşaklık t ...

Liz Behmoaras için…

Liz Behmoaras’lı anıları çok yakın şeyler gibi hatırlıyorum, çok uzak şeyler gibi bazen… Senede iki, en fazla üç kere Moda’ya gelir, muhakkak arar, “eğer uygunsam” Moda Caddesi’nde buluşurduk. O vakitler Moda İskelesi’nin büyük, beyaz ferforje kapısından geçip, artık kullanılmayan, bu boş iskeleyi ziyaret etmeyi âdet edinmiştik. Buraya varmadan bir ...

Refik Halid Karay için…

Refik Halid Karay, dünyayı İstanbul’dan adımlamaya başladı. O, İstanbul’u, yaşayan, olağanüstü bir varlık gibi hayal ederdi. Soluk alan, sürekli korunup gözetilmesi, özenilmesi gereken kutsal bir varlık. Boğaziçi’nde kendi halinde, ağaçların arasında dinlenen evler, tepelere doğru birer anı gibi ilerleyen sessiz sokaklar, hayattan sarsıcı insanlık ...

Mutfak defterlerinden

Sayısız sanatçıya ilham veren İstanbul, geçmişinin çok eskilere dayanması ve çok kültürlü bir kent olması açısından ilginç özellikler taşır. Her ne kadar çok kültürlülük özelliğinin gittikçe aşındığı gözlemlense de en azından anı kitaplarında canlılığını koruyan bir dinamiktir. Bu özellik en çok yeme-içme kültürüne yansır. Gün görmüş, eyyam sürmüş ...

Kentinin ve kendinin sürgünü: Silahtar Bahçeleri

İstanbul’u hiçbir zaman insanlığın evrensel serüveninden ayrı düşünmedim. Kentimizi hep o büyük serüvendeki insanlık hâllerine benzetirim. Tıpkı onun gibi yıkık, korkak, cesur, bocalayan, yalpalayan… Diğer yandan mağrur ve görkemli. Bana her zaman yeryüzü oradan adımlanmaya başlanır gibi geldi. Mekân olmanın ötesinde, toplumsal/politik aidiyetlere, ...

ARŞİV