Maymunlar Cehennemi veya İnsanlar Cenneti!

24 Mayıs 2024 - 09:00

Neredeyse tüm insanlık, dünyanın yapay zekâ çağına girişini ve robotların şaşkınlık veren gelişimini konuşurken, artık primatları geleceğin hükümranları olarak betimleyen kadim Maymunlar Cehennemi serisine burun kıvrılması haliyle muhtemel. Çünkü teknolojik ilerlemenin inanılmaz hızı, şu an için insanın en büyük endişesidir, ooo maymunlara gelene kadar, neler var neler. 

Pek meşhur Maymunlar Cehennemi serisinin 10. filmi “Maymunlar Cehennemi: Yeni Krallık” (Kingdom of the Planet of the Apes), sinemaseverlere bu burada bitmez, on bize asla yetmez, yirmi, otuz, kırk bu böyle devam eder diyor, bir bakıma. Evet, ünlü Kwai Köprüsü kitabını 1952 yılında kaleme alan Fransız yazar Pierre Boulle, 1963 yılında da Maymunlar Cehennemi (aslında maymunlar gezegeni idi orijinal adı) adlı eserini yazdı. Beş yıl sonra Kwai Köprüsü’nün filme uyarlanması, büyük bir başarıya yol açtı ve yapıt, tam yedi Oscar kazandı. Ve yine beş yıl sonra (1968) Maymunlar Cehennemi kitabı sinemaya uyarlandı ve resmen dizi, çizgi film de derken bugüne dek hala üremeye devam eden bir fenomene dönüştü. 

Bilimkurgu janrına taze bir soluk getiren bu 56 yıllık sinema büyüsü, en kışkırtıcı, çarpıcı ve akılda kalıcı distopik evren betimlemelerinden birine imza attı. Evet, ilk film, sinema tarihinin en unutulmaz sahnelerinden birini barındırır finalinde, başka bir gezegene geldiğini düşünen ve insanların maymunların kölesi olduğu bu tuhaf yerden kaçarak güzelim dünyaya geri dönmek isteyen astronot George Taylor (Charlton Heston), harap haldeki Özgürlük Anıtı’yla karşı karşıya kalır. Kendini yerden yere vurur, dünyayı bu hale çeviren insanlara lanetler okur.

Şempanze, goril ve orangutanların farklı görevler üstlendiği, insanların evcilleştirilemeyen vahşilere çevrildiği filmde, maymunların insanları kafeslere kapatması hem tersyüz etmektir gerçeği hem de hayvan sevgisini meramın özüne yerleştirmektir, hiç şüphesiz. Deneklerin yer değiştirme fikri, elbette son derece özgündür ve seri, en az King Kong kadar, sömürülecek, etinden sütünden yararlanılacak konudur, kabul buyurun. Laboratuvarda üretilen bir virüsün, maymunları çok daha akıllı etmesi, insanları da zekasızlara çevirmesi, konuşma yeteneğinin ise insandan maymunlara geçmesi, bünyemizde en ufak bir empati yaratmış mıdır, bilinmez. 

Gelelim, Labirent serisiyle tanınan Wes Ball’ın yönettiği ve Owen Teague, Freya Allan, Kevin Durand ile Peter Macon’un oynadığı son filme. Yapımın asıl probleminin, gidişatın harbiden çuvallaması, sonuna doğru mantıksız hal alması ve karmaşa yaşaması olduğunu düşünüyorum. İnsanın gaddar, doğaya saygısız ve en az iyilik kadar kötülüğe de yatkın olduğu malumunuz, tam da bu noktada, benzerini görmüştüm hissini izleyicisine bulaştıran filmin yeni bir şeyler vaat etmesi, pek olanaklı görünmüyor, Yine de Yeni Krallık adlı yeni işin, serinin en kötü filmi olan 2001 tarihli Tim Burton imzalı Maymunlar Gezegeni’nden daha iyi olduğu müjdesini verelim. Ve bu bir üçleme olacağına göre, ilk filmin bize girişi resmettiğini, bu sebepten mevzuya tam hâkim olamadığımızı, gelişme ve sonuç bölümlerinde ise toparlanacağını ve üstüne katacağını varsayalım isterim.

Halen tam 331 sinema salonunda gösterimde olan filmin konusuna gelince; Maymunların bilge lideri Sezar'dan nesiller sonra, Kartal Klanı üyesi genç şempanzeler Noa, Anaya ve Soona, yetişkinlik sınavını geçebilmek için kartal yumurtası peşine düşerler. Çünkü her yetişkin şempanze, görkemli bir kartalla bağ kurmak zorundadır. Klanın olmazsa olmaz ritüeli budur. Sezar'ın öğretilerini kendine uyarlayan ve "Maymunlar Birlikte Güçlü" diyen Proximus, ordusuyla kahramanımız Noa’nın köyünü yok eder, karşı koyan babasını da katleder.

İnsanların akılsız olarak nitelendirildiği o çağda, Mae adında son derece zeki bir genç kadın, Noa’nın peşine takılır. Onun konuştuğunu görmek, Noa’nın hayatı boyunca öğrendiği nice şeyi sorgulamaya iter. Noa ve Mae’nin bilinmeze uzanan yolculuğuna, sevgi dolu, entelektüel ve filozof orangutan Raka da katılır. Noa, Proximus’un esaretinden ailesini ve köy halkını kurtarmak isterken, Mae’nin hedefleri ise bambaşkadır, bir anda dişi bir Rambo’ya dönüşmek de onun planlarının ilk etabıdır. 

Kendince bir mizahın eşlik ettiği öyküde, türlerin asla üstesinden gelemediği korkular hemen her şeyin belirleyicisidir. Dünyayı cehenneme çevirseler de insanın uslanmaya niyeti var mıdır ya da şu an bile yerküreye ‘insanlar cenneti’ denebilir mi? Zekâ ve aklın, bizleri getirdiği yer savaşlar, katliamlar, soykırımlar, daha fazla ölüm, şiddet ve nefret değil midir? Evet, “maymunla insan birlikte yaşayabilir mi?” sorusuna aranan yanıt, birinin illa köle olmasıyla mı sonuçlanmak zorunda, kendi türüne dahi eyvallahı olmayan insan, maymunlarla ortak bir yaşamı arzulayacak ha! Aslında filmi izlerken, insanın kendi doğasını sorgulaması, pek mümkün. Misal benim de aklımda bir sual var, robotlar ileride kendi bağımsızlıklarını kazansa, insanlara tahammül edebilecek mi?

 
Yazarın Diğer Yazıları

Yoksulluk bir tür esarettir!

“Suna”, yalnız başına mücadele etmekten hayli yorulan, fukaralıktan evlenmek zorunda kalan ve sevmediği yaşça büyük bir adama resmen katlanan elli yaşlarındaki bir kadının öyküsünü resmediyor, toplumun cinsiyet, yaş ve maddi durum ezberini odağına alarak, bunu kendince bozmaya çabalayarak. Travma ve öz yıkım filmleri her zaman zorludur, çünkü insan ...

Yıllar sonra yeniden…

Bir devam filminde, iki yapım arasında 36 yıllık dev ve derin bir boşluk varsa, kabul buyurun bu pek makbul değildir ve üretici açısından da hayli riskli bir durumdur. Çünkü geçen yıllar birçok şeyi değiştirmiş, dönüştürmüş, bambaşka bir hale büründürmüştür. Algılayış, kavrayış gibi büyük laflar etmeyeceğim, lakin izleyicinin sevme, beğenme, etkile ...

Gördüğüne inanma!

Bazı filmler vardır, beklenmedik güzel bir hediye gibidir. İnsanı resmen terse yatırır, şaşırtır da şaşırtır. İşte “Sevgilim Kaç” (Strange Darling), tam olarak böyle bir film, zamanla kendinden daha çok söz ettirecek, hatta kült film muamelesi bile görecek, besbelli! Zaman dilimlerinin yerlerini sürekli değiştirerek ve epizodik bir anlatım dilini s ...

Uzayda akraba evliliği!

Katmanlı, derinlikli, incelikli ve sersemletici senaryonun, milenyumdan beri tek tük örnekler dışında, beyazperdeyle buluşmaya tereddüt ettiğini düşünüyorum, hala. Metin hayli basitleşti, çokça benzeşti, çarpıcılık ve akılda kalıcılık ise pek aranmaz oldu. Yapay zekanın, yakın gelecekte sinema sektörünü dizayn etmesi kaçınılmaz gibi görünüyor. Yok, ...

Bir kısa mesafe filmi…

“New York’ta Bir Gece” (Daddio), kısa süreli bir taksi yolculuğunu konu alan, şoför ve yolcu dışında seyirciyi de arabaya konuk etmeye çabalayan, gece manzarasının eşlik ettiği bir tek mekân filmi. Sadece iki kişinin oynadığı, bol diyalog içeren, aksiyondan ve çatışmadan muaf bir filmi sinemada seyretmek, kabul buyurun herkesin harcı değil! Genel i ...

Tarih yazan kadınlar!

Biyografi filmleri iyi kotarılırsa şayet, rakiplerine hiç şans tanımaz. Ödüllere boğulmak varsa hedefinde, tam isabet kaydetmeyi başarır, ekseriyetle. Yani bize bildik bir öyküyü, dramatik bir gerilimden yoksun dahi olsa yutturmayı becerir, pek kolay. Şu an iki ayrı dijital platformda, açık denizde uzun mesafe yüzücüsü iki kadına dair iki film var. ...

Komik, tuhaf ve gerçek

Ünlü Yunan yönetmen Yorgos Lanthimos, resmen evin sevilen şımarık çocuğu gibi takılıyor, ne yaparsa yanına kar kalacak, hep hoşgörüyle karşılanacak ve sırtı sürekli sıvazlanacak, hani neredeyse. Ancak son filmi “Merhamet Hikayeleri” (Kinds of Kindness) ile, benimsediklerine katlanma, görmezden gelme ve göz yumma konusunda hayli toleranslı olan ...

“Solgunluğumu al!”

İranlı yönetmen-senarist Noora Niasari, ilk uzun metraj filmi “Şeyda” (Shayda) ile, çocukluğunda yaşadığı sarsıcı ve kalıcı deneyimi, direngen annesine (ve elbette İran'ın cesur kadınlarına da) övgü olarak günümüze taşıyor. Şeyda, tastamam kadına yönelik şiddete dair bir film, bu evrensel bir suç olsa da ataerkil kodların ve toplumsal baskının bari ...

Şeytan şova bayılır!

“Şeytanla Bir Gece” (Late Night With the Devil), korku janrının tüm klişelerini kullansa da sinemada örneği tek tük bulunan ve medya eleştirisini de odağına oturtan sıra dışı bir film. Pek ünlü yazar Mark Twain; “Sessiz kalıp dünyanın aptal olduğunuzu düşünmesine izin vermek, ağzınızı açıp tüm şüpheleri ortadan kaldırmaktan daha iyidir” dese de rey ...

"Her pasta güzel pastadır"

  “Hit Man”, çok iyi kotarılmış bir suç komedisi, üstelik tam tekmil romantizm katkılı bir kara film bu. Felsefeyle eğlencenin, psikolojiyle sevginin kesişim kümesinde, bir insanın kendini bulmasının, kimlik-benlik aramasının kaotik öyküsü anlatılıyor. Film hem akıllıca işler yapıyor hem de yağ gibi akıyor.  43. İstanbul Film Festivali seçkis ...

“Hep tek başımıza!”

“Mükemmel Günler” (Perfect Days), resmen basitin ve sıradanlığın dokunaklı güzelliğine meylediyor ve asla boş vermeyen, hayatını seçimleri ve isteğiyle belirleyen düzgün bir adamın şaşırtıcı öyküsünü merkezine alıyor. Bu ayrıksı portre, yalnızlığına rağmen, sektirmediği rutinleri, kendine yakıştırdığı ritüelleri ve elbette iyi müzik ile mutluluğu y ...

Sıradanlığın tanımsız kötülüğü

“İlgi Alanı” (The Zone of Interest), insanın vicdanını susturduğunda ve umursamamanın Nirvana’sına ulaştığında, cehennemin dibinde, kendine ve ailesine cennet bahçesi kurabilecek kadar alçalabileceğini anlatıyor, tamı tamına. Geri planda soykırım, ön tarafta pastoral bir saadet tablosu… İnsanın korkunç potansiyeline dair. Kan, şiddet ve hatta harek ...

Hayat denen sınavdan geçebilmek!

Hayat dersleri mevzusunda sinema yapma gayreti, çoğu zaman klişeye yaslanmakla eşdeğer olabilir. Basmakalıp görünmekten kurtulmak pek kolay olmasa da yetenekli ve deneyimli bir sinemacı, bazen bunu ziyadesiyle başarıp sımsıcak bir film yaratabiliyor. Örnek mi göstereyim? Alexander Payne’ın yönettiği “Geride Kalanlar” (The Holdovers) derim, tereddüt ...

Günceli çağrıştıran bilimkurgu!

Bilimkurgu, tıpkı fantastik gibi sinema sanatının görsel ve işitsel doruğudur, hiç kuşkusuz. Kült ve klasik olmak isteyen her yapıt, illa hayal gücüyle yarışmalı, rüyaları gerçek kılmalı, sınırlarını zorlamalıdır. Beyazperdede düşsel bir evren yaratabilmek, ancak destansı ve büyülü filmlerle mümkün olabilir. İşte “Dune: Çöl Gezegeni Bölüm İki”, bun ...

Hayatın küçük güzellikleri

“Sararmış Yapraklar” (Kuolleet lehdet), tebessüm etmeyi unutan yoksun ve yoksul işçi sınıfına dair, kendi halinde dramatik, komik ve romantik bir film. Karakterleri donuk, süresi makul, yaşama sevinci gizli, yalnızlık baskın, hayal kırıklıkları bariz, zamansızlık hissi hâkim. Bu yapıt herkese göre değil, zaten çoğunluk beni sevsin, her yerde güzelc ...

Alengirli ve Zırdeli!

“Zavallılar” (Poor Things) adlı güzelim film için, zırdeli ve alengirli bir Barbie, hatta histeri zirvesi veya tuhaflıklar silsilesi diyebiliriz, hani hiç kasmadan, orta yolu arayıp bulmaya çalışmadan. Zaten aşırı dozda gariplikler ve türlü türlü haller, görsel ve işitsel sihir peşinde koşan kalburüstü yönetmen Yorgos Lanthimos’un alameti farikası ...

“Yaşasaydın ve Görseydin!”

Anadolu rock akımının kurucu babalarından Cem Karaca’nın, hayli zorlu ve dopdolu hayatından kesitler sunan “Cem Karaca’nın Gözyaşları” adlı film, nihayet bugün vizyona girdi. Doğuyla batıyı kaynaştırıp, rock ile türküyü harmanlayarak çıkılan yolda, artık o büyük dalganın sahipleri teker teker veda etti, pek azı kaldı hayatta. Peki, dalgalar dağıldı ...

Bazı deneyimlerin tarifi olamaz!

“Kar Kardeşliği” (La sociedad de la nieve), 52 yıl önce yaşanmış trajik bir uçak kazası üzerinden, dostluğu, ümidi, beraberliği, fedakarlığı anlatmaya çabalıyor, amansız doğaya, vahşi koşullara, onca çaresizliğe, mutsuzluğa, umutsuzluğa rağmen. İlginçtir, insana dair bu en bildik hayata tutunma öyküsü, yıllar yılı salt yamyamlık hikayesi olarak neş ...

Bulup bulup yitirmek!

Yılın en çok konuşulan yapımlarından biri olan “Başka Bir Hayatta” (Past Lives) hakkında, olur ya kısa ve öz bir tarif isteseler, bildik bir eski şarkıdan alır ve “Söyledim aşkımızı Ankara rüzgarına / Olmadı kaldı benim her hevesim yarına…” derdim, tereddütsüz. Film, derdini sade ve gösterişsiz bir şekilde dillendiren yapıtları sevenleri bir şekild ...

Napolyon bir kez daha öldü!

Hiç eğip bükmeden, sapmadan, yormadan dümdüz konuşalım, içten, samimi ve dürüstçe, biz bize. Ünlü ve yetenekli bir Yunan yönetmenin çektiği Atatürk filminden beklentiniz ne olurdu? Evet, evet, alın size hayli tarafgir, oldukça klişe ve harbiden yüzeysel bir senaryo dediniz sanki. Hah! Bir İngiliz yönetmenin, ezeli düşman belledikleri ülkenin, yani ...

Ustaların acemilik hakkı!

Hemen her sinemasever, usta yönetmen David Fincher’ın filmlerine bağlılık gösterir, gönüllerinde ayrı bir yer verir, kimini tekrar tekrar izler, çoğu sahnesini de neredeyse ezbere bilir. İşte “Dövüş Kulübü” (Fight Club), “Yedi” (Seven), “Oyun” (The Game), “Zodiac”, “Kayıp Kız” (Gone Girl). Ve hatta “Benjamin Button'ın Tuhaf Hikayesi” ile “Ejderha D ...

Acılardan artakalan…

Katledildiğinde 41 yaşında olan Sabahattin Ali’yi, henüz 19 yaşındayken “Elbette ihtiyarlayıp / toprağa döneceğiz / biz bir günde parlayıp / bir günde söneceğiz” dizelerini yazdıran neydi, inanın bilmiyorum. Yaman bir kalp kırıklığıdır memleketimiz adına, yaşadığı hazin ve kahredici son. Büyük Japon animasyon ustası Hayao Miyazaki’nin, ekibiyle tam ...

İyiyse uzun da olabilir!

Yaşayan en etkin ve yetkin sinemacılardan biri olan Martin Scorsese’nin son filmi “Dolunay Katilleri” (Killers of the Flower Moon), istemeden hem zengin hem de hedef olan bir Kızılderili kabilesine odaklanarak ve öyküsüne aile, din, itimat, aşk, hırs, şüphe, mülkiyet ve daha birçok şeyi katarak, vahşi kapitalizmin suç profilini çizmeyi deniyor, Ame ...

Artık bilmeyen insan yok!

“Do Not Disturb” (işte otel odalarının dış kapısına asılan, genellikle başına ‘please’ (lütfen) de eklenen, çoğu kırmızı renkli rahatsız etmeyin yazılı kart) adlı filmi, çokça sevilmek ve bir parça önemsenmek isteyen iyi kalpli yalnız bir adamın trajikomik öyküsü olarak okudum. Kuşkusuz filmin seveninden daha çok sevmeyeni olacaktır, çünkü Cem Yılm ...

Bir yıl, iki mevsim

“Kuru Otlar Üstüne” filmi, “Dünyada güzel olan her şey, daha insana ulaşamadan kendisinin ördüğü ağlara takılıp kalıyor” diyor ve ardından devam ediyor; “Buraya ilk geldiğimden beri aklımda sadece gitmek var.” Evet, yine ve yeniden taşra menzilli bir sıkışıp kalma öyküsüne katılıyoruz, kuşkusuz olmuş ve iyi kotarılmış. Issızlığın, hiçliğin ve çares ...

“Yol”, “Umut”, “Sürü”, bir de “Duvar”!

Memleket sinemasına dair politik ve derdi olan filmlerinin öncüsü olan Yılmaz Güney, her doğum veya ölüm gününde, doğru ya da yanlış topyekûn bir bombardımana tutuluyor, istisnalar hariç. Elbette kimse eleştirilemez değil, ancak artık yaşamayan bir insanın ardından kopartılan suni fırtına, özel hayatın kodlarına aşırı tutunarak, asıl gayeyi ıskalat ...

Babalar, tutkular, evlatlar

Öyle diziler var ki, hiç bitmesin istiyor insan, şaka filan da değil ha, kimi seriler, harbiden sinema sevdamızla yarışır. Disney + platformu, malumunuz halkımızın tepkisini ziyadesiyle çekti, hatta birine kulak misafiri oldum, çocukluk arkadaşım Miki Fare’nin hatırı olmasa, sıkı söverdim diyordu. Kemer sıkma kararı aldık diyen platformun, Güney Ko ...

“Gamsız hayat, herkesi başka yorar”

Teknolojinin tam gaz gelişimi, içeriklere ulaşımın hayli meşakkatsiz hali, dijital dünyanın film üretimini haliyle kolaylaştırması, sinemaseverleri sahiden hoşnut etti mi? Bundan emin değilim! Bunca bolluk ve bereket içerisinde, mest olacak bir yapıta denk gelmek, pek de mümkün görünmüyor. Vizyon filmlerine bakıyorum, ilgimi çeken yok, internette v ...

“Büyümez ölü çocuklar!”

Melih Cevdet Anday, ‘Hiroşima’ şiirinde şöyle der; “Büyükbabam, babam, ben / Küçük oğlan, kız, damat… / Gelişimiz teker tekerdi / Gidişimiz cümbür cemaat.” Evet, sadece kundaktaki bebekten, hayatının son demindeki ihtiyarlara dek yaşayan tüm kuşakları değil, henüz doğmamış olan nesilleri de hedef alan bir büyük kitlesel imha silahına, yani malum at ...

Sinemayı kurtaran adam!

Dev bütçeli ve reklam delisi devam filmleri ile büyük paralar yatırılan bol kepçe efekt destekli yapımlar, her zaman gişede uçacak, yatırımcısını yeniden suyunun suyu projeler için koşturacak değildir, iyi ki de öyledir. Sonsuz döngü sinemasının ne sektörün gelişimine ne de seyircinin beklentisine pek bir faydası yok. Bakın kaç haftadır her yerde b ...

Kamçı son kez şakladığında

Pek meşhur Kamçılı Adam serisinin son filmini yazmaya karar vermişken, aynı hafta vizyon diyen ve yine düşmanını lanet Nazi’ler olarak sabitleyen Sisu adlı filmi de boş geçmeyelim istedim. Hani bizim Cüneyt Arkın’ın Kara Murat, Kartal Tibet’in de Tarkan filmleriyle şekillenen tarihi fantezilerimiz, yok artık dedirtir hepimize, ancak Finlandiya yapı ...

Hayat dağınıktır çoğu zaman

“Güzel Bir Sabah” (Un beau matin), kentlere gönüllü sıkışan ve modern hayatın azimli tutsağına dönüşen zavallı bizlere, sonumuzun ne olacağını, bu işin nereye varacağını sakince anlatmayı deneyen bir film. Günlük trajedilerimizin sıradanlığında, sessiz yıkımların varlığında buluyor kendini yapıt, yaralara merhem olmak gibi derdi yok. Çatışma yaratm ...

Baskıdan kaçış yok, mahşerde bile!

Filmler ve televizyon serileri, hayli zamandır benzer estetikle çekilir oldular. Hani neredeyse her bölüm başı, hali vakti yerinde uzun metraj kurmaca bir yapıt kadar, para ve emek dökülüyor dizilere. İşte tam da bu sebeple, arada sırada dizileri de kurcalamak isterim, izninizle. Dijital platformların, klasik anlayışı bile isteye yıkma gayretine gi ...

Böyle gelmiş, böyle gitmesin

Sinemada, elbette havadan sudan işlere de ihtiyaç var. Eğlenmek, ürkmek, üzülmek, gülmek, gerilmek, iyi hissetmek ve dahası, şüphesiz modern toplumun, tüketim talebidir. Ancak kalıcı ve asıl olan, mağdur edilenlerle empati kuran, meselesi bulunan ve içinde kocaman dertler taşıyan filmlerdir, kanımca. Evet, mevzusu olan yapıtlar, kendi adıma önceliğ ...

Seri katil, sosyal tarih!

Tam tekmil devletten onaylı kadın düşmanlığı ve cehaletin korkunç sıradanlığı diyebileceğim “Kutsal Örümcek” (Holy Spider) filmini nihayet seyredebildim. Nitelikli ve incelikli İran sineması, gerçek acılardan damıtılmış bu polisiye gerilim öyküsüyle, sert ve lanet bir film yaratabilmiş, seyircisini sarsmayı görev sayarak. Hele ki final, fanatikliği ...

İlle de menfaat günümüz mottosudur

İlk gösterimi 42. İstanbul Film Festivali’nde gerçekleşen ulusal yarışma filmi “Boğa Boğa”, toplamda sıfır ödülle ayrıldı, rakipleri başyapıt değildi oysa. Boğa Boğa, festivalin hemen ardından dijital platformun (Netflix), bayram hediyesi olarak yayınlandı, zaten sinemada eli yüzü düzgün film peşine düşmek, artık neredeyse imkânsız. Beyazperde resm ...

Aile, bir ülkenin özetidir

İran sineması, yaşamla mistisizmi harmanlayan ve incelikli bir dili sürekli geliştiren bir yol izliyor, senelerdir. Zorda, darda ve acılarda yaşıyor bir halk, İran’ın en önemli kadın başrollerinden Taraneh Alidoosti de daha birkaç ay önce, kadınların 44 yıllık meşru isyanına verdiği destek yüzünden cezaevinde yattı ve kefaletle çıkabildi. Leyla’nın ...

Kimse savaştan sağ çıkamaz!

Sınırın ötesindeki İlk Körfez Savaşı (1990-1991) sırasında okumuştum “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” (Im Westen nichts Neues) adlı barış yanlısı ölümsüz romanı, savaşın nasıl bir yara, nasıl bir bela olduğunu iliklerime denk hissettiğimi dün gibi hatırlarım hala. Kabul buyurun, çoksatar kitapların (bugüne dek 50 dile çevrildi, 20 milyon sattı) g ...

Zihin kontrol eden rakunların zaferi!

“Her Şey Her Yerde Aynı Anda” (Everything Everywhere All At Once), 95. kez yapılan Akademi Ödülleri’nde kazanan film oldu ve yedi Oscar heykelciğini ellerinde buldu. Aslında milenyumdan beri, destansı sinema çağının ışığının giderek söndüğünü biliyor, görüyoruz. Siyasi hesapların, estetik kaygılara, sanatın varlığına, ortak duygulara üstün geldiği ...

“Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler”

Tam “Balina” (The Whale) adlı filmi yazmak isterken, hepimizi derinden sarsan, canımızı yakan, yaralayan ve haklı bir endişeye savuran büyük bir depreme yakalandık. Elbette, yine ve yeniden gündelik yaşamımıza, rutinlerimize ve hayata tutunma çabamıza döneceğiz, dönmek de zorundayız. Ancak bu kez panik hali, benzer bir trajedi ve travmayla yüzleşme ...

Zaman değişti, acı asla değişmedi!

17 Ağustos 1999 depremi sonrasında, onca insanın can verdiği Avcılar’a ulaşmam bir saatimi almıştı. Her yer zifiri karanlıktı, çakarları ve sirenleriyle tam gaz ilerleyen ambulanslar ve itfaiye araçları dışında yollar bomboştu. Gün henüz aydınlanmamıştı, sadece telsizler çalışıyordu, iletişim hem zordu hem de sorunluydu. İlk etapta yıkımın boyutunu ...

Yitirilen dostluğun absürt öyküsü

The Banshees of Inisherin, komediyi trajediyle harmanlayan, mizahla hüznü birlikte dokuyan kalburüstü ve eksantrik bir film. Orantısız tepkiler, meçhul insan doğası, gitmek-kalmak ikilemi, reddedilme sancısı, tolere etmek, kontrol bende diyebilmek, yaşama tutunmaya sebep aramak. Zaten kaygılarla, memnuniyetsizliklerle geçiyor hayat dediğin, kantar ...

Taht ile baht arasında

Döneminde en az Prenses Diana kadar meşhur ve halkının biricik sevgilisi olan Avusturya İmparatoriçesi Elisabeth’in, kendisini salt süs olan gören, şovenist bir yurda, krala ve saraya, küçük isyanlarını ve kararlı karşı çıkışlarını anlatıyor “Korsaj” (Corsage) filmi, kısaca. Biyografiyi kendince bükerek konumlandıran filmi, dört ay önce 29. Uluslar ...

Melankoli, sinemanın sihridir!

Kadıköy Yoğurtçu Parkı’nın tam karşısında, eski karakolun (şimdilerde çocuk büro amirliği) yanı başında, hayli zaman önce yıpranmış tahta sandalyeleriyle güzelim bir yazlık sinema vardı. Pek meşhur Yıldız Savaşları’nı orada izledim, yeniyetme aklımla boşanma temalı filmde maile ne aradığımızı çözmeye çabaladığım Kramer Kramer’e Karşı’yı da. Kadıköy ...

ARŞİV