Tarih Yazan Kadınlar- 13

Basında eskiden çokça rastladığımız ‘arka sayfa güzeli’ geleneğini geri getiriyoruz ancak büyük bir farkla! Alanında ilk’lere imza atmış, ‘kadınlar yapamaz’ denilen mesleklerdeki cinsiyetçi kalıpları kırmış, cesur ve azimli kadın kahramanları tanıtacağız size. Onlar, bizlerle bu topraklarda yaşadı, mücadele etti ve başarılar kazandı. Lakin erkek egemen tarih anlayışı çoğunlukla onları yok saydı. Bu kadınları tarihin tozlu sayfalarından çıkarıp, kamuoyunun yeniden dikkatine sunmayı hedefliyoruz. Buyurun tarih yazan kadınların öykülerine…

27 Mayıs 2021 - 10:42

İlk çağdaş kadın ressam: Mihri Müşfik Hanım

Mihri Müşfik Hanım, Türkiye’de çağdaş resim çalışmalarını ilk başlatan kadın ressam.

26 Şubat 1886’da, Abhaz-Gürcü olan Anchabadze ailesinin Kadıköy'deki Dr. Rasimpaşa Konağı'nda dünyaya geldi. Babası, Askeri Tıbbiye'de ders veren, Tıbbiye Nazırı/Reisi olarak da bilinen Dr. Çerkez Ahmet Rasim Paşa'dır. Avrupai bir eğitim gördü. Edebiyat, musiki ve resimle ilgilendi. Resme olan ilgisi diğerlerine göre ağır basıyordu. Yaptığı bir resmi Sultan II. Abdülhamid'e takdim edilince, Saray ressamı Zonaro’nın öğrencisi oldu, kendisinden Beşiktaş’taki atölyesinde resim dersleri aldı. Böylece Türkiye’de çağdaş resim çalışmalarını başlatan ilk kadın ressam unvanını aldı.

ROMA’DAN PARİS’E

Zonaro’dan aldığı derslerle resme olan açlığını gideremeyen Mihri Hanım yurt dışında eğitimini sürdürmek istedi. Ancak o dönem kadınların yurtdışına eğitim için -hele yüzyıllarca günah olarak algılanan- resim konusunda gönderilmesi alışılmış birşey değildi. Ancak Mihri Hanım çok istekli ve kararlıydı. Tam da o zamanlarda, 17 yaşındayken bir müzik dinletisinde tanıştığı İtalyan bir müzik şefiyle birlikte, bu eğitim için Roma'ya kaçtı. Sahte pasaportla gittiği İtalya'da tanıdıklarının yanında bir süre kaldıktan sonra sanat dünyasının merkezi sayılan Paris’e geçti. Burada kiraladığı yeri, hem ev hem de atölye olarak kullandı. Portre ve gravür ağırlıklı resimler yaparak ve evinin bir odasından aldığı kira ile geçimini sağladı. Kiracılarından Müşfik Selami Bey (İnegöllü) ile evlendi. Evlendikten sonra ‘Mihri Müşfik Hanım’ adını aldı. 

İtalya ve Fransa’da çeşitli sanat okullarında ve atölyelerde öğrenim gördü. Dışavurumcu bir anlayışla özgün portreler yaptı. Çağdaş resim akımlarını yakından takip etti. Portrelerinde kübizmin ve ekspresyonizmin etkisi görüldü. En önemli eseri sayılan ‘Naile Hanım’ portresini 1908-09 arasında yaptı.  

(İttihat ve Terakki Cemiyeti kurucularından, eski Viyana Sefiri, İstanbul belediye başkanı Ali Rıza Bey’in annesi Naile Hanım’ın giysileri, oturuşu, tespihi dönemin izlerini taşır. Her ne kadar evin ayrıntılarına yer verilmiş olsa da, bu resmin baskın duygusu, otoriter ve güçlü bir kadın figürü olarak Naile hanım'ın yüzünde ölümsüzleşiyor...)

İSTANBUL'A DÖNÜŞ

Mihri Hanım, Fransa ile borç anlaşması yapmak üzere Paris'te bulunan dönemin Osmanlı Devleti Maliye Nazırı Cavit Bey ile bir davette tanıştı. Cavit Bey'in Maarif Nazırı'na bir telgraf göndermesi ile Mihri Müşfik Hanım, 1913’te İstanbul Darülmuallimat (Kız Öğretmen Okulu) resim öğretmenliğine atandı. Bu okul, Müslüman halkın kızlarının devam ettiği en yüksek eğitim kuruluşu idi. Burada, öğrencilerini etkileyen ve sevilen bir öğretmen oldu. Ertesi sene, kız öğrencilerin yükseköğrenim görmelerine ve güzel sanatlar alanında yaratıcılıklarını değerlendirmelerin imkan vermek üzere İnas Sanayi-i Nefise Mektebi açıldı. Dönemin Maarif Nazırı Ahmet Şükrü Bey ile görüşerek kız öğrenciler için Sanayi-Nefise Mektebi'nin kurulmasını isteyen Mihri Müşfik Hanım'ın okulun açılmasında büyük rolü oldu.

NAZLI ECEVİT’İN HOCASI

Mihri Hanım, bu kurumun resim atölyesine öğretmen oldu ve matematikçi Salih Zeki Bey’den sonra Ömer Adil Bey ile birlikte okulun müdürlüğüne getirildi. İnas Sanayi-i Nefise’nin ilk kadın yöneticisi olan Mihri Hanım, pek çok konuda kadınlara öncü oldu. Zorluklarla da karşılaşmadı değil. Mesela, kız öğrencileriyle açık havada resim yapma isteği bile 1914’ün İstanbul'unda büyük sıkıntılar yarattı. Sonunda polis nezaretinde özel izinle açık havada resim yaptılar. Mihri Hanım, kız öğrencilerini model ile çalışmaya ve kadın ressamları ilk kez toplu bir sergi açmaya teşvik etti. (Bülent Ecevit’in annesi) Nazlı Ecevit, Aliye Berger ve Fahrelnisa Zeid gibi pek çok kadın ressamın yetişmesinde katkısı oldu.

FİKRET’İN ÖLÜM MASKESİ!

İstanbul’da bulunduğu dönemde, İbrahim Çallı, Hikmet Onat, Fikret Adil, Namık İsmail gibi ressamların yanı sıra Tevfik Fikret ile dost oldu. Edebiyat-ı Cedide şairlerinin yazdıklarını resimleyerek bir ‘Edebiyat-ı Cedide Resmi’ yarattı. Ruşen Eşref Ünaydın, Tevfik Fikret ile ilgili anı kitabında, şairin, Mihri Hanım ile ilgili yorumlarını şöyle dile getirir: “Yukarıda bir hanım var. Resimler yapıyor. Bir de ‘Rübab’ı o kadar güzel yorumluyor ki yazdıklarım bu kadar anlamlı mı imiş, diye şaşırıyorum.”

Mihri Müşfik Hanım, şiirleri resimlemenin yanı sıra Edebiyat-ı Cedideci şairlerin portrelerini de çizdi. 1915’te Tevfik Fikret’in ölümü üzerine yüzünün kalıbını alarak heykelini yaptı. Türkiye’de yapılan ilk mask çalışması olan bu eser, Aşiyan Müzesi’nde sergileniyor.

KURTULUŞ SAVAŞI YILLARI

Mihri Müşfik Hanım, 1919’da aniden İtalya’ya gitti. Bu ani gidişinin nedeninin, İttihat ve Terakki Cemiyeti mensuplarıyla olan yakın ilişkisinin, O’nu işgal altındaki İstanbul’da zor duruma düşürmesi olduğu sanılıyor. Bir yıl için gittiği İtalya’dan geri döndüğünde, iki yıl daha İnas Sanayi-i Nefise’de ders verdi. Bu arada kötü alışkanlıklar ve sosyal çalkantılar nedeniyle Müşfik Bey’den boşandı.

(Mihri Hanım’ın, İbrahim Çallı ve Cemil Cem tarafından yapılan resmi) 

ATA’NIN PORTRESİNİ YAPTI

Mihri Hanım, 1922’de Yunan ordusunun yenilmesinin ardından Mustafa Kemal’i mareşal üniformasıyla ayakta canlandıran yaklaşık 3 metre yüksekliğinde bir portresini yaptı ve Çankaya Köşkü’ne götürerek kendisine sundu. Bu, Cumhuriyet’in ilanından sonra bir Türk ressam tarafından yapılan ilk Atatürk porrtesiydi. Daha sonra Yugoslav Kralı Alexander hatırasına Yugoslavya'ya hediye edilen bu tablo II. Dünya Savaşı sırasında Belgrad Sarayı'nın tahrip olması sonucu kayboldu, 1990’larda bulundu.

LOUVRE’DA BİR ‘ÇİNGENE’

1922 yılının sonuna doğru yeniden İtalya’ya giden Mihri Hanım, portreler yaparak uzun süre yaşamını sürdürdü. Konu olarak hep ünlü kişileri seçti. İtalyan şair Gabriele d'Annunzio ile birlikte olduğu dönemde onun aracılığıyla birkaç kez Vatikan’a kabul edildi ve Papa XV. Benedictus’un bir portresini yaptı. Vatikan’da ilk kez bir Papa, başka dinden bir kadın ressama poz vermişti. 

İtalya’dan sonra Paris’e geçen Mihri Hanım, bu dönemde "Çingene" isimli tablosunun Louvre Müzesi’ne kabulü ile mutlu oldu  (eserin bir kopyası İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’ndedir). Kız kardeşi Enise Salih Hanım’ı ve yeğeni Hale Asaf’ı kaybettikten sonra Paris’te yaşamak istemedi. Ülkesinde ise kendisine karşı baskıcı bir tutum olmasından ötürü 1927’de ABD’ye geçti. Bir süre New York, Washington, Chicago’da üniversitelerinde konuk hoca ve zengin Amerikan ailelerine özel dersler vererek geçimini sağladı. New York’ta bir de kişisel sergi düzenledi. 1932'de Manhattan'da Salvatore Virzi ile evlenip 1943’te ABD vatandaşı oldu. Yaşlılığı yoksulluk içinde geçti. 1954’te yaşamını yitirdi. Yaşadığı dönemde reform sayılabilecek işler yapmış, Türk kadınının adını bir sanatçı olarak yurt dışında duyurmuş ve bir türlü sanat tarihinde gerektiği gibi onurlandırılmamış olan bu öncü kadın bugün New York'ta kimsesizler mezarlığında yatıyor…

 “TABLOLARINI MI YİYECEKSİN?”

Mihri Müşfik Hanım’ın, Hale (Salih) Asaf’ın ilk resim hocası olmakla birlikte, ona resimden vazgeçmesini öğütlediği ve sonraki dönemlerde dargın oldukları ifade edilir. Mihri Hanım, Asaf’ın yirmili yaşlarını sürdüğü dönemlerden başlayarak onun resimden vazgeçmesini istemiş ve zaman zaman “Ben resim yaptım da ne oldu? Sanat karın doyurmuyor... Tablolarını mı yiyeceksin?” ve “Ben güzelim, başımın çaresine bakarım, sende o da yok. Ama resim yapmaya devam et!..” şeklinde çıkıştığı aktarılır.

İNATÇILIĞINA PİŞMAN BİR RESSAM

Yazar Taha Toros, “İlk Kadın Ressamlarımız” adlı kitabında Mihri Müşfik Hanım’ın yurt dışından göndermiş olduğu bir mektubundan şu satırlara yer veriyor:

“Senelerce çalışmakla neye muvaffak oldum? Hiç... Üstelik sıhhatimi kaybettim. Vaktiyle ‘Herkül’ idim. Şimdi merdivenleri çıkamıyorum. San’at beni bu hâle koydu... Hele gözlerim hiç görmüyor, çifte çifte gözlük kullanıyorum. Parasızım. Bizim gibi -Avrupa’ya nazaran- geri kalmış bir memlekette san’atkârın yolu kadar güç bir yol yoktur. Bizimkisi fazla fedakârlık isteyen bir meslek. Bugün bana gençliğimi hediye etseler, bu meslek uğrunda çektiklerimi çekmek korkusundan reddederdim! Çektiğim meşakkatleri bir ben bilirim bir de Allah bilir... Her sanatkâr, karşısındaki sanatkârı, daima, kendisinden aptal görür! Onun on senede yaptığını, kendisinin bir senede yapacağını sanır. Bir iki yıl içinde, hayatını kurtaracağına, köşeyi döneceğine emindir! Heyhat ve yine heyhat! İşte sanatın esrarı buradadır. Sanatkârın yolu, yürüdükçe uzar gider... Bizim ailenin yegâne hususiyeti, inadındadır. Her şeyde olduğu gibi sanat hayatım boyunca inadımla yaşadım. Bugün, buna bin kere pişmanım.”

KAYNAKÇA: Wikipeda ve Dr. Öğretim Üyesi Özlem Tekdemir Dökeroğlu’nun “Bir Sanatçı İncelemesi: Mihri Müşfik ve Portreleri” başlıklı makalesi.


ARŞİV