Kadıköy’ün felsefesi olur mu?

Bu ayki konuğumuz, Şahin Uruk’un ilk kitabı olan ve ilk olarak 1996’da yayımlanan “Kadıköy Felsefesine Giriş” isimli kitabı...

10 Ocak 2020 - 13:08

Beste NÂSIR ([email protected])

Yeni yılın ilk yazısı bu yazı. Bunun için öncelikle yeni yıldan beklentileri sıralamalı: 2020 hepimiz için huzurlu, güvenli, adaletin gerçekleştiği (herkesin hak ettiğini aldığı), umudun yüzünü gösterdiği, emeğin değerinin anlaşıldığı ve karşılığının da tam ve zamanında verildiği, hayallerin gerçek olduğu, barışın ve paylaşımın çoğaldığı bir yıl olsun umarım. Bu bir yıl içinde yapmak istediklerini planlayan herkese yol açıklığı ve bol şans...

Peki, bu ay köşemizde hangi kitap var? Bu ayki konuğumuz, Şahin Uruk’un ilk kitabı olan ve ilk olarak 1996’da yayımlanan “Kadıköy Felsefesine Giriş” isimli kitabı. Kitap “Bir Rock’n’ Roll Yolculuğu” alt başlığını taşıyor. Evet, kitabın tamamında isimsiz bir erkeğin yolculuklarına tanık oluyoruz, ama “Kadıköy’ün felsefesi” nerede acaba? Bana kalırsa, kitabın ismiyle içeriği arasında net bir bağlantı görülemiyor; zaten, kitabın isminin tam olarak neye vurgu yapmak istediği de pek açık değil.

Bütün bunları bir kenara koyarak kitabın içeriğine odaklandığımızda elbette önemli kısımlar da var.

“Onun da insan olduğunu söyledik”

Başkahraman ve arkadaşı Haldun Beyoğlu’nun ara sokaklarında, yol kenarında yerde yatan bir adama yardım ediyorlar mesela. Başkahramana kulak vererek olayın detaylarına bakalım isterseniz: “(...) Beyoğlu’nun ara sokaklarındaydık. Biraz ilerledikten sonra yolun kenarında birini yerde yatmış olarak gördük. Göbeği şişmişti. (...) Yanından arabalar zor geçiyordu. Haldun’la şaşırdık. Niye kimse ilgilenmiyor dedik (...). 20 metre geçtikten sonra birbirimize baktık ve geri döndük. ‘Yardım edebilir miyiz?’ diye sorduk adama. Tabii ki duymuyordu. (...) Çamur kokuyordu. Oradaki esnafa sorduk. ‘Bize ne’ dediler, ‘her gün içiyor’. Biz de onun da insan olduğunu söyledik. Bir şeyler yapmamız lazımdı. Orada genç bir çocuk biraz para verdi, onu hastaneye götürmeyi düşündük”. İşte, insan olabilmenin ne demek olduğunu bu birkaç cümle gayet açık anlatıyor bize. Zaten, insanlaşabilmek dediğimiz şey de, her zaman, çoğunluğa rağmen, yalnızca çok az kişinin yaptıklarında kendisini gösteriyor. Aslında, bir yönüyle burada olduğu gibi, her tek durumda, insana yakışanın ne olacağını göz önüne alarak, ne yapılması gerekiyorsa onu yapmak demek insan olabilmek; çünkü ancak bu yapıldığında insan dediğimiz canlının diğer canlılardan farklılığı açığa çıkabiliyor.

Şahin Uruk, genelleme yaparak, başkahraman aracılığıyla, 90’lar gençliğinde duygunun yokluğundan da yakınıyor. Kitabın bir başka önemli kısmı da burası. Bunun doğru olmadığını gösteren pek çok örnek elbette var, ama yine çoğunluğa bakarak konuşacak olursak duygunun yokluğu sadece 90’larda değil bütün dönemlerde insana yapışan bir sorun. 1990 yılında iki sene askerlik yapıp geldikten sonra şunları söylüyor başkahraman: “(...) Çok gereksiz olanlar vardı. Bilinçsiz yaşıyordular. (...) aylak aylak dolaşıyorlardı. Hepsi sorunlu gözüküyordu ama baktığımda hiçbir sorunları yoktu. Çok akıllı olduklarını sanıyorlardı ama bence diğer insanlardan farkları yoktu. Hep çıkarları olan şeyler peşindeydiler. Birbirlerini kullanıyorlardı. Birbirlerine yararları yoktu. (...) 90 döneminin kız ve erkeklerinde duygu yoktu. Onun için ilişkileri çarpık çurpuktu”. Haliyle, birbirini kullanan, karşısındaki araç olarak görüp kendi çıkarları için her şeyi yapmayı göze alanların hem romantik ilişkisi hem de kişisel ilişkileri uzun süreli olamaz. Böyle bir durumda “duygunun yokluğu” sorununun ortaya çıkması da hiç şaşırtıcı değildir. Bunun için, ne türden olursa olsun, bir ilişkinin içinde olduğumuzda her şeyden önce aklımızda sürekli bulundurmamız gereken şey, insanın araç değil amaç olduğudur. İnsanın amaç olması da, kısaca, herhangi biri için yaptıklarımızın onun için başlayıp onda bitmesi anlamına gelir.

Kadıköy’den izler

Hayatını takı yapıp satmakla geçiren, günlük yaşayan, bol bol gezen, dolaşan ve hayatının böyle geçmesinde hiçbir sorun görmeyen, hatta gayet mutlu olan başkahramanının Kadıköy’de yaşamasa da sıklıkla Kadıköy’e gidip geldiği kitapta, Yoğurtçu Parkı, Kızıltoprak, Moda Sineması, Kalamış, Bahariye, Feneryolu, Akmar Pasajı kendilerine yer buluyor bulmasına, ama buralarla ilgili detaylı belirlemelerle, saptamalarla karşılaşamıyoruz. İsimlerini gördüğümüz bu yerler, sadece isim olarak başkahramanın ve arkadaşlarının çeşitli nedenlerle uğradıkları, bu arkadaşlardan bazılarının buralarda yaşadıkları ya da iş yaptıkları yerler olarak gözlerimizin önünden geçip gidiyor.


ARŞİV