İyi kitaplar çok okunsunlar, hep​ okunsunlar!

Gazete Kadıköy’de yeni bir röportaj serisine başlıyoruz: Dört Yanımız Kitap. Kadıköy Belediyesi’nin ortaklarından biri olduğu, T.C. Dışişleri Bakanlığı Avrupa Birliği Başkanlığı tarafından yürütülmekte olan Ortaklıklar ve Ağlar Hibe Programı kapsamında hibe almaya hak kazanan, Türkiye Yayıncılar Birliği tarafından kurulan OKUYAY Platformu’nun hazırladığı bu dizide yazarlar eşliğinde Kadıköy kitapçılarını, Kadıköy sahaflarını ziyaret edeceğiz. Kültür dünyamıza katkıları, şekillendirdikleri okurlar, müthiş tesadüfler, unutulmaz karşılaşmalar, kitaplarla geçen yıllar...Odağımız kitapçı ve sahaflar, pusulamız kitaplar, ilk konuklarımız Gergedan Kitabevi’nden Rüyam Yılmaz ve yazar Abidin Parıltı.

02 Ekim 2020 - 12:31

Nazlı Berivan Ak

İlk durağımız olan Gergedan Kitabevi, Kadıköy’ün uğrak kitabevlerinin başında geliyor. Kurgudışına, şiire, öyküye, nitelikli yayıncılığıyla öne çıkan yayınevlerinin arşiv kitaplarına raflarında geniş yer veren bir kitabevinden söz ediyoruz. Yalnızca kitap alışverişi için değil, kitaplar üzerine sohbet için, kitap dedektifliği yaparken danışma ve yönlendirme almak için de Gergedan Kitabevi okurlar için önemli bir adres.

- Rüyam Hanım, yazın son günlerinde Gergedan Kitabevi’nin bahçesindeyiz, kitabevinin başlangıç hikayesiyle sohbetimize başlayalım isterim.

Teşekkür ederim. Gergedan Kitabevi’ni Tarık Kaşkal kuruyor 1991 yılında. Gergedan edebiyat dergisinin kapandığı sıralarda bu kitabevi fikri var aslında. Adını da bu çok önemli dergiden alıyor. Enis Batur’la görüşüyor Tarık Bey. Kitabevinin logosu ve ismine karar veriyorlar böylece. Elbette Ionesco’nun Gergedanlar oyunu da aklımızda.

- Sizin Gergedan’la buluşma hikâyenize geçelim. İyi bir okur olduğunuzu, kitapları, özellikle edebiyatı yakından takip ettiğinizi biliyorum.

2008’de dâhil oldum ben. İnsan kaynakları alanında çalışıyordum. Bir yandan da kitabevinin müşterisiydim ve kitaplara, edebiyata çok ilgiliydim. Devretti bana Tarık Bey bir noktada, emekli oldu, geçen yıl da ne yazık ki kendisini kaybettik. Kitapçılık bir meslek ve ben de bu mesleği yapıyorum. İşletme mezunuyum aslında. Edebiyatı hep seven biri oldum, meslek olarak kitapçılıkla da bu sevgimi birleştirdim.

- Okur alışkanlıkları konusundaki gözlemleriniz nelerdir, bunu sormak isterim. Çok farklı profillerde okurların geldiğini biliyorum Gergedan Kitabevi’ne. Ellerinde listeleriyle kitap almaya gelenler, raflar arasında kaybolanlar, size danışıp alacağı kitaba karar verenler...

Üç tür de var dediğiniz gibi. Fikrimizi soran, önerdiğimiz kitapları alan, devamında da dönüş yapan okurlarımız çok. Aslında okurlarınızın neler sevdiğini anlıyorsunuz zaman içerisinde. Neyi almış, neyi sevmiş, hangi yazarı iyi bulmuş, hangi hikâyeden etkilenmiş, süreç içerisinde bir hafıza oluşuyor. Elinde listeyle gelen de çok oluyor: Okuma grupları, kitap kulüpleri, arkadaş grubuyla toplu okuma yapanlar sık sık geliyor kitapçımıza. Bağımsız kitapçılardan kitap almaya özen gösteren okurlar var bir de. Listelerini bırakıyorlar, birkaç gün sonra gelip kitaplarını alıyorlar.

- Kitap kulüpleri, okuma grupları konusunu biraz daha açalım isterim, okuma kültürünün önemli bir parçası bu oluşumlar… Kadıköy özelinde de birçok okur grubu var, sosyal medya paylaşımlarından takip edebiliyorum.

Kesinlikle öyle. Yıllar içinde oturmuş arkadaş grupları aslında. Her ay bir kitap seçiyor ve tartışıyorlar. Moderatörle, yazarla, bir hocayla devam edenler de var. Belli bir konsept belirliyorlar, belli bir ülke, belli bir tema, belli bir konu seçiyorlar. Ve okumalarını yapıp devamında bir araya geliyor, tartışıyor, fikir alışverişi yapıyorlar.

“TAŞINSA DA KİTABINI BİZDEN ALANLAR ÇOK”

- Tamamen tesadüf eseri kitabevinizi keşfedenler oluyor mu?

Çok sık olmasa da evet. Çok eski müşterilerimiz var bizim doğrusu. Kadıköy’den taşınmış ama hâlâ bize gelen, kitaplarını bizden alan çok okurumuz var. Ya da İstanbul’dan bir süre uzaklaşıyorlar, Bodrum’a, Datça’ya kitaplarını yolluyoruz. Avrupa’da yaşayan müşterilerimiz var. Bize liste gönderiyorlar, biz kitaplarını hazır ediyoruz.

- Gergedan Kitabevi’nin bir diğer özelliği de çoğu bağımsız kitapçıda olduğu gibi kitaplarla eşitlikçi bir ilişki kuruyor olması. İyi kitap kendine yer buluyor, yayınevinden, pazarlama çalışmalarından, tanıtım faaliyetlerinden bağımsız olarak.

Elbette. Okurlarımız arasında bizdeki seçkiyi beğendiği için bizden kitap alanlar var. O konuda iddialıyız. Yayınevleriyle özel anlaşmalar yapmıyoruz; raflar, vitrin, baza çalışması için yayınevleriyle çalışmıyoruz. Kendi seçkimizi koyuyoruz. Açıkta gördüğünüz tüm kitaplar, bizim seçtiğimiz kitaplar. Az satan ama kıymetli, gözden kaçan kitapları da iyi sergiliyoruz.

- Her kitabevinin özellikle okunsun istediği başlıklar, yazarlar vardır. Sizin de raflarınıza baktığımda sevdiğiniz, önemsediğiniz kitapları öne çıkardığınızı görüyorum.

Çok az yerde olan, sınırlı sergilenen, okura ulaşamayan kitaplar var. Kitapçının önemi de burada işte. Kitapçıysanız bir hissiyata sahip oluyorsunuz, insanlara iyi kitaplar ulaşsın diye çaba gösteriyorsunuz. Böylece okurlar yepyeni yayınevleri, yazarlar, kitaplar keşfediyorlar.

- Kitabevlerinin sosyalleşme alanları da olduklarını biliyoruz. Gergedan Kitabevi için de aynı şey geçerli mi, okurlar hem kitap hem de kitapseverlerle bir araya gelmek için Gergedan Kitabevi’ni tercih ediyor mu?

Kesinlikle. Pandemi çok şeyi değiştirdi. İçerde sandalyemiz yok artık, önceden vardı, gelip uzun uzun oturup çay kahve ikram ettiğimiz, sohbet ettiğimiz okurlarımız olurdu. Salı sohbetlerimiz olurdu, başta Kadıköylüler, büyük ilgi gösteriyordu. Şimdiyse şeritler çektik, sosyal mesafeye özen gösteriyoruz. Arkadaşlıklar dostluklar kuruluyor elbette burada. Dostlarımız arasında yazar, çevirmen, editörler var. Onları burada görüp sohbet etmek isteyen okurlarımız oluyor, burada başlayan dostluklarını dışarıda da devam ettiren çok okurumuz var.

- Pandemi döneminde okuma alışkanlıklarında, okurlarda farklılıklar, değişimler gözlemlediniz mi?

Bazı sadık okurlarımız konsantrasyon güçlüğü yaşadıklarını söylediler bu dönemde. Çok verimli geçirenler de oldu salgın günlerini. “Çok iyi okudum, bana yaradı,” diyen okurlarımız var.

- Okumayı destekleyecek her girişimin önemli olduğunu belirtiyorsunuz.

Evet. O kadar düşük ki okuma oranı, kitap da o kadar az satılıyor ki, kitapları ne kadar insan tanıtır ve haklarında ne kadar çok konuşursa o kadar iyidir. Türkiye’de kitap çok pahalı diyor okurlar, anlatmaya çalışıyorum, yazar o kitabı yazmak için onlarca, yüzlerce kitap okuyor, çalışıyor. Çok seyahat etmek, araştırma ve çalışma yapmak gerekiyor. Devamında birileri edit ediyor, birileri tasarlıyor, birileri basıyor. Maliyetler, dolayısıyla fiyatlar da elbette bu emeklerle şekilleniyor.

“HER KİTABA EŞİT DAVRANIYORUZ!”

- Kitapçının okumanın yaygınlaştırılmasındaki etkisini nasıl değerlendirirsiniz?

Her yayınevine eşit uzaklıktayız. Bize bir iltimas geçiyorlar mı geçmiyorlar mı, bunlara bakmaksızın her yayınevinin kitabını bulundurmaya çalışıyoruz. Bir yayınevine, bir holdinge, bir kuruma bağlı olmadan çalışınca eşit davranıyorsunuz her yayınevine ve her kitaba.

Görünürlük, sergi sorunu yaşayan, çok satmayan ama Gergedan'da özellikle okurla buluşması için ön plana çıkarılan kitaplardan oluşan raf çalışmalarınız var, Başka Yerde Çok Satmayanlar. Gergedan'ın bu seçkileri özellikle dikkat çekiyor. 

Evet, bu bölüm Eylem Hanım'ın eseridir. Zaman içinde görünmez olan ya da farklı kitaplar arasında kaybolup okura ulaşamayan çok sayıda önemli başlık, önemli kitap var. Bu kitapların görünür olması, okura ulaşması için kitapçıda böyle düzenlemeler yapıyor, iyi kitabı okuruyla buluşturuyoruz. Bağımsız kitapçının farklılık yaratan özelliklerinden birinin de bu olduğunu düşünüyorum. Söyleşimiz boyunca kullandığım "biz", sekiz yıldır birlikte çalıştığım Eylem Rakıcı ile yaptığımız çalışmaları karşılıyor, biz iyi kitapların hep okunmasını, çok okunmasını önemsiyoruz.

- Sohbetimize başlarken aktardığınız notunuzu, okurlar için burada tekrarlayın isterim, önemli bir noktaya değindiniz.

Semtimizde bağımsız kitapçımız yaşasın diyorsanız her yerde bulunan ve çoksatan kitapları da bağımsız kitapçıdan alın. Okurlar maalesef yeni çıkanları zincir mağazalardan ya da internetten alıyor, zor bulunan kitabı ise bizden bulmaya çalışıyor. Böyle bir bilinçlenme olursa dergi, kitap çeşitliliğini artıracak gücümüz olur.

- Son soru... Kitap okumaya yeni başlamış, okuma alışkanlığını yeni kazanan amatör okur olarak tarif edeceğimiz okurlara hangi kitapları önerirsiniz, rafınızın olmazsa olmaz kitapları hangileridir?

Favorilerimi sıralayayım: Gürsel Korat’ın Unutkan Ayna’sı, Murjel Barbery’den Kirpinin Zarafeti ve Eric-Emmanuel Schmitt’ten Bayan Ming’in Hiç Olmayan On Çocuğu.

“Böyle şeyler ancak sahaflarda olur...”

Kitapçı ziyaretim sırasında bana eşlik eden Abidin Parıltı’yla da bağımsız kitapçıların hayatındaki, yazarlığındaki, okurluğundaki izlerini sordum. Parıltı hem okur, hem yazar, hem de bir dönem kitapçılık yapmış bir isim.

- Bağımsız kitapçı deyince gözünün önüne gelen ilk görüntüler, hatırladığın ilk sahneler hangileri? Okurluğunun ve yazarlığının en kritik dönemeçlerinde hep kitapçılar olmuş hayatında.

Bağımsız kitapçı ve sahaf deyince aklıma ilk gençlik zamanlarım geliyor. Yirmili yaşlarıma kadar ders kitabı dışında neredeyse hiç kitap okumadım. O güne kadar çalıştığım gerekli, gereksiz onlarca işi geride bırakıp İzmir’de bir dershanenin çay ocağında çalışmaya başlamıştım. Dershaneye gelen öğrencilerin ellerindeki kitaplara gözüm takılırdı. Gün gün kitaplara karşı iştahım kabardı. Kitap almak, okumak istiyordum ama param yoktu. Bu yüzden bir kitapçıda çalışmak istedim. Bunu ancak bağımsız bir kitapçıda ya da sahafta gerçekleştirebilirsiniz. İzmir’in önemli kitabevlerinden Ercan Kitabevi’ne gittim. Neler okuduğumu sordu. “Hiçbir şey” demedim. Öğrencilerin ellerinde gördüğüm kitapları aklıma getirdim ve saydım. Aklına mı yattı yoksa bende bir ışık mı gördü bilmiyorum ama işe başladım. Rafları silerek, kitapların arka kapak yazılarını, beğendiklerimi akşamları eve götürüp okuyarak başladım. Ustamız kâğıtlara kitap isimleri yazar ve bize kitapları bulmamızı isterdi. Kim önce bulursa o çalışkan çırak olurdu. Böyle böyle raflarda olan olmayan neredeyse her kitap hakkında fikrimiz oluştu.

- Rüyam Hanım sevdiği kitapları anlatmayı ve paylaşmayı sevdiğinden söz etti, senin de benzer bir yaklaşımın oldu zannediyorum kitapçılık döneminde.

Elbette. Gelen okurlara sevdiğimiz kitapları önerirdik. Ülkede çok satanlar değil, bizim sevdiğimiz, etkilendiğimiz kitaplar çok satardı. Bir gün bir yayıncı aradı ve şöyle dedi: “Çok merak ettim, falanca kitabımızı neden bu kadar satıyorsunuz? Ben tüm Türkiye’de bu kadar satmadım.” Cevap ise basitti. “Çünkü sevdik.” Bu da ancak bağımsız kitapçıda olur.

- Yazın dünyasına giriş zamanlarında da özellikle Kadıköy kitapçılarını sık sık ziyaret ettiğini biliyorum.

Elbette. Yıllar sonra yazar kimliği ile hayatımı devam ettirmeye karar verdiğimde de bağımsız kitapçılardan, sahaflardan kopmadım. İstanbul’a taşınmıştım. Kadıköy’deki sahaflar ve kitapçılar sürekli uğradığım, kitap karıştırdığım, tavsiyeler aldığım yerler oldu. Bir gün Kadıköy’deki bir sahaftan aldığım bir kitabın içinden sarı, sararmış bir defterden koparılmış bir sayfa buldum. Bu da ancak sahafta olur. Kalp kırıklığı ile yazılmış bir mektup vardı. Sayfanın arkasında da Shakespeare’in bir şiiri yazılıydı. Şiir bir ayrılık hediyesiydi ama gelecek tasarımı ile ilgili öğütlerle doluydu. Ben o sayfayı hangi eve taşınsam çalışma masamın yanındaki duvara yapıştırdım. Benim için her defasında bir ışık çakımı olurdu. Sonra nasıl olduysa kaybettim. Belki bir kitabın arasında bir sahafa satmışımdır ve şimdi bir başkasının duvarında asılıdır. Umarım öyledir.

- Bağımsız kitapçıların okurun iştahını kabartan, okuma hevesini besleyen bir yönü olduğunu söylersin hep.

Kendi hayatımdan yola çıkarak bunu rahatlıkla söyleyebiliyorum. Zincir kitabevlerinden kitap aldığımı hatırlamıyorum. Hiç tercihim olmadı. Bugüne kadar internet kitapçılarını saymazsak bağımsız kitapçılardan ve sahaflardan kitap edindim. Bu ilişki biçimi hep hoşuma gitti. Her defasında yeni kitapların keşifleriyle oradan ayrıldım. İştah kabartan, heyecanlandıran tavsiyelerle eve döndüm. Bulamadığım ya da baskısı tükenmiş kitapları, onlar benim yerime uğraşıp buldu. Yazdığım kitapları ve geçen yıl çıkan ilk romanım Koz’u raflarında ya da tezgâhlarında gördüğümde hep heyecanlandım. Biliyordum ki kapıdan bir okur girecek, kitabı raftan alıp inceleyecek, belki birine hediye edecek, belki kendisi okuyup, onunla biraz zaman geçirecek.


ARŞİV