İlk Türk kadın seyyah: Fatma Meral Sever Horne

Sosyolog, seyyah ve batik sanatçısı olan, halen Antalya’da yaşamını sürdüren Fatma Meral Sever, ülkemizin ilk gezgin kadını...

11 Mart 2021 - 11:25

Basında eskiden çokça rastladığımız ‘arka sayfa güzeli’ geleneğini geri getiriyoruz ancak büyük bir farkla! Alanında ilk’lere imza atmış, ‘kadınlar yapamaz’ denilen mesleklerdeki cinsiyetçi kalıpları kırmış, cesur ve azimli kadın kahramanları tanıtacağız size. Onlar, bizlerle bu topraklarda yaşadı, mücadele etti ve başarılar kazandı. Lakin erkek egemen tarih anlayışı çoğunlukla onları yok saydı. Bu kadınları tarihin tozlu sayfalarından çıkarıp, kamuoyunun yeniden dikkatine sunmayı hedefliyoruz. Buyurun tarih yazan kadınların öykülerine…

1940’ta İstanbul Bebek’te doğdu. İlkokulu çeşitli nedenlerden dolayı 5 ayrı okulda tamamladı. Liseyi bitirdikten sonra, kültürlerarası bir değişim programıyla bir süre ABD'de bulundu. Ardından İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden mezun oldu. 68’de gezginliğe başladı; 12 yıl boyunca 40'tan fazla ülkeyi gezdi. Bulabildiği her türlü araçla - araç olmadığında da yürüyerek-  ağırlıklı olarak Asya ülkelerini ziyaret etti. Kimi zaman bu yerlerde yaşadı. Gittiği yerlerde sadece bir ‘turist’ olmadı. Örneğin 1970 yılında Endonezya’dayken, Java’da bir ayda batik sanatını öğrendi. Türkân Saylan'ın ricasıyla Türkiye'de batik dersleri verdi. Himalayalar'a 14 kez gitti, her biri 6-7 hafta süren yürüyüşlere çıktı. Hindistan'da 3. sınıf tren ile bir yıl gezdi. Avustralya'nın Sidney şehrinde kurs açtı. Eşi, Yeni Zelandalı ressam Guy Horne ile de burada tanıştı. Tüm bu gezileri sırasında onlarca fotoğraf çekti, Hürriyet gazetesine seyahat yazıları gönderdi. Bu yazılar 1968-72 yılları arasında gazetede ‘‘Bir Turist Kızın Not Defteri/ Ver Elini Asya’’ adı altında yayımlandı. 

“SEYYAHLIK, ZAMANSIZLIK DEMEK”

Kendini yolda tanıdığını söyleyen Fatma Meral Sever Horne, sosyolog olmanın verdiği gözlem gücüyle seyahat ettiği yerlerin bazılarından kısa sürede geçip giderken, kimilerinde bir yıl kalmış. Gittiği yerin yaşam ritmine uyum sağlamış. Çünkü ona göre seyyahlık, ‘Kendi zamanınla gezmemen gerektiğini öğrenmek’ten geçiyor; “Bir anda zaman kayıyor,  zamansızlığa geçiyorsunuz seyyahlıkla.”

Meral Hanım, ‘Pazartesi’ dergisinden Nilgün Çetinalp Erentay’a 99’da verdiği röportajda ‘yollara nasıl düştüğünü’ şöyle anlatıyor: “İngiltere'de kampta tanıştığım Yarı Maori kökenli Yeni Zelandalı arkadaşım bir yıllığına kara yoluyla Asya'ya gitmek istediğini ancak korktuğunu söyledi. Birlikte yola çıkmaya karar verdik. 1968 yılı, 28 yaşındayım. Hürriyet’e gidip Necati Zincirkıran'la görüştüm; ‘Asya'ya gidiyorum. Oradan yazı göndersem ister misiniz?’ dedim. Sordu: ‘Hiç yazdınız mı?’ Hayır. ‘Hiç fotoğraf çektiniz mi?’ Hayır. Güldü. Dört yüz dolar, bir Agfa makina ve 100 metrelik 400 asa film verdi. Afganistan'dan başlayarak göndermeye başladım yazıları. Bir yazım, yolculuktaki 50 günümü karşılıyordu hemen hemen. Bir yıl diye çıktığım gezi, sekiz yıl sürdü.”

KAFİRLER KÖYÜ’NE NEDEN GİTMEDİ?

 “Özellikle Asya'nın çok önemli bir yeri var bende. Asya'da yaşadıklarım beni Türk kadınlığımla buluşturdu” diyen Sever Horne, bunu şu örnekle açıklıyor:

“1969 yılı. Kuzey Pakistan'dayım. Shitral Vadisi denilen bir yerde halen Şaman geleneklerini sürdüren çok ilkel bir köy var. Adı Kafirler. Kadınlar menstrüasyonları sırasında, yaşadıkları evden alınıp başka bir eve konuluyorlar. Bunları gözlemlemek üzere yola çıktım. Pakistan Havayolları ile Hindikuş Dağları'nın ortasına indim. İlkbahar olduğu için turistler yok. Cip tutmaya param yok. Ben de yürürüm dedim. Ara bir noktada konakladım. Orada Kafirler Köyü'ne gitmekten vazgeçtim. Dışarıdan gelip yaşamlarına burnumu sokarak, ‘Regl olanların kondukları özel ev nerede?’ diye sormanın doğru olmadığı düşüncesi ağırlık kazandı benliğimde. Oraya kadar yürüdüğüm yol da bana bunu öğretti. Yönümü geri çevirdim. (…)  Bisiklet üzerinde genç ve bürokrat tipli bir Pakistanlı geçiyor yanımdan. Beni çay içmeye davet etmez mi? Çay! Dağ başında! Bunca gerilimden sonra ne güzel geldi o söz. Geniş bir avluya girdik. Hemen bir insan duvarı oluştu çevremizde, her zaman olduğu gibi. Bana herkesi tek tek isimleriyle tanıştırdı. Derken genç ve güzel bir kız çayları getirdi.15-16’sında. ‘Bu kim’ dedim. ‘Karım’ dedi. ‘Adı ne’ dedim. ‘Bilmiyorum, babası söylemedi’ dedi. Peki nasıl sesleniyorsunuz ona diye sorduğumda, ‘Canım, şekerim’ diye yanıtladı. Ne kadardır evlisiniz soruma ise, ‘Yedi aydır’ demesin mi? Kendi kendime dedim ki, ‘Behey Fatma Meral, sen 1969 yılında dağ başında bile böyle özgürce Fatma Meral adıyla dolaşabiliyorsan bunu babandan önce Atatürk'e borçlusun! Ben o güne kadar, modern bir insan olan babama bu özgürlüğümü borçlu olduğumu düşünüyor idim.”

“HER YENİ GÜN, YENİ YOL”

Peki Meral hanım, bunca gezginlikten sonra yerleşik düzene nasıl geçebilmiş? Yanıt veriyor: “Yerleşik düzene geçmiş gibi görünsem de, bu görüntüde böyle. Aslında her yeni gün bir yoldur benim önümde. Sabah kalkar, çayımı koyar, ‘Hadi bakalım Meral’ derim kendime. Eşimle Avustralya'da tanışmıştım, o da bir yolcu!... 25 yıldır benimle birlikte Türkiye'de. Asya'dan dönüşte İstanbul'da hiç kalmadık; önce Marmaris, sonra Bodrum, daha sonra Muğla ve son durak Antalya. Bodrum'da yaşarken ekim ayında bir pansiyona yerleşir, mayısta çıkardık. Yaz aylarında ise tam bir göçebeydik. Öyle bir ev, yerleşme falan yok. Her tarâfta kazanlar, kovalar, boyalar. Günde yüz kova taşıyorum. Diğer yanda da çocuk bezleri yıkıyorum. Batikle uğraşıyorum. Oğlum dört yaşına geldiğinde bir gün ‘Anne, bunlardan hangisi bizim evimiz?’ dedi. Anladık ki bir ev gerek. Yıl 1981. Bir ev edindik.(…)”

BATİK VE KADINLIK

“Batik sanatını 1970'te Endonezya'da bir ayda öğrendim. Benim için önemli bir sentez oldu, bana sistematik düşünceyi öğreten Batı uygarlığı ile bizim sanatsal üretimimizin  buluştuğu bir sentez. Daha sonra Avustralya'nın Sidney kentinde kurs açtım. Eğittiğim öğrenciler lise ve üniversitelere batik dersini soktular. Türkân Saylan'ın ricasıyla Batman'a giderek, orada yedi genç kadına batik öğrettim. Bugüne değin 10 bin elbise boyadım. Kadının giydiği kıyafetin dışında durmaya ve Anadolu kadınının yanında olmaya karar verdim. Kadının içinde rahat olmadığı bir giysi ile özgürlük arayışı örtüşebilir mi? Kadının şıklığı öncelikle rahatlığıdır. Kendi beğenisini, düşünce gücünü, kendi takılarını oluşturmada kullanabilir pekâlâ. Anadolu kadını niçin rehberlik etmesin bize? Onun oyalarda, yazmalarda, çevrelerde yakaladığı eşsiz renk uyumu bir Picasso, Monet, Matisse, Van Gogh ile boy ölçüşebilecek güzellikte.”

Kaynakça: Vikipedia, ekmekvegul.net, Pazartesi dergisi, TRT-İşim Hayatım belgesel serisinin ‘Seyyahın Renkleri’ adlı bölümü


ARŞİV