Kaf Dağı’nın ardından Kadıköy’e

160 yıl önce yaşanan Büyük Çerkes Sürgünü’yle Kadıköy’e göç eden Çerkesleri konuştuğumuz yazar Elbruz Aksoy, “Kadıköy’ün Çerkesler için bir hafıza mekân olduğunu düşünüyorum” diyor

17 Mayıs 2024 - 11:23

Güzel ülkeleri, güzel atları ve evleri vardı… Kaf Dağı’nın ardındaki ülkelerini bırakıp yolları düştüler. Çoğu göç sırasında öldü, Karadeniz’in karanlık sularına gömüldü…  1864 Büyük Çerkes sürgünün üzerinden tam 160 yıl geçti. Osmanlı’nın dört bir yanına dağılan Çerkeslerin yurt edindiği yerlerden biri de Kadıköy’dü. Yazar Elbruz Aksoy'la Büyük Çerkes Sürgünü ve Kadköy’e  yerleşen Çerkesleri  konuştuk. 

ÇERKEZ DEĞİL ÇERKES

İlk önce isimden başlayalım. Çerkes mi Çerkez mi? TDK neden Çerkez diyor? Ve Çerkes derken kimleri kast ediyoruz?

Çerkes terimi, kedi dilinde ‘Adığe’ olarak adlandırılan Kuzey Kafkasyalı bir etnik grup için kullanılmaktadır. Bu terimin İngilizce karşılığı ‘Circassian’, Almanca karşılığı ‘Tscherkessen’, Rusça karşılığı ‘черкес’ yani Çerkestir. 15.yüzyıl’dan itibaren Osmanlı evraklarında da Çerkes olarak geçmiş, 1 Kasım 1928’de Latin alfabesine geçene kadar da yine ‘s’ ile yazılmıştır. Sonrasında TDK neden ‘z’ ile kullanmaya başlamıştır, bilemiyorum. Umalım ki TDK bir halkın kendini yüzyıllardır tanımladığı haline geri dönsün. 

Kökleri tarihi Çerkesya’ya uzanan, Çerkesçe konuşan ve kendini Çerkes olarak tanımlayan halka Çerkes denir. 1864’te Çerkeslerle birlikte Abhazların, Çeçen, Dağıstanlı ve Osetlerin de sürgün edilmesi Osmanlı kayıtlarında terminoloji karmaşasına yol açmıştır. Benzer kıyafetler giyen, anlaşılmaz diller konuşan Kafkasyalıları Anadolu halkı da birbirinden ayıramamış, hepsine Çerkes demiştir. Oysa bu halklar Kafkasya’dan sürgün edilmekle birlikte, birbirinden farklı diller konuşan ve farklı etnisitelere mensup halklardı. Bugün bu karışıklık olabildiğince azalmış olup halklar; Çerkes, Abhaz, Çeçen ve Oset olarak doğru şekilde adlandırılmaktadır. 

1864 hemen hemen her yaştan Çerkes için önemli bir tarih sizin de kitabınızın adıydı. Hiç duymamış olanlar için sorayım, 1864’te ne olmuştu?

1864’ü anlamak için 16.yy Doğu Avrupa’sındaki siyasi gelişmelere bakmak gerekiyor. Çarlık Rusya’nın 1700’de Azak Kalesini Osmanlı Devletinden alması, 1763’te de Mozdok Kalesini kurmaları Kafkasya’nın işgalinin ön adımları oldu. 1783’te Kırım Hanlığının Ruslar tarafından işgal edilmesiyle Çerkesya ve Çeçenistan Rus Emperyalizminin önündeki iki büyük engel olarak kaldı. 1856’da Kırım Harbinin sona ermesiyle Rusya 200.000 kişilik ordusunu Kafkasya’ya sevk etti.

BİR MİLYONA YAKIN ÖLÜM

Rus orduları Çerkes köy ve kasabalarını yakıp, kadın ve çocuk demeden katliamlar gerçekleştirerek, veba gibi salgın hastalıkları da bölgede sistemli bir şekilde yayarak Çerkesleri tarih sahnesinden silmeye çalıştı. 1856-1864 arası 8 yıllık süreç, Çerkes Soykırımı olarak adlandırılan ve bir milyona yakın Çerkes ve Kafkasyalının hayatını kaybettiği en trajik dönem olarak kayıtlara geçti. 21 Mayıs 1864’te Soçi’de gerçekleşen son Çerkes direnişi de kırılınca Çarlık Rusya’nın tüm Kafkasya’yı işgali tamamlanmış oldu. 

Çerkesler 19.yy’da modern dünyanın gördüğü ilk büyük soykırımın kurbanları oldu. 1864 Çerkes Soykırımdan sağ kurtulanların vatanlarından sürgün edilmesi başka facialara neden oldu. Çerkesler yıkılmakta olan bir devletin meseleleriyle bir savaştan diğerine savrularak ama bir gün Çerkesya’ya geri dönecekleri inancını hep diri tutarak, Osmanlı coğrafyasında hayatta kalma mücadelesine girişti.

KADIKÖY’DEKİ ÇERKESLER

Sürgün sonrası dünyanın dört bir yanına dağıldı Çerkesler. İstanbul ve Kadıköy’e yerleşmeleri nasıl oldu? Kadıköy’de nerelere geldiklerini biliyor muyuz?

Sürgün sonrasında binlerce Çerkes başta Beşiktaş, Karaköy, Üsküdar ve tabi Kadıköy olmak üzere İstanbul’a yerleşti. 1864’te Kadıköy’e gelen Çerkeslerin barınacak ev bulana kadar rıhtımdaki Osman Ağa Camii’nde kaldıkları, daha sonra bazılarının Çerkes Paşalara ait Fenerbahçe, Erenköy ve Suadiye’deki ev, çiftlik ve konaklara yerleştirildiğini biliyoruz.  

Kadıköy ve Çerkesler deyince hangi isimler ve mekânlar aklınıza geliyor? Kadıköy Çerkesler için bir hafıza mekân mıdır?

Evet, Kadıköy’ün Çerkesler için bir hafıza mekân olduğunu düşünüyorum. 1996’dan beri yaptığım sözlü tarih çalışmalarında Kadıköy ve havalisinde yaşamış Çerkeslerin de hatıralarını kayıt altına alma imkânım oldu. Bunlardan bir kaçını sizinle paylaşayım;

Deli Fuat Paşa, II.Abdülhamit’e muhalif Çerkeslerin başıydı. Milli Mücadele döneminde Ankara hükümetini destekleyen Paşa İstanbul’dan Anadolu’ya el altından silah göndermiş, saray taraftarı Çerkesleri de Ankara hükümetine katılmaları için ikna etmişti. Paşa’nın Fenerbahçe’de Ayanoğlu Caddesinde büyük bahçesi Çerkes Teavün Cemiyeti üyelerinin toplanma yerlerindendi. Önceleri Sultanın hafiye teşkilatına yakalanmadan köşke gelmeye çalışan Çerkesler, işgal yıllarında da İngiliz istihbaratı ile köşe kapmaca oynamıştı. Kadıköy rıhtımdan, Suadiye’ye kadar uzanan muhitte Çerkeslere ait onlarca konak, köşk ve çiftlik İstanbul’dan kaçıp Milli Mücadeleye katılmak isteyen yüzlerce asker ve sivil için de barınma imkanı sağlayan mekanlar olmuştu.   

Kabasakal Mehmet Paşa Sultan II. Abdülhamid’in hafiye teşkilatının en ünlü istihbaratçılarındandı. Paşa’nın Erenköy Şemsettin Günaltay Caddesinde bulunan köşkü de Paşa 1909’da idam edilene kadar kendi gibi Sultan’a yakın Çerkes asker ve memurların toplandığı bir merkez görevi görmüştü.  

FENERYOLU’NDA MIZIKA SESLERİ

Sultan Abdülhamit’in oğlu Abdulkadir Efendi’nin Feneryolu ve Kızıltoprak arasında, tren yolunun üstünde kalan Köşkü de 1924’te el değiştirene kadar Meşrutiyet İstanbul’unun önde gelen Çerkes devlet adamları, asker ve yazarları tarafından bir toplanma yeri olarak kullanılmıştı. Mısır Hidivi Abbas Hilmi Paşa’nın eşi İkbal Hanım’a satılan köşk bu sefer de Cumhuriyet döneminin İstanbullu Çerkes aileleri için bir hafıza mekana dönüşmüştü. Kendisi de Çerkes olan İkbal Hanım, uzun boylu, dimdik bir yürüyüşe sahip, her zaman koyu lacivert ipekli bir yeldirme giyen, başını lacivert ince bir başörtüsüyle örten, köşkteki otoritesini sesinden çok mevcudiyetiyle yürüten bir hanımefendiydi. 1940’larda Kudüs’e gidene kadar köşkte İstanbul’da okumak için gelen Çerkes gençleri kalmış, mızıka sesleri köşkün bahçesinden Feneryolu’na yayılmıştı. 

Saraylı Nüzhet Feza Hanım’da Sultan Abdülhamit’in şehzadelerinden bir oğlan doğurmuş, fakat bebek vefat edince saraydan çırağ edilip Feneryolu Sokağındaki köşk satın alınıp Nüzhet Feza Hanım orada yaşamaya başlamıştı. Aslen Maşukiyeli ve Çerkes olan Nüzhet Feza Hanım 100 yaşında vefat edinceye kadar köşkte yaşamış, sağlığında Maşukiye ve Sapanca’dan gelen akraba ve komşu çocukları yanında kalarak lise ve üniversite tahsili yapmıştı. 

Göztepe Yeşilbahar sokaktaki Hasip Paşa Köşkü de hafıza mekanlarından biri olarak anılabilir. Paşa’nın güzelliği dillere destan eşi Fulyater Hanım da bir Çerkesti. Hasip Paşa eşinin beğendiği araziyi ondan habersiz satın alıp bir köşk yaptırmış, sonra onu gezmeye götürdüğünde Fulyater Hanım’ın ‘Paşam bu ne güzel köşk, kimindir acaba?’ deyince paşa cebindeki anahtarı çıkartıp ‘sizindir!’ cevabını vermişti. Köşk Seza Poh, Fazilet Gorbon ve Hayriye Melek Hunç gibi Çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti üyelerinin toplandığı bir hafıza mekan olarak 1972’de yıkılana kadar ayakta kaldı.  

Son olarak Fenerbahçe Spor Kulübünü kuran 3 kişiden biri olan futbolcu Şevkipaşazade Ayetullah Bey’den bahsetmek isterim. Harekat ordusu komutanlarından Çerkes Şevki Paşa’nın oğlu olan Ayetullah Bey Kadıköylü arkadaşları Ziya Songülen ve Necip Okaner ile 1907’de kurdukları Fenerbahçe Spor Kulübü'nün ilk genel sekreteri olmuş ve 1908-1909 yıllarında kulübün başkanlık görevini üstlenmiş bir spor adamıdır.  Fenerbahçe'nin henüz bir lokali yokken, bütün spor malzemeleri, futbolcuların kıyafet ve formaları da 1907-1910 arasında Ayetullah Bey'in Moda’daki Devriye Sokak'ta bulunan evinde korunurdu. Herkese karşı saygılı ve aynı zamanda otoriter tavırlarıyla bilinen Ayetullah Bey’in bu yapısını asker ve Çerkes olan babasına bağladığı söylenmektedir.

Bunlar dışında, Vicdan Hanım’ın Pembe Köşkü, Rukiye Sultan Köşkü, Nadir Ağa Köşkü, Ferik Sait Paşa Evi ve Mabeyinci Faik Bey Konağı da Çerkesler için Kadıköy’deki hafıza mekanlardandı.  

“HAFIZA YENİDEN KAZANILIYOR”

Çerkesler kendi kültürlerini ve kimliklerini ne kadar koruyabildiler?

Çerkesler’in büyük bir kısmı 1864’ten 1970’lere kadar kapalı sosyal yapılarını muhafaza ettikleri köy ve kasabalarda yaşamaya devam etti. Dillerini konuşup, örf ve adetlerini de akraba çevresinde ve köylerinde yaşattılar. Hatta bazı yerlerde mahkemelerini de kendi iç hukuklarına göre yapıp, ne Osmanlı ne de Türkiye Cumhuriyeti mahkemelerine başvurmadılar. 1970’lerle birlikte şehirlere göç ile birlikte korunaklı sosyal alanlarından da çıkmış oldular. Son 50 yıllık süreçte hızla şehirleşip, başta dilleri olmak üzere, kültürel değerlerini de kaybetme tehlikesi yaşadılar. Günümüz Çerkeslerinin büyük çoğunluğu şehirlerde yaşamakla birlikte internet üzerinden gelişen yeni ve dinamik bir kimliklenme sürecini de beraberinde yaşıyor, başta Çerkes Soykırımı olmak üzere yitirilmiş hafızasını yeniden kazanıyor. 

Kadıköy’de Çerkes STK’ları var mı? 

Kadıköy Bahariye caddesinde 1978’de kurulan ‘Şamil Eğitim ve Kültür Vakfı’ var. Kafkasya ve Çerkes Tarihi, kültürü alanında düzenlediği söyleşilerde her yaştan çok sayıda konuğu ağırlayarak, kültür hayatına katkı sağlıyor. Vakıf, yurtiçinden ve yurtdışından sayısız araştırmacı, akademisyen ve öğrencinin yararlandığı, Kuzey Kafkasya ve Anadolu tarih, kültür ve coğrafyasına dair 5.000’den fazla kitap, harita ve belgeye de ev sahipliği yapıyor.

Sadakatleri, savaşçı ruhları, dansları, tavuğu, peyniri, güzel kızları ve cesur erkekleri ile bilenen bir millet Çerkesler. Bunların bir kısmı da yanlış. Doğrularını sizin vasıtanızla duyurabilir miyiz?

Çerkesler diasporada yaşadıkları onlarca farklı ülkede devlet otoritesine ‘sadık’ vatandaşlar olarak bilinip, bürokrasi ve askeri alanlarda istihdam oldular. Vatanlarından sürülmüş bir muhacir halk psikolojisi ile devlet otoritesine yaklaştı ve bu otoritenin devamı için uğraştılar. 300 yılı yakın bir süre ülke savunması yapmak zorunda kalan bir halkın savaşçı ruh taşıması da yadırganmamalı. 

Yaşanan tüm acılara rağmen, hayattan kopmayan dans ve müziğini dünyanın her yerine taşıyan ve onunla kök salan bir halk Çerkesler. 

Çerkes peyniri ve tavuğu ile dünya gastronomisine katkıda bulunmuş olsa da Çerkes mutfağını sadece bu iki objeye indirgemenin büyük bir haksızlık olduğunu düşünüyorum. Çerkesleri güzel kızlar ve cesur erkekler üzerinden değerlendiren oryantalist bakış açısına katılmıyor; Çerkesleri soykırım ve sürgünlere rağmen hayata tutunmayı başarmış güçlü karakterli, vicdan sahibi insanlar olarak tanımlamayı tercih ediyorum.  21 Mayıs 1864 Çerkes Soykırım ve Sürgününü anma haftasında bize kendimizi ifade etme imkanı verdiğiniz için teşekkür eder, Aliya İzzet Begoviç’in sözleriyle söyleşimizi bitirmek isterim: 

‘Ne yaparsanız yapın soykırımı unutmayın.Çünkü unutulan soykırım tekrarlanır!’

 


ARŞİV