Kadınlar kentin neresinde?

Kadın ve kent üzerine araştırma yapan akademisyen Özge Altın ile İstanbul’un kent planlamasında kadınların yerini konuştuk. Altın, cinsiyet eşitliğini gözeterek tasarlanan kentlerde kadınların kamusal alanlara daha rahat erişebildiğini söylüyor

18 Aralık 2018 - 10:09

Değişen ve dönüşen İstanbul’da çocuklar, engelliler ve kadınlar kente ne kadar erişebiliyor? Son yıllarda özellikle akademik alanda tartışmaya açılan “toplumsal cinsiyet ve kent” ilişkisini akademisyen Özge Altın ile konuştuk. Uppsala Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Konut ve Kent Araştırmaları Enstitüsü’nde doktora eğitimine devam eden Altın, erkeklerin kentin hemen her yerine bir güvenlik veya kısıtlanma çekincesi olmaksızın gidebildiğini ancak kadınların mahalle içi, güvenlikli site, AVM gibi alanları kullanmaya mecbur bırakıldığını ifade ediyor.

“ERKEKLER KENTTE DAHA ÖZGÜR”

Kent meselesi tartışılırken çocuk, yaşlı ve engellilere ayrı bir bölüm açılır. Ama son yıllarda toplumsal cinsiyet ve kent ilişkisi de masaya yatırılıyor. “Toplumsal cinsiyet ve kent” kavramını nasıl tanımlıyorsunuz?

Son dönemde kent hakkı kavramı üzerinden kentin herkesin erişimine açık olması gerektiği bilinci giderek artıyor. Kentsel planlamada çocuk, yaşlı ve engelli ihtiyaçlarını gözeten tasarımlar yapıldıkça bu grupların da kamusal alana katılımı sağlanmaya başladı. Örneğin merdivenle ulaşılan kamusal mekan ve toplu taşıma araçlarına, engelli ve yaşlılar için yürüyüş rampası veya asansör yapılması birçok insanın buralara erişimini kolaylaştırdı. Benzer bir durum, toplumun diğer bir dezavantajlı grubu olan kadınlar ve LGBTİ’ler için de geçerli. Çünkü kamusal alanda var olan, yani en yalın haliyle, sokağa çıkan kadın yüzyıllardır toplumların düzenine tehdit olarak algılandı. Bu nedenle içinde yaşadığımız toplumsal düzen de cinsiyetçi biçimde ayrışmış bir kamusal-özel alan karşıtlığı üzerine kurulu. Kentlerde bu ayrışmanın güçlendiğini görüyoruz maalesef. Erkekler kentin hemen her yerine güvenlik veya kısıtlanma çekincesi olmaksızın gidebilirken, kadınlar mahalle içi, güvenlikli site ya da AVM gibi çok daha kısıtlı ve belirlenmiş alanları kullanmaya mecbur bırakılıyor.

Son yıllarda özellikle mimar ve şehir plancılarının özellikle tartıştığı bir konu da kentlerin erkeklerin ihtiyaçlarına göre tasarlandığı. Siz buna katılıyor musunuz?

Burada erkek bakış açışından ziyade ataerkil zihniyete, yani erkek egemenliğine dayalı bir toplumsal düzene göre tasarlanıyor demek daha doğru olur. Kentlerin bu bağlamdaki siyasi, toplumsal ve ekonomik taleplere göre tasarlandığına katılıyorum. Az önce bahsettiğim cinsiyetçi biçimde ayrışan kamusal alan ve özel alan, kentlerin planlanması ve tasarlanmasında yeniden üretilip güçlendiriliyor.

Biraz daha açar mısınız bu konuyu?

Bunun arka planına bakarsak kentlerin, iktidarın toplumla en yakın ilişki kurduğu yer olduğunu görüyoruz. Örneğin, toplumsal cinsiyet eşitliğine karşı olan muhafazakar bir yönetim, kadınların kamusal alana erişimini siyasi söylem ve yasal düzenlemelerle sınırlayarak kadının toplumdaki görünürlüğünü azaltabilir. Bu söylem ve düzenlemeler de toplumsal olarak gündelik hayatta yeniden üretiliyor. Böylelikle sokağa çıkamayan kadının eğitim ve iş olanaklarına erişimi sınırlanmış olur. Bu durum, ataerkil ve muhafazakar siyasi ideolojinin güçlenmesini; ayrıca eğitim ve iş olanaklarından faydalanamayan kadının vasıfsız ve ucuz iş gücü olarak ekonomiye katılmasına sebep olarak kapitalist sisteminin sürdürülmesini sağlar. Kenti tüm bu toplumsal, siyasi ve ekonomik bileşenlerin bir bütünü olarak ele aldığımızda, kentin erkek egemen kültürün ihtiyaçları sonucunda ve bu ihtiyaçlara göre tasarlandığını söyleyebiliriz.

“YÜRÜNEBİLİR SOKAKLARA İHTİYAÇ VAR”

Bu durumda erkekler daha özgürken kadınlar kenti sınırlı bir şekilde kullanıyor.

Mekanın tasarımını veya başka bir deyişle üretimini fiziksel ve toplumsal olarak iki aşamalı düşünebiliriz. Bu durum erkeklerin herhangi bir kısıtlama olmaksızın kenti özgürce kullanmasını sağlıyor. Örneğin yeterli aydınlatması olmayan, kuytu ve tenha olan, sokak, park veya meydanlarda çoğu erkek şiddet ve tacize maruz kalma çekincesi olmadan yürüyebilirken, bu mekanlar kadınlar için tehlikeli ve zorunda kalmadıkça kullanılmaması gereken yerler oluyor. Bu fiziksel tasarımın yarattığı dezavantajlı durum, “o saatte yalnız bir kadının orada ne işi var” gibi söylemler ve yasalarla desteklendiğinde de toplumsal bir kanıya dönüşüyor. Böylece bir kadının gece yalnız başına dışarda olması toplumun gözünde iktidardan onaylı bir yanlış olarak görüldüğü için, toplumda bu kadınların herhangi bir şiddeti “hakkettiği” fikri normalleşiyor. Bu konudaki çalışmalar da bize şu sonucu gösteriyor: Kadınların kentlerdeki park, meydan ve sokak kullanımlarında öne çıkan konular taciz, şiddet ve güvensizlik hissi.

Sokakların güvensiz olması durumu kadınları nasıl etkiliyor?

Kadınların kentin kamusal alanları arasında en çok tacize ve şiddete maruz kaldığını beyan ettikleri yer sokaklar. Kadınlar, sokaklar kendileri için güvenli olmadığı sürece, evin dışında daha sınırlı bir alan kullanmayı veya mecbur kaldıkları zaman bildiği yolları kullanmayı tercih ediyor. Güvensiz bir sokağı kullanmak zorunda kaldığında bir erkeğin eşlik etmesine ihtiyaç duyuyor, ki bu zaten başlı başına bir kısıtlanma biçimi. Daha somut bir örnek verirsem, gece yarısı bir kadının yalnız başına sokakta yürüyebilmesi için yeterince aydınlık, yürünebilir, izole olmayan ve açık bir alana ihtiyacı var. Kadınların dışarıya çıkabilmesi, kendini güvende hissedebilmesi ve güvende olabilmesi için bu gibi fiziksel düzenlemeler gerekiyor.

Bu durumda kadınlar özellikle çocuklarıyla nerelerde vakit geçiriyor ve nasıl sosyalleşiyor?

Toplumumuzda ailedeki ebeveynlik görevi kadına yüklendiği için çocukla sokağa çıkmak da erkeklere değil, kadınlara has bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Evin dışında çocukların vakit geçirebileceği yeterli sayıda ve bakımlı parkın olmaması, bebek arabasının kullanımına uygun kaldırımın ve bu arabayla binilebilecek toplu taşıma aracının kısıtlı olması da yine kentin kadınları gözetmeden tasarlandığının bir diğer örneği. Alışveriş merkezlerinde gördüğümüz çocuklu anneler bu konuya bir örnek olabilir. Park ve bahçelerin güvenli ve erişilebilir olmaması, kadınların görece rahat yürüyebildiği, bebek arabasını sürebildiği, her yeri oldukça aydınlık ve görünür olan, çocuğuna oyun alanı sunabildiği ve güvenlik görevlileri tarafından gözetildiği bu yarı-kamusal alanlara rağbet göstermesine neden oluyor. Yani aslında bu imkânlar bahçe ve parklarda sağlanır ve kentte yeterli sayıda park olursa, kadınlar boş zamanları için muhtemelen bu yarı-kamusal tüketim merkezleri yerine doğada olabilecekleri ve kamusal olan parkları tercih edecekler.

“KADINLARIN ULAŞIM TERCİHLERİ FARKLI”

Bir başka mesele de ulaşım. Kent planlamasının önemli bir parçası. Ulaşım alanında bu mesele nasıl görünüyor?

Tabii ulaşım da kent tasarımının bir parçası. Ulaşım ve toplumsal cinsiyet konusunda yapılan çalışmalar, kadınların iş ve eğitim amaçlı toplu taşıma kullanımının dahi erkeklerinkinden farklı olduğunu gösteriyor. Kadınlar çoğunlukla daha güvenli ve evlerine en yakın olan toplu taşıma araçlarını seçiyor ve dışardaki işleri bittiği anda hızlı bir şekilde eve dönüyorlar. En bilinen örnekle başlayacak olursam geç saatte toplu taşımanın olmaması, kadınların çok daha fazla karanlık ve tenha alanda yürümek zorunda kalması anlamına geldiği için dışarı çıkmalarını kısıtlıyor. Mesela gündelik hayatında toplu taşıma kullanması gereken bir kadının karşılaştığı birkaç soruna değineyim. Gece evine dönen bir kadın, gündüz kullandığı duraktan farklı olarak karanlıkta yürüme “risk”ini göze almamak için evine en yakın duraktan geçen aracı beklemeyi tercih ediyor. Toplu taşıma aracı tenhalaştığında araçtaki erkek yolcu veya sürücüyle yalnız kalmamak için inmesi gereken duraktan önce inip araç değiştiriyor. Gideceği yer ile ineceği durak arasında mesafe varsa ve bu mesafe güvenli değilse, bir tanıdığının eşlik etmesini istemek zorunda kalıyor. Çocuğuyla seyahat etmesi gereken bir kadın araçtaki insan yoğunluğu veya bebek arabasına uygun olmayan araçlar sebebiyle toplu taşımayı kullanamayabiliyor. Daha benzerlerini sıralayabileceğim bütün bu örnekler kadınların hemen her gün karşılaştığı, dışarı çıkmalarını kısıtlayan sebepler.

Peki bu güvensizlik meselesi semtler arasında farklılık gösteriyor mu?

Ben genel tabloyu anlattım size burada ama bu durum her semtte değişiyor. Başta semtin planlaması olmak üzere, semtte yaşayanların toplumsal ve kültürel konumlarıyla ekonomi ve eğitim düzeyleri bu konuyu belirleyen etkenler. Örneğin, Fatih ve Eyüp sakini kadınların yalnız başlarına daha ender sokağa çıktığını görüyoruz. Bunu da semtin fiziki ve toplumsal yapısı gereği ancak belirli giyim ve davranış biçimlerini kabul ederek yapabiliyorlar. Kadıköy ve Beşiktaş’ta ise farklı bir durum söz konusu. Hem planlamada eşitliği gözeten örnekler görebiliyoruz, hem de semt sakinlerinin sosyo-ekonomik durumunu düşündüğümüzde kadın ve erkek eşitliği fikrinin daha yaygın olduğunu görüyoruz. Bu semtlerdeki parkları, meydanları, çarşıları ve restoranları düşünürsek kamusal alanda kadın ve erkek oranının birbirine daha yakın olduğunu söyleyebiliriz. Bu da bize kadınların bu semtlerde görece daha rahat sokağa çıkabildiğini ve böylelikle toplumsal hayata katılabildiğini gösteriyor.

Kent çalışmaları yapan bir akademisyen olarak sizin çözüm önerileriniz neler?

Fiziksel düzenleme kısmından başlayacak olursam, yaya olarak rahat yürünebilecek genişlikte ve güvenlikte kaldırımların yapılması, cadde ve sokakların yeterli aydınlatılması, şehir planlamasında sokak ve mahalle aralarında dar ve çıkmaz noktalara izin verilmemesi, yürüme alanlarında tehlike anında kaçış ihtimali sunmayan yüksek ve izole duvarların inşa edilmemesi gibi önlemlerle cinsiyet eşitliğini gözeten bir kent tasarımı sağlanabilir. Ulaşım alanında da (özel araç kullanımı kısıtlı olduğu için yine toplu taşıma üzerinden gidersek) durak ile sefer sayılarını ve özellikle gece seferlerini arttırmak, çocuk arabasıyla binilebilen araçlar sağlamak, tenha sefer ve duraklara aydınlatma ve güvenlik takviyesi yapmak sorunu çözmeye yönelik öncelikli adımlar olarak düşünülebilir. Bu şekilde cinsiyet eşitliğini gözeterek tasarlanan kent örneklerinde kadınların kamusal alanlara daha rahat erişebildiğini ve böylelikle toplumsal cinsiyet açısından daha eşitlikçi bir toplum düzeni olduğunu biliyoruz.

Ama en başta da belirttiğim üzere, bu konuda fiziki düzenleme elzem olmakla birlikte tek başına yeterli olmayacaktır. Siyasi ve toplumsal söylem ve düzenlemeler kadın haklarından ve cinsiyet eşitliğinden yana olmadığı sürece bu altyapının bir anlamı kalmaz. Bu noktada yerel ve genel yönetimlerin gerekli yasal düzenlemeyi yapması ve kamuoyu oluşturması gerekli. Özellikle kentsel yönetimlerin cinsiyet eşitliğine yönelik politikalar geliştirmesi gerekiyor.


ARŞİV