Anadolu yakasının ilk gazhanesinin son müdürü

Hasanpaşa Gazhanesi’nin kapanmadan evvelki son müdürü olan, bu fabrikada yedi sene çalışan Türker Erdağ, burası hakkında bilinmeyenleri anlattı

09 Kasım 2021 - 14:19

Hasanpaşa Gazhanesi, Kurbağalıdere Havagazı Fabrikası, Kadıköy Gazhanesi, Üsküdar-Kadıköy Gaz Şirket-i Tenviriyesi…

Yıllarca farklı isimlerle aynı hizmeti verdi bu bir asırlık endüstri mirası. Şimdi de ‘Müze Gazhane’ adıyla yeniden açtı kapılarını. 

Bunlar bilinenler… Peki ya bu devasa fabrika üretimde olduğu yıllarda nasıl bir yerdi? Kimler çalışırdı? Nasıl işlerdi? Tüm bu soruları, fabrikanın faal olduğu dönemdeki son müdürü olan Türker Erdağ’a sorduk.

  • Burada çalışmaya başlamanız nasıl oldu?

Kimya mühendisiyim. 73’te İETT’de memur olarak çalışmaya başladım. Akşamları da gece üniversitesinde kimya okuyordum, gündüz iş. Okul bitince stajımı Yedikule Havagazı Fabrikası’nda yaptım. Kadroya sürveyan (işçilerin başındaki ilk kişi) olarak girdim. Asker dönüşü işletme mühendisi olarak çalıştım. Muhtıra döneminde direkt işletme şefliğine vekaleten atandım. 80 ihtilaline dek Yedikule’de görevlendirildim. Sonra tekrar Hasanpaşa’ya döndüm ve müdür olarak devam ettim. Burada 7 yılım geçti. 

HASANPAŞA GAZHANESİ, BEYLERBEYİ’NDE KURULMUŞ

  • İstanbul’da üç gazhane varmış. Bunlar neden ve nasıl kurulmuş?

Osmanlı döneminde, sarayların aydınlatılıp ısıtılmaları için kurulmuşlar. İstanbul’da Yedikule, Dolmabahçe ve Hasanpaşa olmak üzere üç havagazı fabrikası vardı. Dolmabahçe’deki, 1853’te Dolmabahçe Sarayı’nın aydınlatılması için şimdiki İnönü stadının olduğu yerde ilk fabrika kurulmuş. Hala gazometresi vardır lunaparkın orada, kimse bilmez… 1877’de Yedikule’de sokak aydınlatması için bir gazhane kurulmuş. Görevli memurlar, gaz vanasını sabah açıp akşam kapatırlarmış. 1891’de de Beylerbeyi Sarayı için o semtte ufak bir fabrika kurulmuş. Sonra buraya (Hasanpaşa) taşınmış. Burası Bostancı, Fenerbahçe gibi ekonomik düzeyi yüksek semtlerdeki evlerin ısıtılması için hizmet veriyordu.

  • Nasıl işliyordu burası?

Havagazı iki aşamalı işletilir. Önce fabrikada üretirsiniz, fabrikadan çıkışından itibaren de şebeke dediğimiz kısma şehrin içine gazın basılması işlemi olur. Havagazı, maden kömürü bin derecede kuru kuruya damıtılmasıyla elde edilir. Yan ürün olarak katran, kok gibi pek çok malzeme doğar. En değerlisi kok kömürüdür. Bu kömür, tahsislere evlere de yakmak için dağıtılırdı. Duvar izolasyonunda kullanılan katranı da satardık.

“HAVASI VAR GAZI YOK”

  • Havagazı ismi nereden geliyor?

İngilizler de Fransızlar da Almanlar da ‘şehir gazı’ der. . Osmanlı ise ‘gazla tenvir’ (aydınlatma) diye çevirmiş. Sonra zamanla tenvir kelimesi gitmiş, sadece gaz sözcüğü kalmış. Her ne hikmetse de ‘hava gazı’ denmiş. 

80’lerde Zeki Alasya-Metin Akpınar ikilisi bizimle dalga geçerdi kalorisi epey düşük diye; ‘havası var gazı yok’ derlerdi.

  • Bu devasa fabrika o zamanın koşullarında nasıl bir teknolojiyle işletiliyordu?

Buranın teknolojisi eski idi. Tamir için İngiliz ve Alman fırınlarını tamir için İngiliz ve Alman ustalar gelirdi. Bu ustalar işi yaparken bizim işçilere göstermemeye çalışıyorlardı. Biz de resmen teknoloji hırsızlığı yapıp onlardan öğrendik fırın örmeyi.

BABADAN OĞULA GAZCILIK

  • Kaç kişi çalışırdı?

250- 300 kişi fabrikada, bir o kadar kişi de şebekede görev yapardı. Çalışanlar genelde bölge insanıydı. Babadan oğula geçen bir meslek gibiydi. Baba emekli olacağına yakın oğlunu getirirdi. Fransız biri vardı, hatırlarım. Buraya dair her şeyi bilirdi. Onun da babası burada çalışmış. Çok sıkışınca onu çağırırdık. 

  • Kadın görevli var mıydı?

Evet. Ama işçi değil beyaz yakalıydılar. Laboratuvarda memur olarak görev yapan Münevver Yeşil hanımı anımsıyorum. Şebekede de birkaç kadın sekreter çalışırdı. 

BOĞMACAYA NAFTALİN!

  • Yoğun bir iş miydi burada çalışmak?

Hep çalıştığım fabrikalara yakın muhitlerde oturdum. Çünkü sabah mesai 8’de başlardı ama 5’te çıkacağımızın garantisi yoktu. En ufak arızada kalırdık burada. 24 saat kaldığımı çok bilirim. Çünkü burası asla durmaması gereken bir yerdi. 

En zor günlerimiz bayramlardı. Hele ki kurban. Odamın camından gazometreyi kontrol ederdim sürekli. Basıncın düşmemesi gerek. İnsanlar kurban keser, hayvanı yıkayacak. Sonra evine gelip banyosunu yapacak. En fazla gaz bu günlerde kullanırdı.

  • İş ve işçi sağlığı güvenliği ne aşamadaydı? 

Burası zehirlenme, ölüm tehlikesi olan bir yerdi. Benden evvel birkaç büyük kaza olmuş, iki arkadaş vefat etmiş. Benim dönemimde de iki zehirlenme vakası oldu ama neyse ki hastaneye zamanında yetiştirebildik. Tüm işçilerimize her gün yoğurt verirdik zehirlenme riskine karşı.

Burada iki büyük patlama yaşadık. Neyse ki can kaybı olmadı. Ama arka sokaktaki tüm binaların camları kırılmıştı. Tazmin ettik tabi.

  • Boğmaca olanların gazhaneye başvurduğunu duymuştum. Doğru mu?

Evet. Gazı naftalinden kurtarmak lazımdı çünkü boruları tıkardı. Naftalini toprak kazanlarında tutardık. Halk arasında bir inanış vardı; kadınlar gelip naftalin isterdi, ‘çocuğumun yastık altına koyayım, boğmaca hastalığına iyi geliyormuş’ diye. Biz de verirdik ama yastık altında çok tutmayın, faydası kadar zararı da var’ diye uyarırdık.

GAZ UYKUSU…

  • Gazhanelerde uzun zaman görev yaptınız? Sizin sağlığınız nasıl etkilendi?

Size ilginç bir şey anlatayım; yazları Heybeliada’da yaşardım. Ne zaman oraya gitsem 24 saat uyurdum. Neden diye doktora gittim, ‘Gazhanede oksijeni az aldığınız için vücudunuz ufak ufak zehirleniyor. Siz açık havaya çıkınca vücut rahatlıyor ve uyuyorsunuz…’ demişti doktor.  

Hep şu espriyi yaparım bu konuda; idam mahkumu olsam ve nasıl bir ölüm şekli seçeceğimi sorsalar havagazı derdim. Çünkü zehirlendim ben de, biliyorum. Çok güzel bir uyku hali o. Havalanıyormuş, ayaklarınız yerden kesiliyormuş gibi... 

  • Bu gazhanenin çevreye zararı ne ölçüdeydi?

Ağır bir işletmeydi, teknolojisi hiç geliştirilmemişti. Aşırı su kullanılırdı mesela. Sessiz ama  dumanlıydı. Duman da su buharı. Çünkü bin derecedeki kömürü aniden su ile soğutunca su buharı çıkardı. Çürük yumurta gibi kokardı. 

Kömürü yıkarken mecburen kir bırakıyorduk maalesef. Kanala kaçanlar olurdu, Kurbağalıdere’ye doğru… Oradaki motorlar şanslıydı. Hepsinin dibi katranla kaplanırdı, yani doğal izolasyon.

GÖZBEBEĞİM GAZHANE

  • Yıllarca çalıştığınız bu fabrikanın şimdiki Müze Gazhane hali size nasıl hissettiriyor?

Burası ilk gözbebeğim. Açılışa davet edildim. Geldim, gözlerim doldu… Keşke restorasyon süreci işlerken haberim olsaydı da ben de biraz katkı sunabilseydim, dokunulmaması gerekenleri uyarabilseydim. Mesela şurada (gazometreyi işaret ediyor) önemli bir amblem vardı buranın kuruluş tarihini gösteren. O yok şimdi… Hasanpaşa Gönüllüleri bulunmaz nimet. Onlar sayesinde buranın en azından belli bir miktarı kurtuldu. 

İtalya, Fransa’ya eğitimler almaya gittiğimde oradaki havagazı fabrikalarını ziyaret ettim. Şimdiki doğalgaz işletmelerinin genel müdürlükleri gibi. Fabrika üzerini çelik tel örgülerle kapatıp kuşların pislemesini bile önlemeye çalışmışlar. O kadar değer vermişler. Tüm fabrikalar müze ama sanki düğmesine bassan yeniden çalışacak halde…




 


ARŞİV