Küçük eylemlerin değerini anlatan film: Taksim Hold’em

Büyük konuşmaların değil, küçük eylemlerin değerini anlatan bağımsız bir film: Taksim Hold’em

10 Mayıs 2018 - 12:30

Bir Cumartesi gecesi Cihangir’de poker masası etrafında toplanmış bir grup insan. Dışarıda Gezi direnişinin sesleri… Yönetmen Michael Önder’in tabiriyle büyük konuşmaların değil, küçük eylemlerin değerini anlatan bağımsız bir film: Taksim Hold’em

30. Tokyo Uluslararası Film Festivali’nde dünya prömiyerini yapan Taksim Hold’em filminin başrollerinde Kenan Ece, Damla Sönmez, Berk Hakman, Emre Yetim, Nezih Cihan Aksoy, Ahmet Tansu Taşanlar bulunuyor. Taksim Hold’em Michael Önder’in ilk uzun metrajlı filmi.

Bir kara mizah örneği olan film, dışarıda Gezi protestoları devam ederken ve çatışmalar sürerken evlerinde poker oynamayı seçen birkaç gencin aralarındaki çekişmelere, tedirginliklere, gergin ilişkiye odaklanıyor. Filmin yazarı ve yönetmeni Michael Önder ile söyleştik.

Hikâyeyi yazarken üzerinde en çok durduğunuz yer neresiydi?

Bence bir hikâye dinlerken her zaman insan odaklıyızdır. Benim sinemada inandığım bir şey var, eğer anlatmaya çalıştığın şeyi, ya da kaba tabiriyle vermeye çalıştığın bir mesajı, eğer karakterlerinle gösteremiyorsan, onu onların ağzından söylemeye de çalışmayacaksın. Bu filmde de yapılan politik tartışmaların çoğu esasında bu karakterlerin film içinde aldıkları kararlara, yaptıklara davranışlara bağlı. Sinemada duyduğumuz değil gördüğümüz şeyin esas olduğuna inanıyorum. Taksim Hold’em tamamen diyaloğa dayalı gibi dursa da, filmin asıl ortaya çıkarmaya çalıştığı şey davranışlar. Bu karakterler konuşuyor da nasıl davranıyorlar? Onları bu davranışlara iten asıl nedenler ne? Bana ilginç gelen kısımları orası. Filmde birçok konu var dikkatimi çeken. Riya var, eylem ve eylemsizlik var, umut ve umutsuzluk ve korku içinde yaşayıp bundan hiç bahsetmemek var.

Film tek mekânda geçiyor. Başından beri böyle mi planladınız yoksa yazarken değiştirdiniz mi? Bir taraftan da tiyatro oyunu gibi...

Filmde sorulan temel sorulardan biri ana karakterin dışarıdaki olaylara tepki verip vermemesi üzerine. Adam dış dünyayla uğraşmaktansa evinde kalıp poker oynamak istiyor. Bu film doğal olarak bu mekânda geçecekti. En başından beri değişmeyen öğe oydu, hikâye tek mekân olmasını gerektiriyordu. Yapı olarak zaten klasik tiyatro metinlerinden çok esinlendim. Menander’den bu zamana seyirci beklentisinin pek de değişmediğini görüyorsunuz. Çabuk sıkılan bir varlık olması genel olarak değişmemiş. Ancak bunun tiyatro ile kıyaslanamayacağı bir detay var. Film kamerayı bir yere koyarak, kadraj ve montaj seçimleriyle seyirciyi istediği yere konumlandırır. Diyaloglar tiyatro gibi gidebilir, ama hangi replikte seyirciye ne gösterdiğiniz ve hikâyeyi hangi karakter üzerinden görselleştirdiğiniz sinemadır.

“PROTESTOLARA TEZAT BİR OYUN”

Poker masasının insan ilişkileri açısından nasıl bir temsili var?

Poker masası birkaç düzlemde çalışıyor. İlk olarak dışarıda olan protestolara karşı tezat oluşturan bireysel, kumar sanılan bir oyun. Poker aynı zamanda buradaki grup içi iktidar mücadelesini de temsil ediyor. Tüm konuşmalar poker masasında oluyor. Ve bu insanlar birbirlerini kelimelerle yaralamak isterlerken, söylediklerini gerçekten düşünüyorlar mı yoksa karşıdakini yenmek için akıl oyunu mu bunlar, anlamak zor. Son olarak da burada bir temsil meselesi var. Elinizde ne olduğunu oyunun sonuna kadar kimse bilemez. Bu karakterler de ellerinde ne olduğunu filmin sonuna kadar saklamaya ya da farklı yansıtmaya çalışıyorlar.

Normalde pokerle ilgili misiniz? Yoksa uğraştırdı mı yazarken?

Poker hırsınızı ortaya çıkarıyor. Ben çok oynamadım ama çok izledim. Erkekler oynarken pasif agresif, maço bir ortam oluyor. Herkes kendi en iyi oynadığını düşünüyor. Kaybedince niye kaybettiğini anlamaya vakit harcamıyor. Ama insan işte böyle kendi eksikliklerine kördür. Poker insanın içindeki kötü yönleri çıkarmaya müsait bir oyun.

“POLİTİK BİR FİLM DEĞİL”

Filmin hikâyesinde Gezi’yle, siyasetle de bir ilişki kuruyorsunuz. Bunu yorumlar mısınız?

Bu film benim kendi Gezi deneyimlerime dönüp bakmamla başladı. Ben orada çok güzel zaman geçirdim ve umutlandım. Sistem değişir diye değil, orada gördüğüm mizahtan, nezaketten ve yardımlaşmadan etkilendim. Sonrası yaşadığım hayal kırıklığı, beraber Gezi’ye katıldığım insanların orada göstermiş olduğu bu davranışları hayatlarına uygulamamasıydı. Bu beni üzdü. Kendimi sorguladım. Kendi içimde çok çelişen şeyler gördüm. Gezi idealleri temsil ediyor bu noktada, ama o idealler gündelik hayatımıza yansımıyorsa ne anlamı var? Ben burada bugüne dair devam eden konuları ele almak istiyorum. Bu film Gezi’yi açıklama veya yüzleşme değildir, bu “Hadi biraz samimi bir şekilde kendimize bakalım”dır. Çevremizde ya da iktidarda eleştirdiğimiz birçok davranışı kendimiz yapmaya devam ediyoruz.

Bu film politik bir film değil, tartışma anlamında. Çünkü politik tartışmalar, özellikle bu resmedilen ortamda boş bir çabadır. Burada dünyayı kurtaracak bir politik sistemden bahsedecek olsanız, o duymayan kulaklarda çöker gider. Bu film büyük konuşmaların değil, küçük eylemlerin değerini masaya yatırıyor. Bu sorunun da bir cevabı yok. Bir gün bu dünya uğraşmaya değer diyorum, bir gün de deli misin nesin, diyorum kendime.

“MİZAH DÜNYAYI KABUL EDİLİR KILIYOR”

Filmin komik yönü hakkında ne düşünüyorsunuz?

İçindeki mizah bu filmin olmazsa olmazıydı. Zaten süregelen, sonuçlarını hala yaşadığımız, kasvetini hissettiğimiz sorunları dramayla anlatmak istemedim. Komedi bir an bizi özgürleştiriyor. Bir an üzerimizde yük olan açmazlara karşı güçlendiriyor. Taksim Hold’em’i dolu salonlarda izlediğinizde kahkahalar artarak ilerliyor. Mizah bana dünyayı kabul edilir kılıyor. Bir sürü lider kendi üzerinden yapılan mizahı sindiremez. Bu da mizahın gücünü gösterir. Mizah bir toplumun akıl sağlığını korumasını sağlar.


ARŞİV