Güneş’in sesi, Güneş’in müziği…

Kadıköy’ü de müziği de çok seven müzisyen Güneş Özgeç, “Bence müzisyen olmak; müzik üzerine düşünmeyi ve müzikle uğraşmayı sevmek…” diyor

10 Temmuz 2019 - 21:50

Kadıköy’de, müzik dolu bir evde büyüdü. 7 yaşında seslendirme yapmaya, televizyon için şarkılar söylemeye ve 11 yaşında da konservatuvara girerek keman öğrenmeye başladı. Sonrasında hayatı hep müzikle dolu geçti. Rashit, Mor ve Ötesi, Direc-t, Ömer Özgeç, Şenova Ülker, İdil Biret, Suna Kan, Ayşegül Sarıca, Shlomo Mintz, İbrahim Yazıcı gibi bir çok isimle sahnede ve stüdyoda çaldı. 2009’da  TRT Çocuk’ta bir çok projede müzik yönetmenliği yaptı. Netflix  yapımı bir çok diziye sesiyle hayat verdi.Çeşitli film ve dizilerin müziklerini yaptı. Geçen sene kendi yazdığı, bestelediği ve düzenlediği 3 şarkıyı, samimi klipleriyle dinleyicisine sundu. Yıl sonunda da ilk solo albümü yayınlamaya hazırlanıyor.

Güneş Özgeç’le müziği ve Kadıköy’ü konuştuk.

• Adınız gibi birine benziyorsunuz. Bi neşeli,sıcak hal.. Müzik mi size neşe veriyor acaba? 

Güzel sözleriniz için teşekkür ederim. Karanlıklarım da var tabii ama onları olabildiğince yakınlarıma saklıyorum (Gülüyor). Genel olarak gün içinde çok neşeli, çok neşesiz, berbat ve harika hisler arasında dolaşırım, karanlıklara düştüğümde saklanır, neşeliyken ortalarda şakırım.

• Gitar çalınıp beste yapılan, şiirler okunan bir evde dünyaya gelmişsiniz. Kişinin meslek seçiminde içine doğduğu ortam belirleyici olabiliyor ki sizde çok olmuş sanırım. O  günlerden aklınızda kalanları paylaşır mısınız?

Evimiz çok güzeldi bi’ kere, en huzurlu onu hatırlıyorum. Kefeli Apartmanı, Hakkı Koşar Karate Salonu’nun yanı, çatı katı. Evdeki iki odadan biri kilitliydi, ev sahibinin eşyaları vardı orda; sonradan açılmıştı, benim odam olmuşu ve ev sahibinin eşyaları da odanın girişindeki derin gömme dolapta kilitliydi. Hep merak ederdim orada ne olduğunu ve odamı çok severdim. Harika iki teras vardı; bi’ kış çok feci kar yağmıştı, teraslar boyum kadar kar olmuştu, çok mutluydum. Plak dinlenirdi evde, babam benim kulağımın dolması için bir hafta her sabah aynı plağı çalarmış, bunu anlatmıştı. Örneğin bir hafta Prokofyev dinlermişiz, bir hafta Sibelyus, sonra hangisini istediğimi sorarmış, hangisini beğendiğimi…

Fakat kendimi en beğendiğim, en verimli bulduğum ve yeniden ulaşmaya çalıştığım dönemim Hülya Sokak, Hülya Apartman’daki yıllar. 8-9 yaşlarında o eve geçmiştik babamla, annem Acıbadem’e taşınmıştı. Babam evde çalıştığı için onunla kalıyordum haftaiçi ve o bütün gün çalışırdı; okur, yazar, çalar, söylerdi. Ben de bütün gün hayal kurar, oynar, şarkı söyler, bakardım, kedilerle filan oynardım. TV yoktu evde, tv izlemeye komşuya gidiyordum, o zaman mutsuzdum bu durumdan ötürü ama şimdi değerini anlıyorum. Yürüyüş yapardık her gün. Sanki baba kız gibi değil de ev arkadaşı gibiydik, iki birey olarak yaşıyorduk evde. Komşunun kedisi doğurmuştu ve yavrularından birinde gözüm vardı ama babam eve istemiyordu. Başka bir komşunun çocuğuna almışlardı benim göz koyduğum yavruyu, ben de ziyarete gidiyordum ama o evin o yavruya uygun olmadığına karar verip eve getirmiştim, babama da not yazmıştım ‘’Minik artık bizim kedimiz, su koydum, mama koydum’’ gibi bir not. Babam da hiç bir şey dememişti bunun üstüne, bizimle yaşamaya başlamıştı Minik.

İlkokul çağında sesle/müzikle bağınız başlamış. Tam bir ağaç yaşken eğilir durumu değil mi?

Aslında ana-baba mesleği işte, bir de sanatla uğraşan ana-babanın yine öyle bir çocuğu olması aykırı gelmiyor bana. Seslendirmeye annem sayesinde başladım; kendisi TRT’de seslendirme yönetmeniydi, beni de 7 yaşında seslendirmeye başlattı. Babam da müzisyen ve evde hep müzik dinlenirdi, babam gitar çalışırdı, konserlerine giderdik… Sonra ben 11 yaşında konservatuvara başladım, konservatuvarda enstruman bölümüne daha geç yaşta başlanmıyor zaten, o yüzden bu bana özel bir durum değil. Ama şuan kendi şarkılarıma yönelmem yine babamdan öykündüğüm bir durum olabilir tabii, sonuçta klasik müzik eğitimi aldım fakat başka tarz müziklerle uğraşıyorum.

Ciddi bir seslendirme geçmişiniz var. Kendinizi müzisyen mi seslendirme sanatçısı olarak mı tanımlıyorsunuz? İkisi arasındaki ortak noktalar ve farklılar neler? 

Kendimi müzisyen olarak tanımlıyorum, seslendirme de yapan bir müzisyen. İkisinin ortak noktası dinleyerek ve ses çıkararak yapılan işler olması, bir de stüdyo ve mikrofon… 

Temmuz 2018 ilk single’ınız Kahve’nin yayınlanışı. Böylelikle müzik dünyasına ‘Güneş Özgeç’ olarak girmiş oldunuz diyebilir miyiz? 

Aslında hep Güneş Özgeç olarak vardım müzik dünyasında ama icracı olarak. Kahve’yle başlayan süreçte ise işler başka bir yöne evrildi.

Müzisyenliğin, şarkı yapmanın, şarkı söylemenin nesi sizi tatmin ediyor? 

Bir yapı düşünüp onu oluşturmak hoşuma gidiyor, oyun gibi. Ben de oyun oynamayı seviyorum ve kullanmayı bildiğim oyuncak da müzik işte.

Eş, dost ve kedilerden oluşan ev yapımı klibiniz pek tatlı. Büyük prodüksiyonlu klipler, çekimler vb için bütçeniz mi yok, yoksa tercihiniz mi bu yönde?

Elimizdeki araçlar ve imkanlar dahilinde yapılmış üç videom var; ilki yani Kahve tamamen amatör, parçanın dinleyiciye video olarak da ulaşması için telefonla çektiğimiz bir video. İkaria ve Sonbahar ise küçük imkanlar, büyük dostluklar ve güzel zamanlar geçirerek çekilmiş videolar. Büyük prodüksiyonlu videolarım da olsun isterim tabi, onlar da olur bence ama bunların da yeri apayrı. 

Kahve’yi İkaria ve Sonbahar takip etti. Toplamda 3 şarkınız var, dinleyiciye sunduğunuz. Nasıl bir karşılık aldınız insanlardan?

Genel olarak beğenilerini dile getiriyorlar, beğenmediğini söyleyenlerim de var ama. En çok beğenilen parça, kişiden kişiye değişiklik gösterse de yoğunluk Ikaria’da. 

“2019 sonunda yayınlanacak ilk solo albümü için de şarkılar yaratmaya devam ediyor.” yazıyor sitenizde.  Bu albümle ilgili neler söylemek istersiniz?

Şuan yayında olan parçalardan düzenleme olarak başka bir yöne gidişat var; daha önce de gitmek istediğim ama yoldaşımı bulamadığım için tek başıma korktuğum, yakın geçmişte karşıma çıkan bir güzelle tekrar rotamı çevirdiğim bir yön. Bu günler düşünmek, denemek ve çalışmakla geçiyor, çok heyecanlıyım ve merak ediyorum ben de nasıl bir sonuç çıkacağını.

Keman, viyola, ukulele çalıyorsunuz. Beste yapıp, şarkı sözleri yazıyorsunuz ve söylüyorsunuz. Tam bir müzisyensiniz bence. Sizce müzisyen olmak böyle bir şey mi?

Müzik üzerine düşünmeyi ve müzikle uğraşmayı sevmek müzisyen olmak bence. Çalgı çalabilmek, şarkı söylemek ya da teknolojiyi kullanmak, yöntemler değişse de yol aynı. (Bu arada kendim için ukulele çalıyor demezdim, çalgı çalan biri olduğum için basitçe akorları çalabiliyorum yalnızca ukuleleyle de gitarla da)

Nayah’ta ‘Ayda Bir Güneş’ adı altında sohbetli/şarkılı bir program yapıyorsunuz. Bu fikir nasıl çıktı, nasıl gidiyor? 

İki kişi konser yapmayı düşündük önce, acaba sohbet de mi olsa dedik ve içeriği oluşturduk, hoşumuza gidince de sürdürmeye karar verdik. En sevdiğim yanı da hazırlanılan konsere giden prova süreci; harika insanlarla yakın temas kurmuş, müzik paylaşmış, beraber şarkı söylemiş oluyorum bu şekilde.

“KADIKÖY BENİM, BEN KADIKÖY’ÜN!”

Çağdaşınız ve (belki) komşunuz pek çok kadın müzisyen var Kadıköy’de ve bilhassa Moda’da. Onlarla tanışıyor musunuz? Nasıl bir bağlantınız var?

Tanıştıklarım, arkadaş olduklarım ve arkadaş olmak istediklerim var. Müzisyen dolu bir mahallede yaşamayı çok seviyorum. Oturduğum apartmanda bile 3 dairede piyano var (benimki dahil), üst ve alt komşum gitar çalıyor, iki alt komşum çok iyi bir davulcu ve tonmeister… Hayat akıp giderken buluşmak zor olsa da varlıkları bile beni mutlu etmeye yetiyor.

Kadıköy’de olmanın yaptığınız müziğe etkisi nasıl? 

Ben burada doğup büyüdüm, Kadıköy çocuğuyum yani. Ergenlikte sırf eğlencesine stüdyoya gider, birşeyler çalardık. Bazen ben bas çalmaya çalışırdım, çoğu zaman da arkadaşlarımı dinlerdim. O zamanlar insanların yanında keman çalmaya utanıyordum, konservatuarda okuduğum için çok iyi çalmam beklenirdi ama kendimi yeterli bulmuyordum ama hiç bilmediğim bir çalgıyı çalmak kimsede bir beklenti yaratmayacağı için çok daha hafif geliyordu. Çok çeşitli müzikler dinledim büyürken, Akmar’da, Aygırlar’da geçti en güzel günlerim, çok çeşitli müzisyenlerle tanıştım, konserlere gittim. Bazen de karşıda Flatline’da olurdu konserler, 30-40 kişi Akmar’dan vapura binip karşıya konsere giderdik, harika günlerdi. Aygırlar’da ve Akmar’da çocuk gibi ‘’merhaba’’ diye tanışıp, anında arkadaş olurduk aynı tarz insanlar olduğumuzu düşünerek / bilerek. Çocuk gibi diyorum ama çocuktuk zaten. O zamanlardan tanıştığım ve hala hayatımda olan da bir çok insan var ne mutlu ki. Kadıköy benim, ben Kadıköy’ün!

Kadıköy’ün bağımsız/alternatif müzisyenlerini, müzik ortamını nasıl buluyorsunuz?

En eskiden beri Kadıköy’ümün bağımsız/alternatif müzisyenlerinin, müzik ortamının bağımlısıydım. Gölge, Flu, Rashit şu an aklıma gelen isimler, her konserlerine giderdim. Küçük karanlık klüpler vardı, konserler olurdu oralarda, gündüz de çok konser olurdu eskiden (o günkü bizler gidebilsin diye herhalde). Zamanla çoğalmaya başlayan kafe/barlar, Gezi’den sonra Kadıköy’e taşınan ‘’sanatçı’'larla daha da yoğunlaşmaya başladı. Canlı müzik yapılan yerler de gittikçe artıyor. Ben çok seviyorum, çok memnunum bu durumdan. Yıllar önce gece eğlenmek için ayrılmak zorunda kaldığım Kadıköyümü artık hiç bırakmıyorum.

Cover şarkılar da yapıyorsunuz, ‘Moda Yolunda’ onlardan biri. Bunun gibi Kadıköy şarkıları repertuvarınızda olmaya devam edecek mi?

Moda Yolunda çok eğlenceli bir parça, onu swing tarzda çalıp söyledik. Ama bu sıralar kendi şarkılarıma yoğunlaşmış durumdayım. Benim her adımım Kadıköy olduğu için şarkılarımda da yansıması mutlaka oluyordur.

Sizi en yakın zamanda nerede dinlemek mümkün?

4 Ağustos’ta Burgazada Cennet Bahçesi’nde Kalben’in güzel hayalleriyle tasarlayıp gerçek kıldığı Paradiso Festivali’nde buluşacağız. Ben, Kalben, Kutsal Kaan Bilgin ve Kaos Köksal sahne alacağız, şimdiden çok heyecanlıyım. Bir ada vapuruna atlayıp gelin. Müzik ve yaşam aşkıyla hazırlanmış, giyinmiş, heyecanlanmış hallerimizle yalnız hissetmeyecek, şarkılar söylerken çoktan da çok olacağız zaten. 

(Portre Fotoğrafları: Merve Terzioğlu Sahne Fotoğrafları: Poyraz Tütüncü)


ARŞİV