Kıyametin ortasında... yangın bölgesinden izlenimler

Yaklaşık iki hafta boyunca Türkiye’nin ciğeri yandı. Muğla ve Antalya’da yaşanan büyük yangınların neredeyse tamamı kontrol altına alındı ancak arkasında cevaplanmayan sorular, unutulmayacak dersler ve insanların ortaya koyduğu müthiş çabayı bıraktı. Yangın bölgesinde yaşananlar ve izlenimleri yazdık

12 Ağustos 2021 - 09:47

Türkiye’nin 47 ili son 2 haftadır yangınlara esir olmuş durumda. En büyük yangınlar ise Antalya ve Muğla’da yaşandı. En az 240 yangının neredeyse tamamı kontrol altına alınırken iki haftadır bölgede olağanüstü bir seferberlik yaşandı.

Bodrum’dan Marmaris’e kadar uzanan, neredeyse 200 kilometrelik yol, iki hafta boyunca itfaiye, ambulans, jandarma, tanker, toma ve yüzlerce insanla doldu. Bodrum Mazı’da alevlenen yangın, beşinci gününde Ören’deki Kemerköy Termik Santrali’ne ulaşırken, Marmaris’te özellikle Hisarönü, Orhaniye, Turgut hattıyla Turunç ve İçmeler hattı yangınlara teslim oldu.

ÖZVERİ, EMEK VE MÜCADELE

Sahil hattı boyunca sağ tarafta deniz, sol tarafta alevler ve gökyüzünde siyah dumanlarla yaklaşık iki hafta geçirdik. Yangına müdahale konusunda gönüllüler, belediye ve devlet yetkilileri arasında bir organizasyonsuzluk olduğu aşikardı fakat gönüllülerin fazlalığı nedeniyle bu organizasyonsuzluk çok daha kötü sonuçlara yol açmadan giderildi.

Yüzlerce gönüllüden bahsediyoruz. Kimi belediyelerin koordinasyon merkezlerinde gelen yardımları organize ederken, kimi yangın bölgelerinde söndürme çalışmalarına katılıyor. Kimi İstanbul’da işinden izin alarak alana gelmiş, kimi iki gündür uyumadığından bahsediyor.

İtfaiye erleri ve orman işçileri için de durum farklı değil. Çoğu itfaiye aracının arkasında uyuyan bir görevliyle karşılaşabiliyorsunuz veya yangın bölgesinde zehirlenen bir orman işçisine tanık olabiliyorsunuz. Özveri, emek, mücadele...İki haftalık yangın söndürme çalışmalarını anlatan üç kelime bunlar olabilir.

CEVAPLANMAYAN SORU: UÇAKLAR

Yangın konusunda tartışılan en önemli konu ise yangın söndürme uçaklarının az olması ve geç müdahale etmesiydi. Devlet yetkilileri yangın başladığında üç uçak olduğunu söylerken daha sonra bu uçakların sayısı kiralama yoluyla arttırıldı fakat küle dönen ağaçlar ne yazık ki kurtarılamadı. Bölgede kiminle konuşsanız uçakların şart olduğundan bahsediyordu. Nedeni ise çok açık: Dağlık, engebeli alanlarda çıkan yangınlara itfaiye veya başka bir çabayla müdahale edilemiyor. Ne arabalar dağın tepesine kadar çıkabiliyor ne de insanlar. Bu nedenle bir dağın tepesinde başlayan yangına müdahale etmenin tek yolu var, o da havadan...

İtfaiyenin ve gönüllülerin bu nedenle tek çabası, sadece evlerin bulunduğu alana yangını yaklaştırmamak olabiliyor. Çoğu kez bu bile başarısızlıkla sonuçlanırken, domino taşı gibi yayılan, çarpan etkisiyle çoğalan bir yangına müdahale, sonucu bilinen bir mücadeleye dönüşüyor.

Domino taşı benzetmesi yerinde çünkü şöyle bir görüntüyü zihnimizde canlandırmaya ihtiyaç var. Yangında yegane düşman rüzgar ve aşırı rüzgarın etkisiyle koca bir dağ, 15 dakika içinde yangına teslim olabiliyor.

BELEDİYELERİN YOĞUN ÇABASI

Bölge halkı, bu gerçeği de bilerek müdahalenin geç ve yetersiz olduğu görüşünde ortaklaşıyor. Belediyeler ise bir taraftan hiç durmadan, alandaki ihtiyaçları giderirken bir taraftan da yangın söndürme çalışmalarını organize ediyorlar. Sadece bölgedeki belediyeler mi? Hayır. Türkiye’nin farklı belediyelerinden gönderilen itfaiye araçları, tankerler tüm yangın bölgelerinde görev yaptılar. Kadıköy Belediyesi de bu belediyelerden biriydi. Bunun dışında hayvanları korumak için oluşturulan gruplar da aktif olarak bölgede görev yaptı.

Bölgenin temel geçim kaynağı arıcılık. Neredeyse tüm köylüler arıcılıkla geçiniyorlar ve bu köylülerin neredeyse tamamı işlerini tamamen kaybettiler. Toparlanma yılları alacak bir boyutta. Çam ormanları, büyük oranda yanarken köylülerin başka bir işle uğraşma ihtimalleri de oldukça zayıf. Hem çaresizler hem de gelecek açısından oldukça tedirginler.

Ülkemizin afetlerle mücadelesine dair bu iki haftada umutvari yegane olay ise dayanışma. Sahadaki herkes taşın altına elini sokarak, uykusuz, bir şey beklemeden ağaçları, hayvanları ve insanları için mücadele etti. Dayanışma bölgelerinde yanmaz ayakkabılar, eldivenler toplandı, yiyecekler yangın bölgelerine taşındı...İyi işleri olan insanlar belki memleketleri olduğu için belki de sadece dayanışmak için bölgeye geldiler ve bu insanlar birkaç gün içinde yangın tüpünün nasıl çalışacağını, yangın esnasında ne yapmak gerektiğini öğrendiler ve uyguladılar. Üstelik bu, yangının da etkisiyle 50 dereceyi bulan bir havada yaşandı.

KIYAMETİN ORTASINDA...

Yollarda kaçışan hayvanlar, doğasıyla bilinen ancak şu anda kapkara, hayalet şehre dönmüş ilçeler, gece-gündüz çalışan itfaiye erleri, orman işçileri, jandarmalar ve nerede ihtiyaç varsa oraya koşturan gönüllüler...Kıyametin ortasında ayakta kalmaya çalışan yüzlerce insan.

“KEŞKE EVİM YANSAYDI DA AĞAÇLAR YANMASAYDI”

Birçok afeti deneyimledik ve hep birlikte kötülerine şahit oluyoruz. Yapılması gerekenler, yapılmayanlar, alınmayan önlemler, organizasyonsuz müdahaleler. Hepsini yavaş yavaş ardımızda bırakırken Çökertme Köyü’nden bir teyzenin ağlayarak söylediklerini unutmuyorum: “Burası yemyeşil, muazzam bir yerdi. Tamamen yok oldu. Her şeyimizi kaybettik. Keşke evim yansaydı da ağaçlarımız yanmasaydı…”


ARŞİV