Rant arttı, bostanlar azaldı!

Yüzlerce yıl boyunca İstanbulluların yaş-sebze ihtiyacının karşılandığı bostanlara ne oldu? Akademisyen Ayşe Nur Akdal cevapladı

20 Şubat 2019 - 09:42

Son günlerde gündemimizi epey meşgul eden bir konu var: Yaş sebze-meyve fiyatlarındaki artışlar ve tanzim satış noktaları. Merkezi hükümetin kararıyla İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirlerde marketlerin satış politikasının tersine daha ucuz satış yapılacağı iddiasıyla tanzim satış noktaları kuruldu. İstanbul gibi tarımsal üretimden kopmuş bir kentte yaşayanlar da günlük sebze-meyve ihtiyaçlarını karşılayabilmek için bu noktaların önünde uzun kuyruklar oluşturdu. Peki, bu yöntem kalıcı bir çözüm mü yoksa yerel seçimler öncesinde siyasi bir hazırlık mı? Bu konu tartışıladursun biz meseleyi farklı açıdan değerlendirmek için İstanbul’un tarihi bostanlarını mercek altına aldık. Boğaziçi Üniversitesi’nde doktora eğitimine devam eden, aynı zamanda “Kentiçi Tarım Alanları: Osmanlı İstanbul’unda Bostanlar ve Bahçıvanlar” tezinin de yazarı olan akademisyen Ayşe Nur Akdal ile söyleştik. İstanbul’daki bostanların 1950'li yıllardaki kapitalist modernleşme hamlelerinden sonra daraldığını söyleyen Akdal, 2000’li yıllar sonrasında ise kent rantının artmasıyla bu daralmanın doruk noktasına ulaştığını söylüyor.

“1950 SONRASI DEĞİŞTİ”

Son tanzim satış noktalarından sonra ülkede özellikle büyük şehirlerde bir gıda kriziyle yüz yüze olduğumuzu öğrenmiş olduk. Siz bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu tarz uygulamalara tarihte de rastlamak mümkün. Özellikle savaş ve ekonomik kriz dönemlerinde devlet haksız kazanç, karaborsa, yüksek fiyat gibi istenmeyen durumları önlemek için gıda temini ve dağıtımına müdahil olabiliyor. I ve II. Dünya Savaşları sırasında Avrupa ve 1929 krizi dönemi ABD’de ucuz gıda satan marketler yaygındı. Hatta böyle dönemlerde kent içi tarım da devlet tarafından teşvik edilmiş. Benzer şekilde I. Dünya Savaşı ve işgal döneminde İstanbul’un beslenmesi ciddi bir soruna dönüşmüş, bu krizi fırsata dönüştürerek zenginleşen yeni bir zümre ortaya çıkmıştı. Bu tarz uygulamalar yeni tekelleşmelere neden olabiliyor. Şu an bir ekonomik krizin içerisindeyiz. İnsanların alım gücü düştü ve üretici halinden memnun değil. Tanzim satış uzun vadeli bir çözüm değil. Seçim öncesi izlenebilecek en popülist politika uygulanıyor.

Ayşe Nur Akdal: "Bostanlar kentten yetersizliklerinden dolayı dışlanmadılar bence. Kent politikaları/perspektiflerindeki değişikliklerin ve rantın daha etkili olduğunu düşünüyorum."

İstanbul'un değişen bir başka gerçeği de şehir içi bostanları. Şehirde yaşayanlar için taze ve doğal ürün alanı olan bu bostanlar inşaat faaliyetleriyle yok edildi. Siz de bu alan üzerine çalışmalar yapıyorsunuz. İstanbul bu bostanlarını nasıl kaybetti?

Modern kapitalizm öncesi dönemlerde kent ile kır ayrımı günümüzdeki kadar net değildi. Ulaşım ve soğutma teknolojilerinin bugünkü kadar gelişkin olmadığı bir zaman diliminde sebze ve süt ürünleri gibi çabuk bozulan gıdalar kentin içinde ya da çeperlerinde üretiliyorlardı. Kentte ulaşım ve diğer alanlarda kullanılan hayvanlar da bu yeşil sistemi destekliyorlardı. Bu durum kente yeşil bir peyzaj kazandırıyordu. Şu an hayal edebileceğimizin çok ötesinde sayılarda ve kentin her yerinde bostanlar vardı. Bunları kentli gıda üretim alanları olarak tarif etmek mümkün. İstanbul’un bostanlarının dönüşümünde birden fazla kırılma noktası olabilir. 19.yy’da modern/batılı anlamda belediyecilik deneyimlerinin başlamasıyla bostanlar kent için uygun formlar olarak görülmemeye başlıyor. Yine 19. yy’da İstanbul’da nüfusun hiç olmadığı kadar arttığını biliyoruz. Bu dönemde bostanların üzerinde yapılaşmalar var.

Cumhuriyet döneminde mi değişiyor?

Cumhuriyet’in ilk yıllarında da bostanların ilkel bir görünüm sergilediği ve sıhhi olmadıkları düşünceleri var. Kırı kente yakıştıramama durumu var. Fakat bir yandan da bağımlı ve mecburi bir ilişki devam ediyor. Bostanların dönüşümü ile ilgili daha fazla araştırma yapılması lazım ama benim kişisel fikrim; asıl dönüşüm 1950’lerden sonra endüstriyel tarım politikaları, motorlu taşıtların yaygınlaşması, kırdan kente göç, belediyecilik anlayışındaki değişiklikler, kent arazisinin değerlenmeye başlaması ve “boş” alanların yapılaşmaya açılması gibi gelişmelerle başlıyor ve kademeli olarak günümüze kadar geliyor. 2000 sonrasında kent rantının inanılmaz boyutlara çıkmasıyla kentle ilgili politikaların daha agresifleştiğini görüyoruz. Bu süreçte İstanbul ve çevresindeki veya eski hinterlandındaki (arka toprak parçası) tarım alanları yok oluyor.

Fotoğraf: Kaan Kurtuluş

“BİR KİŞİYE 40 METREKARE YETER”

Bostanların yok edilmesinin gerekçesi de şehrin nüfusuna yeterli ölçüde gıda sağlamamasıydı. Sizce bostanlar ne kadar insanın ihtiyacını karşılıyordu?

Bostanlar kentten yetersizliklerinden dolayı dışlanmadılar bence. Kent politikaları/perspektiflerindeki değişikliklerin ve rantın daha etkili olduğunu düşünüyorum. Örneğin Osmanlı döneminde kent içinde bir bostana sahip olmak kârlı bir iş. Fakat kentsel rant arttıkça bu kâr eski değerini muhafaza etmedi. Böyle bir durumda kent politikası yapanların inisiyatif almaları gerekirdi belki. Osmanlı döneminde, İstanbul ve çeperindeki bostanlar kentin yaş sebze ve meyve ihtiyacını karşılama konusunda yeterliydi. Fakat yine de kent çok geniş ve dağınık bir hinterlanda sahipti, her yerden her çeşit besin geliyordu. Örneğin, Marmara kıyılarındaki yerleşim yerlerinden yaş sebze ve meyve temin ediliyordu.

Koder’in  Bizans İstanbul’undaki bahçelerle ilgili yapmış olduğu bir çalışma var. Bir insanın yıllık yaş sebze ihtiyacını karşılamak için 40 metrekarelik bir toprak parçası yeterli olabileceği varsayımından yola çıkarak yapılan bir hesaplama. Ben de Osmanlı İstanbul’undaki bostanlarla ilgili tezimde bu hesaplamayı kullanarak o döneme ilişkin çeşitli spekülasyonlar yapmıştım. Tabii net bir rakam vermek pek mümkün değil. Bunun gibi incelemeye değer başka hesaplamalar da var.

Fotoğraf: Kaan Kurtuluş

Şehir içindeki bostanların yeniden ayağa kaldırılması mümkün mü? Mümkünse nasıl bir yol izlenmeli?

Yedikule, Piyalepaşa, Kuzguncuk vb. tarihi bostanlar tehdit altında. Bunlardan bazıları binlerce, bazıları yüzlerce yıldan beri faaliyetlerine devam ediyor ve varlıkları her anlamda çok önemli. Ne yazık ki çok az kaldılar. Ayrıca çeşitli kolektiflerin ya da bireylerin sahip oldukları bostanlar da var. İstanbul’un Beykoz/Çavuşbaşı gibi kırsal öğeler taşıyan ilçelerinde geçimlik de olsa bostan ekiliyor, inek besleniyor. Kent içindeki bostanların yeniden ihya edilmesi rantın bu kadar belirleyici olduğu bir sistemde ne kadar gerçekçi bilemiyorum. Henüz var olanları dahi koruyamıyoruz. Bir politika olarak, düşük gelir gruplarının ikamet ettiği mahallelerde kentsel tarım alanları açılması desteklenebilir. Dünyada bunun örnekleri var.

Fotoğraf: Kaan Kurtuluş

Sebze-meyve krizini aşmak için İstanbul'un çevre köylerinde tarım yapılamaz mı? Yani üretimi de tüketimi de yerel ağlar üzerinden çözmek olası mı?

Bildiğim kadarıyla İstanbul, tarihi boyunca pek de yerel bir kent değil. Hep başkent, hep geniş bir hinterlandı var. Hatta bazı tarihçiler Osmanlı İstanbul’unu “mide kent” ya da “tüketim kenti” olarak tanımlıyorlar. Tabii yaş sebze üretimi bir istisna. Yukarıda da belirttiğim gibi çabuk bozuldukları için İstanbul’un yaş sebze ihtiyacı kent içi tarım alanlarından, çeperden ve Marmara kıyılarındaki köylerden karşılanıyordu. En azından yaş sebze için İstanbul’un uzun yıllardır böyle bir alışkanlığı vardı. Günümüzde, kent çevresindeki köylerin ihya ve organizasyonuyla birlikte İstanbul’un yaş sebze ihtiyacının bir bölümü karşılanabilir bence. Bu önemli ve uzun erimli bir iş. Ciddi bir organizasyon gerektiriyor. İstanbul ve Marmara bölgesi gibi ülke ekonomisi açısından son derece önemli ve çıkar çatışmasının olduğu bir bölgede tarıma da ciddi boyutta yer açılması bir irade meselesi. Bir yandan da bu nasıl bir İstanbul istendiğiyle de alakalı. Bütün ülke ekonomisi için lokomotif bir İstanbul ve Marmara bölgesi vizyonuyla harekete geçildiği zaman bu tarz kendine yeterlilik, ucuz gıda, sürdürülebilirlik gibi mevzular ikinci planda kalabiliyor.


ARŞİV