Kahve posasından sanat üretiyorlar, eski giysilere kıyafet dövmesi uyguluyorlar, geceden sabaha süren tek seferlik sergiler açıyorlar.
Kendilerine ‘Park’ adını veren yaratıcı bir grup insanın projelerinden bazıları bunlar. Günümüz sanatçılarının özgürlüğüne, fark edilip desteklenmesine imkan tanıyan kolektif bir oluşum olan Park, sanatı ve sanatçıyı adeta çitlerle çevreleyen, neredeyse bir tekele dönüşmüş sergileme anlayışını yıkmaya ve sanatçıyı kamusal alanda üretmeye davet ediyor. Bu bağlamda da sokağı, parkı, bahçeyi, kullanılmayan, atıllaşmış ya da unutulmuş mekanları sanatsal ifade için dinamik ve bağımsız sergi alanlarına dönüştürüyor.
“FİKİR DEĞİL , İHTİYAÇTI”
Kadıköy menşeli bu oluşumu kurucusu, bağımsız küratör Güneş Babür’e sorduk.
- “Park” fikri nasıl doğdu, kimler var ekipte?
Park, 2021’de benim yeni bir yol ararken sorduğum sorularla ortaya çıktı. Önce bir fikir değil, bir ihtiyaçtı. Sanatla ilgilenen ama kendine alan bulamayan pek çok insanla temas halindeydim. Hem üretmek hem de birlikte düşünmek isteyenlerin bir araya gelebileceği, esnek ve açık bir alan kurmak istedim. Zamanla bu fikrin çevresinde insanlar birikmeye başladı. Bugün birlikte ürettiğimiz bir çekirdek ekibimiz var: Nurbanu Kılıçer, Nur Bol, Oktay Kapucu, Berk Kara. Ama Park sabit bir ekip değil; sürekli değişen, büyüyen, bazen küçülen ama hep üretime açık bir yapıdayız. Kimimiz sanatçı, kimimiz yönetmen, kimimiz tasarımcı. Herkes kendi yerini kuruyor.
- “Sanatı ve sanatçıyı çitlerle çevreleyen, tekele dönüşmüş sergileme anlayışını yıkmak gerektiğini vurguluyorsunuz ve ‘Çitleri açık bırakıyoruz’ diyorsunuz. Bu yaklaşım, Park’ın sanat anlayışında nasıl bir kapı aralıyor?
Park’ın açık çit sembolü, sanat alanının görünmez sınırlarına karşı bir anlatı olarak doğdu. Günümüz sanat ortamında belli isimler, mekânlar ve temsil biçimleri sürekli tekrar ediyor; aynı küratörler, aynı sanatçılar, benzer söylemler etrafında dönen bir döngü kuruluyor. Bu döngü, dışarıdan katılımı zorlaştıran, yaratıcı ifade alanlarını daraltan bir yapı yaratıyor. Biz Park’ta bu çiti açık bırakıyoruz. Katılmak isteyen herkesin girebildiği, fikrini paylaşabildiği bir alan kuruyoruz. Çünkü kültür, seçilenlerle değil, birlikte üretenlerle anlam kazanıyor.
- Sosyal medya çağında, sanatçı için bu görünürlük ne tür imkânlar ve ne tür sınırlılıklar barındırıyor?
Sanatçının sadece üretmesi yetmiyor. Nasıl göstereceğini de düşünmek zorunda kalıyor. Bu durum yorucu. Sürekli içerik üretmek, algoritmayla yarışmak, kendi sesini bulmak derken süreç uzuyor. Biz bu yüzden Park’ta sanatçının sadece üretimine değil, görünür olmasına da Sergilerle, videolarla, açık etkinliklerle destek veriyoruz.
(Park, boyanan sokak taşlarını tekrar sokağa yerleştiriyor, kent yüzeyine kolektif izler bırakıyor... )
- ‘Kaldırım Taşlarını Dönüştürdük’ projesi, kamusal alanla sanatın buluştuğu bir çalışmanızdı. Projeyi günlük yaşamın içinde deneyimleyenlerin geri bildirimleri nasıldı?
Sanatçılarımızla yürüttüğümüz atölyede sokaktan çıkan taşları alanımıza taşıdık. Herkes kendi hayalini, derdini, rüyasını boyadı. Sonra yine sokağa döndüler. İnsanlar yolda yürürken bu taşlarla karşılaştı. Biri durup inceledi, biri dokundu. Sanat sokağa karışınca başka bir şeye dönüşüyor. Özellikle mahallenin tepkisi çok içtendi. Destekleyen, merak eden, hatta bizimle birlikte taş yerleştiren oldu.
(Sokak Taşları ileri dönüşüm atölyesi 24 Ağustos’ta tekrar yapılacak.)
GECE YARISI SERGİSİ!
- En ilginç işlerinizden biri de gece sergisiydi.
Osmanağa Camii'nin yanında, “Ayakkabıcılar Çarşısı” olarak bilinen Üzerlik Sokak'ta gerçekleştirdik. Sokak boyunca sıralanan kepenkler sergi yüzeyine dönüştü. Her bir kepenk, farklı bir sanatçının üretimine alan açtı. Toplam 13 sanatçıyla birlikte bir günlük bir sergi kurguladık. Disiplinler arası işler, sokaktaki zeminle ve yapı dokusuyla temas halindeydi. Sergi gece 00:00’da başladı ve sabah 06:00’ya kadar sürdü. Eserleri yerleştirmek için gelenler de, yoldan geçenler de bu sürecin bir parçası oldu. 5 metrelik bir balon yerleştirmesiyle sokakta aniden beliren bir üretim, sabaha karşı hâlâ oradaydı. Bu sergi, bir mekânı dönüştürmenin ötesinde zamanla ilişki kurma biçimiydi. Gündüzleri işlek bir alışveriş noktası olan bu sokak gece saatlerinde bir sergi alanına dönüştü. Hem de davetiyesiz.
Eylül’de gerçekleşecek yeni gece sergisi, yine mekânın ve zamanın sürprizlerle örüldüğü bir deneyim olacak. Konumu ve sanatçıları son güne kadar gizli tutulacak. Yine kimseye davetiye gitmeyecek. Ama yollar bir şekilde orada kesişecek.
“SERGİNİN İÇİNDEN GEÇTİLER”
- Projelerinizle dönüştürdüğünüz mekânlar sadece fiziksel mi etkiliyor yoksa daha fazlası var mı?
Mekân değiştiğinde oradaki algı da değişiyor. Boş bir bina, bir sergiyle başka bir şeye dönüşüyor. İzleyici de bu deneyimi mekânın kendisiyle birlikte yaşıyor. Gece sergilerinde bunu çok hissettik. İnsanlar sergiye çağrılmadı, serginin içinden geçti. O yüzden sadece mekân değil, deneyim de değişiyor.
- Atık malzemelerle çalışmak sanat anlayışınızda nereye konumlanıyor?
Atık dediğimiz şey aslında yeni bir malzeme. Bir üretimden arta kalan ama hâlâ anlatacak çok şeyi olan bir parça. Bunları dönüştürmek sadece çevresel değil, yaratıcı bir tercih. Bu malzemeleri estetik bir dönüşüme sokarak yeni bir anlatı kuruyoruz. Bu üretim biçimi hem bireysel hem kolektif düzeyde farkındalık yaratıyor. Atık kavramı yerini potansiyele, tüketim ise yerini yaratıma bırakıyor. Ve bu herkesin ilgisini çekiyor.
- Bu malzemelerle çalışmak sadece çevresel mi yoksa estetik de yaratıyor mu?
İkisi de. Malzeme zaten kendi hikâyesini getiriyor. Onu nasıl kullandığın, nereye yerleştirdiğin senin hikâyeni anlatıyor. Yani o plastik parça bazen bir duvara dönüşüyor, bazen bir heykele. Hem malzemenin hem sanatçının sesini taşıyor.
- Açık alanlarda üretmenin avantajları da zorlukları da farklıdır, değil mi?
Avantajı çok; insanlarla doğrudan temas kurabiliyorsun. Sokaktan geçen biriyle göz göze geliyorsun, bazen fikrini paylaşıyor, bazen sadece durup izliyor. Ama bir de işin resmi kısmı var. Belediye ve güvenlik birimleriyle süreç yürütmek her zaman kolay olmuyor. O yüzden bazen yaratıcı çözümler buluyoruz. Yüzeyde sergiliyoruz, vitrin kullanıyoruz, bazen çaktırmadan yapıyoruz. Ama hep bir yolunu buluyoruz.
- Sizce bu tür alternatif sergilemeler sanat dünyasında neyi değiştiriyor?
İzleyici sadece bakan biri olmuyor, olayın bir parçası oluyor. Bir stüdyoyu sergiye dönüştürdüğümüzde ya da sabaha kadar süren bir etkinlik yaptığımızda bu çok net görülüyor. İzleyici o anın içinde yer alıyor. Bu da sergiyi daha unutulmaz hale getiriyor.
- Yoğurtçu civarında bir mekanınız var. Kadıköy gibi pahalı bir bölgede fiziksel bir alanı nasıl sürdürülebilir tutuyorsunuz?
Park’ın olduğu yeri sadece ofis gibi düşünmemek gerek. Burası toplantıların, sergilerin, atölyelerin, gece sohbetlerinin döndüğü bir alan. Bu alanı sürdürebilmek için markalarla yürüttüğümüz dönüşüm projelerinden gelir elde ediyoruz. Mesela Starbucks’la yürüyen program bunlardan biri. Aynı zamanda Toplum Gönüllüleri Vakfı’yla geliştirdiğimiz içeriklerle, sosyal etkisi yüksek projeleri bu alana taşıyoruz. Bir yandan da alanı kolektiflere ve sanatçılara açıyoruz. Herkesin alanı olması burayı güçlü kılıyor.
- Etkinliklerinize katılım genelde ücretsiz. Gelir modeliniz ne?
Park, klasik bir ticari yapıdan çok, yaratıcı süreçleri desteklemeye öncelik veren bir sosyal girişim. Sanatçının emeği bizim için çok değerli. O nedenle verdiği atölyeden ne kazanacağına kendisi karar veriyor. Komisyon talep etmiyoruz. Biz bu süreçte üretimin ve görünürlüğün destekleyicisi rolünü üstleniyor. Son dönemde malzeme ve mekân giderleri için sembolik katılım ücretleri belirledik ama bunlar kimseyi zorlamayacak şekilde. Yani bir yandan üretim yapıyoruz, bir yandan üretimi destekliyoruz.
- Park’a çağrınız olur mu son söz niyetine?
Elbette, Park’ta her üretim, birlikte düşünmenin ve kolektif yaratıcılığın bir parçası. Atölyelerimiz, kamusal alan üretimlerimiz ve farklı disiplinlerden projelerimizde üretmek için herkesi Park’a (https://www.instagram.com/park_ist/) davet ediyoruz. Birlikte üretelim ve şehre kalıcı izler bırakalım.