Mustafa Kemal Atatürk, yaşadığı çağın sınırlarını aşan bir insandı. Bir askerdi ama barışın dilini kurdu. Akılla duyguyu, disiplinle şefkati bir arada taşıdı. Kurduğu Cumhuriyet yalnızca bir yönetim biçimi değil, insanın insana, doğaya ve yaşama karşı sorumluluğunu hatırlatan bir fikirdi. Bu fikrin en sade yansımalarından biri, onun hayvanlarla ilişkisinde de görülür.
57 yıllık ömrünün yaklaşık 15 yılını cephelerde geçirmesinin ardından, kurduğu Cumhuriyet ve gerçekleştirdiği onlarca devrim ile inkılabın yanına hayvanlara olan sevgisini ve ilgisini de eklemeyi hiç ihmal etmedi.
Atatürk’ün en bilinen dostlarından biri, sevimli köpeği Foks’tu. Akıllı ve gerçek bir dost olan bu köpek, Atatürk’ün yanında gezer, çevreyi dolaşır, sofraya otururdu. Foks, zaman zaman sofradaki misafirlere yan gözle bakar; Atatürk de gülerek, “Bu milletin en özgür bireyi şu köpektir!” derdi.
1937 yılına gelindiğinde Foks artık yaşlanmış, hasta düşmüştü.
Veteriner hekimlerin tüm çabalarına rağmen Atatürk’ün dostunun ölümüne engel olunamadı.
Köpeğinin ölümünden sonra Dolmabahçe görevlileri ve bazı saray danışmanları, “Atatürk onu çok seviyordu, hatıra kalsın,” düşüncesiyle Foks’un içini doldurarak bir tahnit örneği (yani doldurulmuş hayvan) hazırlattılar. O dönem bu, Avrupa’dan gelen bir hatıra geleneği olarak “saygı göstergesi” sayılıyordu.
Ancak Atatürk haberi alınca çok sinirlendi; köpeğinin o şekilde sergilenmesine dayanamadı.
Sözleri tarihe şöyle geçti:
“Sevdiğim bir mahlûku bu hâlde görmek istemem. Gömünüz onu!”
Ve Foks, Atatürk’ün emriyle gömüldü. Bugün Anıtkabir’de gördüğümüz ise, Foks’un balmumu bir benzeridir.
Atatürk’ün dostunun ölümünde verdiği bu tepki, onun hayvanlara bakışındaki temel ilkeleri yansıtır: Hayvanlar, insanın malı değil; yaşamın ortağıdır.
Atatürk’ün hayvan sevgisi yalnızca evcil dostlarıyla sınırlı değildi; o, doğayı bir bütün olarak görüyordu.
Çankaya Köşkü’nün bahçesinde kediler serbestçe dolaşırdı. Bazen toplantı odasına giren bir kedi masanın üstüne çıkar; Atatürk gülümseyerek konuşmasına ara verir, “Bırakın, o da bu ülkenin sakinlerinden biri,” derdi.
Bir gün yaralanan bir köpeği gören Atatürk, çevresindekilerden birinin onu uzaklaştırmak istemesi üzerine yalnızca bir cümleyle durumu özetlemişti: “Dokunmayınız, o da bu vatanın bir parçasıdır.” Bu tutum, onun doğaya bakışının özünü anlatır.
Bu nedenledir ki her 10 Kasım sabahı saat dokuzu beş geçe sirenler çaldığında yalnızca insanlar değil, bütün doğa susar.
Kuşlar uçmaz, ağaçlar bile rüzgârla oynamaz gibi olur.
Çünkü o an, sadece bir lidere değil, bir duruşa, bir fikre saygı anıdır.
Atatürk’ün ardından kalan miras yalnızca bir ülke değil; bir düşünce biçimidir: Yaşama saygı duymak.
Bir milletin büyüklüğünü, başkalarına hükmetmek değil; yaşayan her cana merhamet gösterebilmek belirler.
Bugün Foks’un pati izi Dolmabahçe’nin taşlarında değil, bizim vicdanımızda durur.
Ve her 10 Kasım sabahı o pati izleri de bir milletin kalbinde yeniden can bulur.
Çünkü bazı sevgiler ölümü değil, sonsuzluğu öğretir.
Veteriner Hekim Egemen Mahzunlar