Geçen sezonda yayınlanan “Şakir Paşa Ailesi: Mucizeler ve Skandallar” dizisini hatırlayanlar olacaktır. Hatta hiç unutmamış olanlar çoğunlukta bile olabilir! Zira dizi hem ilginç konusu, dönem kostümleri, gerçekçi dekoru ile ilgi çekmişti hem de yaşanan türlü skandallarla... Son yılların en olaylı yapımlarından biri olan bu dizinin yapım amiri Serkan Sükyan Büyükada’da çekim hazırlıkları sırasında kalp krizi geçirerek hayatını kaybetmişti. İki kez RTÜK cezası alan dizinin setinde ise 2 kere yangın çıkmıştı. Ayrıca, dizinin konusu nedeniyle Şakir Paşa’nın torunları önce yayından kaldırtma girişiminde bulunmuş, sonrasında yayına izin vermişti. Tüm bu nedenlerle dizi 2. sezonu göremeden ekranlara veda etmişti.
Biz de bu vesileyle bu meşhur aileyi konu alan iki kitap ve bir sergiden haberdar etmek istedik siz okurlarımızı.
DR. KABAAĞAÇ’TAN AİLE KİTABI
Şakir Paşa Ailesi’nin mensuplarından, Halikarnas Balıkçısı lakaplı edebiyatçı Cevat Şakir Kabaağaçlı'ın oğlu olan Dr. Sina Kabaağaç, aileye dair bir kitap yazdı. “Köşkler, Sürgünler, Bedeller - Halikarnas Balıkçısı’nın Ardında Bıraktığı Yaşamlar” başlığını taşıyan kitap, salt bir ailenin tarihini, coşkunluklarını, trajedilerini değil, aynı zamanda bir ülkenin ölüm-dirim savaşımını verirken geçirdiği dönüşümleri de minör figürler üzerinden ele alıyor. Temmuz’da Minoa Yayınevi etiketiyle yayınlanan 392 sayfalık resimli bu eserde Sina Kabaağaç, anılarını kaleme alırken bu dönüşümlere olduğu kadar tüm figürlere de bir bilim insanının kapsayıcı nesnelliği ile yaklaşıyor.
Kitabın tanıtımında şu ifadelere yer veriliyor: “Hiçbir zaman görmediği dedesi Şakir Paşa’nın güçlü bir figüre dönüşmesinin nedenleri ile bu figürün günün birinde inzivaya çekilmek istemesinin altındaki derin ruh katmanı; babası Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın tutkulu, başı mümkün mertebe dik ve dehaya varan bir düşünce yapısını sürgün, yaban, aforoz edilmiş Halikarnas Balıkçısı’na dönüşerek entelektüel bir dirence ve mertebeye ulaştırması; tüm karşı çıkmalara göğüs gerip ağır bir suçtan hüküm giymiş bir mahkûma âşık genç bir annenin, yaşamının en kritik noktasında âşık olduğu kişi tarafından “serbest” bırakılması; bir yanda modern devlet kurulmaya çalışılırken, öte yandan eski geleneklerin hüküm sürdüğü bir köşk ve bu köşk içindeki aristokrat yaşamın dayatmaları… Ve bütün bunların ortasında, kendi kıyısında ama sürekli kendinden öte dalgaların sarsıntısında var olmaya çabalayan ve bunu başaran; her şeye karşın kapalı ama ayakta kalan ve köşklere, sürgünlere ve tüm bedellere rağmen kendini insanlığa ve onun yegâne sesine “dile” adayan bir başka sürgün, bir çocuk ve nihayet bir hoca…”
Ailenin son kuşak üyelerinden, yazar Sina Kabaağaç’ın oğlu Deniz Kabaağaç, sosyal medya hesabında yaptığı açıklamada, “Babamın kitabı sonunda çıktı. Şakir Paşa Ailesi hakkında sorduğunuz soruların cevaplarının bir kısmı burada. Hatırlatayım; bunlar gerçek hatıra. Cevaben yazılmış metinler değil.” dedi.
PAŞA TORUNU AİLEYİ YAZDI
Bir diğer kitabın yazarı da yine aileden biri, paşanın torunu Nermidil Erner Binark. Kitabın adı da Şakir Paşa Köşkü / Ahmet Bey ve Şakirler. 5 ay önce Remzi kitapevi2nden çıkan 208 sayfalık kitap, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemine ve Cumhuriyet’in kuruluş yıllarına tanık olmuş ailenin hikâyesini içerden bir gözle anlatıyor. Nermidil Erner Binark, Şakir Paşa Köşkü’nde yaşadığı çocukluk günlerini anlatırken, bir dönemin de panoramasını çiziyor. Osmanlı kimliğini kaybetmeden Batı’ya açılmayı temel ilke edinmiş bir aristokrat ailenin kültürüyle, Anadolu kökenli genç bir subay olan babasının kültürü arasında, gelgitlerle dolu bir çocukluk geçiren yazar, şimdi ailenin büyüklerinden biri olarak geriye bakarken, acı ve tatlı anılarıyla bir dönemi gözler önüne seriyor. Binark, kitaptaki önsözünde, “Bu kitapta anlatılanlar, belki de pek çok ailenin başına gelmiştir. Bu hikâye, çöken Osmanlı İmparatorluğu’nun ardından eski büyük ve muhteşem ailelerin parçalanmasının, iç sürtüşmeler ya da dış koşullardan dolayı ailenin dağılmasının, baba ocağının ve paha biçilmez eşyaların haraç mezat elden çıkarılmasının ve harika bir dönemin tarihe karışmasının hikâyesidir.” diyor. “Büyükada’daki Şakir Paşa Köşkü, hepimizin tutkusuydu.” diyen Binark, şöyle devam ediyor: “Dört-beş yaşlarında küçük bir kızken Büyükada’daki köşk beni büyüler, adayı, Kaf dağının ardındaki masal ülkesi gibi görürdüm. Bir süre sonra ben de adada yaşamaya başladım, o güzel bahçede, kuzenlerimle birlikte mutlu bir çocukluk geçirdim. Büyüdükçe, yaşadığımız aile düzenini, ailemin bireylerini, bugün artık devri kapanmış olan o farklı hayat tarzını, bir gün yazmayı hep istedim. Annemin ailesi, yani Şakir Paşa’nın çocukları, Avrupa-Osmanlı karışımı sofistike bir kültürden geliyordu. Babam Ahmet Bey’in ailesi ise Anadolu kültüründen. Babam tam bir Anadolu çocuğuydu. Bursa’da doğmuş, Askeri okulda okumuş, okulunu bitirdikten sonra, Osmanlı ordusunda önemli görevler üstlenmiş, siyasi nedenlerle başına bir sürü olay gelmişti.Annemin ailesiyle, babamın geldiği Anadolu kültürü arasında dağlar kadar fark vardı. Sekiz-on yaşlarındayken bu iki farklı kültürün arasında gelgitlerle yaşadım. Elbette o zamanlar olup biteni yorumlayacak bilinçte değildim, her çocuk gibi sadece oyun, okul ve dersle meşgul oluyordum.”
Binark, bir gün babasının iş için Arjantin’e gidişiyle Şakirlerle daha yakından tanıştığını belirterek, şunları anlatıyor: “Bu süre içinde daha da büyümüş ve bilinçlenmiştim. Başkalarını tanıdıkça, Şakirlerin farklılığını anlıyordum. Kendimi Şakirlerden farklı buluyor, hatta onlara zıt görüyordum. Böylece aradan yıllar geçti… Bu süre zarfında hep notlar aldım, araştırdım. Ailemin hikâyesini yazmak için geçmişimizi araştırırken, o güne kadar ne kadar önemli işler yaptığını hiç fark etmediğim bir insanı yeniden keşfettim: Babamı… Düşündükçe babamın, çocukluğumda anlattığı fakat o zamanlar hiç kulak vermediğim hikâyelerini hatırladım ve onun sadece bir baba değil aynı zamanda isimsiz bir kahraman olduğunu fark ettim. Bu olayları araştırdıkça, babamın hayatını feda etmeye varacak kadar güçlü vatan sevgisini gördüm ve kişiliğini daha iyi anladım. Bunları bir kitap hâline getirmek benim için bir tutku oldu… Adadaki ev elimizden çıktıktan ve Lunapark hâline geldikten sonra, adada yaptırdığımız yeni evimizde yaşamaya başladığımda, ailemdeki herkesi tekrar düşündüm ve hepsiyle yüzleştim. Gerek Şakir Paşa ailesinin bireyleri gerekse babam, gerçekten çok ilginç olayların ortasında yer almış, Türkiye tarihinin önemli dönemlerine tanıklık etmiş ve bu tarihin birer parçası olmuş kişilerdi… ve hiç olmazsa bu özellikleriyle yeni kuşaklara tanıtılmayı hak ediyorlardı. Baba ocağımızı anlatırken, aileden olmadığı hâlde adada bizimle birlikte yaşayanlara değinmemek mümkün değildi. Köşkte, büyükbabam Şakir Paşa’nın çocukları ve torunlarının dışında yengeler, damatlar, dayılar da yaşıyordu. Bunlardan başka ailemizin emektarları, Lala Hayrettin Efendi, evlatlık Seher ve Asiye, kapıcı Aliye Hanım gibi kişiler de bizimle bütünleşmişti. Bütün bu insanlar ailemizin birer parçasını teşkil ediyordu ve hepsi de adanın hikâyesine giriyordu. Kitabı yazmaya başlamadan önce kaynakları taradım, 1855’ten itibaren ailemin geçmişini araştırdım. Sonra, okuduklarımı tuttuğum notlarla, ailemden dinlediklerimle ve bizzat tanık olduklarımla birleştirdim. Tarafsız ve dürüst olmaya gayret ettim. Özellikle belirtmek isterim ki, bu bir tarih kitabı değildir. Sadece benim kişisel bilgilerimden ve anılarımdan oluşmaktadır.”
ADA’DAKİ ŞAKİR PAŞA KÖŞKÜ
Meşhur aileyi konu alan sergi ise Adalar’da açıldı. “Öncesi ve Sonrasıyla Büyükada Şakir Paşa Köşkü” başlıklı sergi, 20.yüzyılın hemen başlarında, 1900 yılında Büyükada'ya taşınan Şakir Paşa Ailesi'nin yaklaşık yetmiş beş yıl yaşadıkları Şakir Paşa Köşkü’nü inceliyor. Küratörlüğünü gazeteci-yazar Adil Bali'nin yaptığı sergi, köşkün yapıldığı 19. yüzyıl ikinci yarısından, yanıp kül olduğu 1978 yılına kadar yaklaşık bir asırlık dönemin tamamını ele alıyor. Sergide, Şakir Paşa aile arşivinden, köşk ve bahçesinde çekilmiş aile fotoğraflarının yanı sıra, köşkte kullanılmış ve bugüne kalan çok az sayıda eşya da sergileniyor. Cevat Şakir, ikinci eşi Hamdiye Hanım ve Adalar'ın efsane başöğretmeni Süleyman Nuri Öz'e odaklanan ikinci bir sergi de aynı alanda açılıyor. Bodrum-Adalar Hattında Kesişen Hayatlar başlıklı serginin küratörlüğünü de yine Adil Bali üstleniyor. Adalar Müzesi geçici sergi salonunda Mart ayında açılan sergi Ağustos sonuna dek ziyaret edilebilir.
(Şakir Paşa Köşkü'nün giriş bahçesi.(Kaynak: Horoz Reis, Adil Bali, Adalı Yayınları.)
SANATÇI AİLE
Şakir Paşa Ailesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında sanat, kültür ve edebiyat alanlarında iz bırakmış köklü bir aile. Ailenin adı, Osmanlı ordusunda paşalık rütbesine kadar yükselmiş olan Şakir Paşa’dan geliyor. 19. yüzyılın sonlarında İstanbul ve Kahire gibi önemli merkezlerde yaşayan aile, hem entelektüel birikimi hem de Batılı sanat anlayışına olan ilgisiyle dikkat çekmişti. Ailenin en bilinen üyelerinden biri olan Cevat Şakir Kabaağaçlı (Halikarnas Balıkçısı), Türk edebiyatının önde gelen yazarlarındandır. Diğer bir önemli üye Aliye Berger, Türkiye’nin ilk gravür sanatçılarından biri olarak bilinir ve modern Türk sanatında öncü bir rol oynamıştır. Ailenin bir diğer önemli ismi Fahrelnissa Zeid, uluslararası alanda tanınmış bir ressamdır ve soyut sanat akımının Türkiye’deki öncülerinden biri olarak kabul edilir.
(Şakir Paşa ve ailesi Büyükada’daki köşkün merdiveninde. (Kaynak: Horoz Reis, Adil Bali, Adalı Yayınları.)
Şakir Paşa Ailesi, Batılı eğitim almış ve farklı sanat disiplinlerinde üretim yapmış bireyleriyle, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş döneminde sanatın modernleşmesinde etkili olmuştur. Aile fertlerinin eserleri ve hayat hikâyeleri, 20. yüzyıl Türk kültür ve sanat tarihinin anlaşılması açısından büyük önem taşır. Günümüzde Şakir Paşa Ailesi, hem sanatsal mirası hem de entelektüel katkılarıyla anılmayı sürdürüyor.
Şakir Paşa Köşkü yıkıldıktan sonra yerine yapılan Şakir Paşa Apartmanı.(Fotoğraf: Halim Bulutoğlu)