Kobani’deki çocuklara yardım götürmek için gittiği Suruç’ta canlı bomba saldırısı ile yaralanan Dr. Çağla Seven ile söyleştik

Kobani’deki çocuklara yardım götürmek için gittiği Suruç’ta canlı bomba saldırısı ile yaralanan Dr. Çağla Seven ile söyleştik

03 Ocak 2017 - 14:39

Alper Kaan YURDAKUL
Zor bir süreçten geçen Türkiye, her gün yeni bir patlama, yeni bir terör saldırısıyla güne uyanıyor. Dr. Çağla Seven de bu patlamalardan birinin mağduru. Marmara Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde pediatri asistanı olan Seven, 2015 Temmuz’unda Kobani’ye yardım götürmek için gittiği Suruç’ta canlı bomba saldırısı sonucunda yaralanan insanlardan biri. Saldırı sonrasında yerde yatarken Gökçe Çetin ile el ele tutuşurken çekilen fotoğrafı hala akıllarda. 34 kişinin yaşamını yitirdiği saldırıda Seven’in de sağ bacağının alt kısmındaki dokuların çoğu zarar gördü ve yüzde 70’in üzerinde engelli raporu bulunuyor. “Bombalara karşı barış inancını yükseltmeliyiz” diyen Dr. Çağla Seven ile İstanbul Tabip Odası Kadıköy Şubesi’nin düzenlediği ve moderatörü olduğu “Sağlıkta Günvencesizlik” paneli sonrası, Suruç’tan sonra yaşadıklarını, umutlarını ve Türkiye’nin ahvalini konuştuk.

“DAYANIŞMA İÇİN GİTTİM”
* Neden Kobani’ye gitmek istediniz?
Daha evvel Suruç’ta bir hafta çadır kentlerdeki revirlerde gönüllü hekim olarak çalışmıştım. Benim için çok sarsıcı bir deneyim olmuştu. Orada bir yandan çaresizliği bir yandan da elinden geleni yapmanın verdiği rahatlığı hissetmiştim. Sonrasında uzmanlık sınavına girdim ve aynı yola düşmüş oldum. Savaşın olduğu bir yerde ne kadar var olunabilir? Oradaki insanlarla ne kadar ve nasıl dayanışabilirim? Bu sorularla gittim Suruç’a.
* Patlamanın gerçekleştiği günden bahseder misiniz?
Otobüslerden çok erken saatlerde indik. Amara Kültür Merkezi’ne vardığımızda büyük bir coşkuyla kahvaltımızı yaptık. Kimseyi tanımama rağmen çok çabuk kaynaştık gelen diğer insanlarla. Çünkü aynı yöne bakan aynı değerlere sahip insanlardık. Birbirimiz tanımanın ne önemi vardı ki? Bekleme süresinin uzamasıyla birlikte herkeste bir gerginlik oluşmaya başladı. Acaba geçebilecek miyiz, gidebilecek miyiz diye… 400 insan oraya toplanmıştık ama geçebileceğimiz şüpheliydi. Saatler geçince herkes aynı soruyu sormaya başladı: Ne oluyor? O keyifli hal kendini endişeye bıraktı. Beklemeye devam ederken basın açıklaması yapmaya karar verildikten sonra bahçenin ortasına toplandık. Kobani’ye götürmek için aldığım bebek bezlerini taşımama yardım ederken tanıştığım Gökçe’nin yanındaydım basın açıklaması sırasında. Orada bulunan insanları tanımadığım için olağanüstü bir durum fark etmedim. Bir süre sonra patlama görüntülerinde de sesi duyulan “tık” diye bir ses duyduk. Ali’nin bana bu ses nedir diye sorduğu sırada patlama gerçekleşti. Büyük bir basınçla geriye doğru savrulduğumuzda bacaklarımda bir şey olduğunu fark ettim. Bacaklarıma baktım, koptular mı acaba diye... Bacaklarım duruyordu. Kısa süre önce Diyarbakır’daki patlamada iki bacağını kaybeden sinemacı Lisa Çalan’ın röportajını okumuş ve acısını yüreğimde hissetmiştim. Benim de başıma gelmiş olabilir miydi?  Önümde bir duman ve yanımda ise yanmış bir kadın cesedi vardı. Sonrasında bayılmışım. Tekrar ayıldığımda, ambulans hala gelmemiş, polis gaz atmıştı.  Hastanede gözümü açtığımda ise neremden yaralandığımı bilmiyordum. Sağıma döndüğümde yanımda cansız insan bedenleri vardı. Sonrasında çok uzun süren bir ameliyata almışlar beni. Bu ameliyat sonrasında sağ bacağımdaki dokularımın büyük bir kısmını kaybetmiş olsam da hayatım kurtuldu.
* Peki ya “o” fotoğrafın hikâyesi?
Yerimden kalkamadığım için diğer insanları da göremedim ve atardamar yaralanması geçirdiğim için bilincim gidip geliyordu. Gökçe’nin çığlık atmasıyla kendime geldim Gökçe bacağımdan yaralanmıştı, solumdaydı ve bağırıyordu. O sırada yardım istemek için elimi kaldırdığımda siyah kıyafetli biri yanıma doğru geliyordu. Sonra o kişinin fotoğraf çektiğini ve yardım edilemeyecek vaziyette olduğumuzu anlayınca bilincimi kaybetmişim ve elim geriye düşmüş ve o sırada fotoğrafımız tekrar çekilmiş.

“AMELİYATLAR, İLAÇLAR, ACILAR…”
Patlamadan sonra hayatınızda nasıl değişikler oldu?
Hayatım tamamen değişti aslında Bir ay süren bir yoğun bakım süreci geçirdim ilk başta. Olayın üzerinden bir buçuk sene geçmesine rağmen geçen ay üç tane ameliyat oldum. Son bir buçuk senem tamamen ameliyatlarla, tedavilerle, acılarla, ilaçlarla ve sakatlığa alışma mücadelesiyle geçti. Olaydan sonra bambaşka bir hayata başladım. Bedenimle ve ruhumla birlikte benim eski hayatımı benden almış oldular. Başka birine dönüştüm mecburen. Hala bedenimi ne kadar işlevsel kullanabilirim diye çabalıyor, sağlık mücadelesi veriyorum. Eğitimim de aksadı. Bir sene boyunca kazandığım bölüme başlayamadım. İşime ise yeni başlayabildim. Nöbet tutamıyorum. Ağır şartlarda çalışamıyorum. Ayakta uzun süre kalamıyorum. Çok hareketli ve dinç biriydim. Her yere yürürdüm. Artık her yere arabayla gitmek zorundayım. Bedenim tamamen değişti. Her yerimde bilye izleri var. Bunun ötesinde bacağımdaki dokuların büyük bir kısmını kaybettim. Hepsi bir saniyede oldu. Bir saniyede… Bir saniye önce sapasağlamken şu an yüzde 70’in üzerinde engelli raporum var.

ADALET BEKLENTİMİZ SÜRÜYOR
* Dava ne durumda?
Dava uzun süre açılmadı. Zaten ilk andan itibaren gizlilik kararı kondu. Biz bu olayın mağdurları olarak davaya müdahil olamıyoruz şu anda. Dosya içeriğini bile tam olarak bilemiyoruz. İhmali olan tek kişi kaymakammış gibi göstermelik olarak bu işin sorumlusu ilan edilip görevden alındı. Bizim ifademiz bile aylar sonrasında alındı. Daha hala Amara Kültür Merkezi çalışanlarının ve esnafın ifadesi alınmadı. Soruşturma nasıl yürüyor o kısmı da anlamış değiliz.  Ailelerin de bizim de adalet beklentimiz sürüyor. Ama Adalet Bakanlığı’ndan bu beklentimizi güvence altına alabilecek hiçbir adım göremiyoruz. Adalet beklentimizin karşılanmaması bizim yaralarımız üzerine yeni yaralar ekliyor.
* O gün Suruç’ta olduğunuz için pişman mısınız?
Burada karşında oturduğuma pişman değilsem, orada bulunduğuma da pişman olmam. İnsan ülkesinin belli bir şehrine dayanışmaya gittiğine niye pişman olsun? Pişman olması gereken kişiler orada dayanışmaya gelen kişiler değildir. Pişman olması gerekenler bizim üstümüzü ararken o insanı durdurmayan, güvenlik önlemi aldık deyip uzaktan seyredenlerdir. Orada hayatını kaybedenler, orada var olanlar veya onların aileleri değil, ihbar varken, uyarılar varken bu kadar insanı ölüme mahkûm edenlerin nerede hata yaptık diye düşünmesi gerekiyor.

“BİRLİK OLUP BARIŞI HAYKIRALIM”
* Suruç’la başlayan süreçten sonra Türkiye’nin birçok yerinde patlamalar gerçekleşti, gerçekleşmeye devam ediyor. Bu patlamalardan birinin mağduru olarak ne düşünüyorsunuz?
Kendime gelip hastaneden eve gittiğim ilk gün 10 Ekim patlaması oldu. Hasta yatağımda televizyondan 10 Ekimi seyrettim ve ben Suruç’ta ne olduğunu anlayamadığım için yaşayamadığım travmayı 10 Ekim’de yakınlarını arayan insanları izlerken, yerde yatan parçalanmış cesetleri izlerken yaşadım. Büyük bir çöküş sürecinin akabinde psikiyatrik ilaç dozlarım yükseltildi. 10 Ekim’den sonra zaten ardı arkası da kesilmedi... Keşke o yoğun bakımın sınırları içerisinde kalsaymışım dediğim oldu. Suruç’la başlayan süreçte etkin bir muhalefet oluşturulabilseydik, bombalara karşı barış inancını yükseltebilseydik belki bugünleri yaşamazdık. Bugün bu topraklarda hala bombalar patlarken hiç kimse istifa etmiyorsa, hala istifaya zorlanmıyorsa, hiç bir şey değişmiyorsa bunun sorumlusu olarak biraz da kendimize dönüp bakmak gerektiğini düşünüyorum. Dün Kayseri, yine geçen hafta Beşiktaş… Beşiktaş patlamasında, o gün yerde yatarken son nefesini almaya çalışan insanların üzerine gaz sıkan polislerin kendileri bu bombalamanın kurbanı oldular. Aslında bu yan yana durmak gerektiğini, savaşı birlikte bitirmek için mücadele etmemiz gerektiğinin en açık göstergesi. Biz tabi ki onların acılarının da yanındayız. Barış olsun ve bunların hepsi bitsin istiyoruz. Üzüntüyle karşılıyoruz ama elimizden geleni yapmaya devam ediyoruz. Patlamaların sonunun gelmesinin tek yolu hepimizin birlik olup bir kişi daha ölmeden barış için haykırmamızdır.


ARŞİV