İçinden iki teker geçen öyküler…

Bisiklet temalı öykülerini ‘’Bulut Fabrikası’ kitabında toplayan bisikletçi Gökhan Kutluer, kitabın gelirini bisiklet sporunda profesyonel kariyer hedefleyen gençlere sponsorluk için kullanacak.

29 Aralık 2017 - 08:20

İki tekerlek üstünde sürdürülen hayatlara aşinayız artık. Şehirlerdeki bisiklet kültürü giderek yaygınlaşıyor. Bisiklet yolları yapan belediyeler, ücretsiz sürüş dersleri, bisiklet kiralama ve satış grupları, bisikletlilerin kurdukları dayanışma grupları, inisiyatif ve dernekler, bisiklet konseptiyle vitrinini süsleyen mağazalar, bisikletten ilham alarak tasarlanan kafeler…

Bisiklete dair Türkçe kaynakların sayısında da artış yaşanıyor. Öyle ki hemen her yıl raflarda yeni bir bisiklet kitabı görmeye alıştık. Bir süredir bisikletin hem kültürel hem de sportif tarafını harmanlayan çalışmalarıyla bisiklet severlerin yakından tanıdığı Gökhan Kutluer de bu listeye eklendi. Bisikleti yaşam biçimi haline getiren bisikletçilerden olan Kutluer, bisikletli öyküleri ‘’Bulut Fabrikası’’ adını verdiği bir kitapta topladı., Türkiye’nin ilk bisiklet dergisi Cyclist Türkiye’deki editörlük görevi sırasında başladığı kitabını tamamlayan Kutluer’in, 17 öyküden oluşan kitabı Yitik Ülke Yayınları etiketiyle raflardaki yerini aldı. Kitaptaki tüm karakterlerin hayatında bir şekilde kendine yer bulan bisiklet, kimi öykülerde ana karakter, kimi öykülerde ise sadece bir kelime olarak karşımıza çıkıyor.

Bahçeşehir Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler mezunu olan, Yazarlığa ilk adımını blog denemeleri ve dijital dergilere yolladığı makalelerle atan Gökhan Kutluer, şimdilerde Outdoor Fitness dergisinde yazarlık yapıyor ve başta Instagram olmak üzere sosyal medya hesaplarını tamamen bisiklete teşvik için kullanıyor.

‘’BİSİKLETLE GÜNDE 60 KM’’

Kutluer’le bisikletli yaşamı konuştuk.

Ne zamandır ‘bisikletli/bisikletçi’siniz? Nasıl ve neden başladı bu tutku?

10-11 yaşına kadar bisikletten hiç inmedim ve bisiklet hayatımın büyük bir parçasıydı. Dersi derste dinleyip ödevlerine çok aldırış etmeyen, okul haricindeki tüm vaktini bisikletiyle geçiren ve dizlerinden yaralar hiç eksik olmayan bir çocuktum. O dönem liseye giriş sınavları ilkokulun son yılında yapılıyordu. Sınav stresi ile tanışınca başka şeylere zaman ayırmak güçleşti. Ardından ortaokul, lise, üniversite derken bisikletten çok uzak kaldım. İş hayatına başladıktan sonra hayattan ne istediğime bakmakta çok geciktiğimin farkına vardım ve bisikleti yeniden hayatıma almak istedim. Günde yaklaşık 60 kilometre bisiklet sürerek işe gidip gelmeye başladım. ‘Ofisin delisi’ gibi bir şeydim iş arkadaşlarım için… Sonra giderek bisiklete daha çok, işe daha az vakit ayırmaya başladım. Ardından da işten ayrıldım ve bisiklet sektöründe görev almaya başladım. Artık sadece bisikleti süren değil; bilen de olmak istiyordum...

Sizin için ‘bisikletçi’’ deniyor. Ne demek ‘bisikletçi’ olmak?

Bisikletçi kelimesi ne yazık ki tek başına yetersiz kalıyor. Yani bisiklet satan bir mağaza da bisikletçi, bisiklet yarışlarına katılan profesyoneller de bisikletçi ve bisikletle vaktini geçirmeyi seven benim gibi kişiler de bisikletçi… Bu yüzden tam olarak nasıl tanımlamalı bilemiyorum ancak kendimi bisikletlerle vakit geçirmeyi seven, fırsat buldukça bisiklet süren, onları fotoğraflayan ve biraz da bunun üzerine yazılar yazmayı seven biri olarak özetleyebilirim.

BİSİKLET EKSENİNDE HAYAT…

Hayatınızı bisiklet üzerine, bisiklet üstünde kurgulamışsınız… Bisikletin sizin için neler ifade ettiğini birkaç cümle ile özetlemenizi istesem…

Evet, bisiklet ekseninde bir hayat kurguladım denebilir. Bisiklet sadık bir dost gibi olduğu için onu seviyorum. Siz istemezseniz gitmiyor, isterseniz gidiyor. Siz ne kadar güçlüyseniz o da o kadar hevesli, siz ne kadar isteksizseniz, o da o kadar durgun…

İnsanlar neden bisiklete biner/insanlar neden bisiklete binmeli?

Çocukluk dönemini saymazsam, yaklaşık beş yıldır bisikletin pek çok farklı alanında bulundum. Mağazalar, ofisler, üretim yerleri, yarışlar, basın… Bisikletin dahil olduğu her alana ben de dahil oldum ve pek çok arkadaş edindim. İstisnalar elbette var ancak genel itibariyle özgürlüğüne düşkün, zihnini ferahlatmaya ihtiyaç duyan, maddeye değil anlara önem veren kişilerin bisikletle yakından ilgili olduğunu gözlemledim.

Bazen bisikletin selesi sorunlardan kaçmak ya da onları çözmek için ihtiyaç duyulan zihin berraklığını sağlamak için doğru yer olabiliyor. Birkaç pedal sonra bambaşka bir insana dönüşülebiliyor. Kendi kendinizle inatlaşıyor, haksızlık ettiğiniz eski dostlarınıza konuşuyor ya da eski sevgilinizi düşünüyorsunuz. Bir çeşit içe dönme yöntemi; belki de kendi kendine terapi…

Sadece mental anlamda değil fiziksel anlamda da faydalı olduğuna vurgu yapmama çok da gerek yok sanırım. Düzenli bir şekilde bisiklet sürmeye başladıktan sonra kilo veren, daha zinde gözüken kişilerin öyküleri anlatmakla bitmez.

Son zamanlarda özellikle İstanbul (ve bilhassa Kadıköy) bisiklet daha ‘görünür’ hale gelmeye başladı. Bu popülerliği nasıl yorumluyorsunuz?

Öncelikle kalıcı bir popülerlik olmasını temenni ediyorum, zira Türk toplumu tüketmeye meraklı, bir metaya ya da aksiyona sırf moda diye sarılan ama devamını getirmekte sıkıntı yaşayan bir karaktere sahip. Uygarlık seviyesinin yüksek olduğu toplumlarda bisiklet, hayatın oldukça sıradan bir parçası. Bilinçli bireylerin ulaşım aracı, her işini hızlı görmesini sağlayan yardımsever bir arkadaş ve kesinlikle lüks değil; sadece bir ihtiyaç. Dolayısıyla önce bu bilinci aşılamalı. Bu şekilde temellendirilen bisiklet kültürü popüler olmaktan çıkıp içselleştirilir, sıradanlaştırılır ve hayatın bir parçası olur.

Sık sık seyahat eden ve bisikletin başka ülkelerde nasıl kullanıldığına şahit olan kişiler, Türkiye’ye döndükten sonra bunu kendi hayatlarına yansıtmak istiyorlar ve bir bisiklet alıp ilk adımı atıyorlar. Başlangıç için ideal ama tek başına yeterli değil.

Bisiklet kültürünün yaygınlaşması için neler yapılmalı sizce?

Bu noktada bireylerden çok kurumlara iş düşüyor. Bir heves ilk bisikletini alıp birkaç sürüşe çıkan ancak arabalardan tepki gören, bozuk yollardan ve dev mazgallardan rahatsız olan ve ulaşımını sağlayacağı tertipli bisiklet yolları bulamayan kişilere neden artık bisiklete binmediğini sormaya hakkımız olduğunu düşünmüyorum.

Kamu spotları, medyatik isimlerin teşvikleri, özel sektör ve yerel yönetimlerin projeleri ile bisiklet daha çok göz önünde tutulabilir. Dizilerde, filmlerde, reklamlarda, mağaza vitrinlerinde ve daha bir sürü yerde deyim yerindeyse ürün yerleştirme çalışması yapılabilir. Ancak tüm bunların eş zamanlı olarak ilerlemesi gerekiyor. Yani bir yandan bisiklete teşvik için çalışmalar yapılırken diğer yandan da onların kullanılabileceği alanlar yaratılmalı. Aksi takdirde, durumun denizi, gölü ya da nehri olmayan bir şehirde taze balık servis ettiğini iddia eden bir restorandan farkı kalmıyor.

Sürecin doğal akışında ilerleyebilmesi, öyle olmasa bile öyle gösterilmesi çok önemli. Pazarlama ve reklamcılık alanında bilgi sahibi kişilerle çalışılmalı ki algı yönetimi yapılabilsin; bisiklet, toplumun kodlarına yavaş yavaş işlenebilsin.

Hala bisikletle tanışmamış/tanışamamış olanlara söylemek istediğiniz neler var?

Eğer yaşadıkları bölgede yollar yeteri kadar güvenliyse ilk iş, bir şehir bisikleti alsınlar. Gündelik ihtiyaçlar için ulaşım amaçlı kullanmakla işe başlar, severlerse bunu bir hobiye ve spora döndürüp bir başka bisiklete geçebilirler. Öyle çok para harcamalarına gerek yok. İkinci el sitelerindeki tertemiz bisikletler yeni sahiplerini bekliyor. Alırken kendi boylarına ve kullanım amaçlarına uygun bir bisiklet seçmeleri yeterli.

BİSİKLETLE İLGİSİ OLMAYANLARA…

Kitaba geçecek olursak; Bulut Fabrikası ne anlatıyor okuruna?

Hayatın içinden; kaygılı karakterlerin kendinden bir şeyler bulabileceği ve özellikle şehir insanının son zamanlarda içine düştüğü bazı sarmallara dikkat çeken öykülerin ve anların yer aldığı bir öykü kitabı olarak özetlenebilir.

Kitapta 17 tane farklı öykü var ve hepsinin içinde bisiklet ya da ona dair bir şeyler geçiyor. Ancak kitabın ne kapağında, ne isminde, ne de kapaklarında bisikletten bahsetmek istemedim çünkü bu kitabı sadece bisiklet insanları alsın istemiyorum. Onlar zaten bisikletin ne demek olduğunu gayet iyi biliyor. Benim amacım, bisikletle biriktirebileceği anıların farkında olmayan ya da onu çocukluğunda bırakmış kişilerin kitaplığına girebilmek. Bu yüzden sosyal medyada kitabımı duyururken kitabı alanlardan bir tane de bisikletle ilgisi olmayan bir yakınlarına almalarını rica etmiştim.

Bulut Fabrikası’nın tüm gelirini ise bisiklet sporunda kariyer hedefleyen bir veya birden fazla gence bisiklet sponsorluğu için kullanmaya karar verdim.

 Kitabın isminin bisikletle bağlantısını da merak ettim…

Kitaptaki öykülerden birinin, esasında benim favorim olan öykünün ismi Bulut Fabrikası. Bu yüzden kitaba ismini veren öykü bu olsun istedim.

‘’KADIKÖY’ÜN BİSİKLETE İLGİSİ ILIMLI’’

Biraz da Kadıköy ve bisikleti konuşalım. İstanbul'dan taşınmadan önce Bostancı'da yaşıyordunuz. Şimdi neredesiniz?

İstanbul’dan taşınalı iki sene olmak üzere. Taşınmadan önce dediğiniz gibi birkaç senedir Bostancı’da yaşıyordum çünkü sahil hattı bisiklet sürmeye İstanbul’un diğer bölgelerine kıyasla biraz daha elverişliydi. Şu an İtalya’nın önde gelen bisiklet markalarından bazılarının merkezi konumunda olan Bergamo’da yaşıyorum. Ön Alpler diye adlandırılan bölgede olduğu için etrafta sayısız dağ var ve bisikletle şehirden çıkıp buralara ulaşmak yalnızca birkaç dakika alıyor.

Siz de ‘İstanbul’u terkedenlerden’ misiniz?Bu kararınızda bisikletin etkisi nasıl oldu?

İstanbul’da bisiklet sürmek yeterince güvenli olmadığı ve bisikletli bir hayat yaşamak isteyen kişilere saygı olmadığı için kendimi daha fazla yıpratmak istemedim. Türkiye, genel itibariyle bisiklete ve bu kültürün gerekliliklerine uygun bir ülke değil. Hoşgörü, sabır ve olumlu anlamda meraktan yoksun bireylere bisikletin iyi yanlarını anlatmak çok zor. Ayrıca kitabımı da bitirmem gerekiyordu ve bunun için dinginliğe ihtiyacım vardı. İstanbul’da çok kısa bir toplu taşıma yolculuğu dahi yapsam, insanların yüzündeki o mutsuzluk ve tahammülsüz ifade, beni büsbütün düşürüyor, bir şeyler üretmekten uzak tutuyordu.

Zamanında Bostancı’ya yaşamayı seçmenizi nedeni, Kadıköy-Tuzla hattı yol bisikleti sporu ve antrenman için İstanbul'daki en elverişli parkurlardan biri olması. Hayatınızı bisiklete göre organize ediyor olmalısınız?

Hayatımı bisiklete göre organize ediyorum çünkü bisiklet pratik, hızlı ve sağlıklı. İstanbul’da yaşarken Bostancı’daki evimi hem işe hem de antrenman yaptığım parkura yakın olacak şekilde seçmiştim çünkü işe her gün bisikletle gidip geliyor, işten geldikten sonra ya da hafta sonları arkadaşlarımla antrenmana çıkıyordum. Bisikletin hem kültürel hem de sportif alanında yer almayı sevdiğim için hayatımı kurarken de bu dengeye önem verdim.

İtalya’ya taşındıktan sonra da aynı durum devam etti. Milano da seçenekler arasındaydı ancak bu defa antrenman yapmak için şehirden biraz uzaklaşmam, zahmete girmem gerekecekti. Bergamo’da ise evimden çıkıp doğaya karışmam sadece 15 dakikamı alıyor.

İstanbul ve özellikle Kadıköy’deki bisiklet yolları hakkında görüşünüz nedir?

Niyet güzel ancak fayda anlamında biraz daha ileri gitmek mümkün. İstanbul’daki bisiklet yolları genel itibariyle gezi amaçlı. Toplu taşımaya entegre değil. Şehrin içinde değil. Örneğin; bisikletinizi Fenerbahçe’den Suadiye yönüne doğru sürüyor ve dolmuşla aksi istikamete gitmek istiyorsanız, Bağdat Caddesi’ne kadar o daracık kaldırımlara ya da arkanızda size sürekli korna çalan arabalara tahammül etmek durumunda kalıyorsunuz. Yürümeyi seçmeniz gerektiğinde ise bisikletinin kilitleyip güvenle bırakabileceğiniz bir bölge yok. Çalınma riski var.

Neler yapılabilir mesela?

Belediyeler istihdam konusuna biraz daha eğilebilir. Esasında çok fazla iş alanı yaratılabilir ancak bunun için bisiklet kültürünü iyi analiz etmek, ihtiyaçlarını belirlemek gerekiyor. Küçük bir bisiklet parkı yaratılıp, oraya vardiyalı çalışan 2-3 güvenlik görevlisi yerleştirilerek insanların bisikletli ulaşım sağlamasına destek olunabilir. Bu tip örnekler çoğaltılabilir. Kadıköy Belediyesi bu tip konularda oldukça yapıcı esasında. Onlardan bu tip hamleler bekliyorum.

Deniz kenarında bisiklet yolu düşüncesi harika ve gerekli ancak o bölgedeki tek bisiklet yolu o olunca ne yazık ki anlamını yitiriyor.

Kadıköy, halkıyla belediyesiyle bisiklet kültürünün önde gelen ilçelerinden biri. Sizin gözlemleriniz neler bu konuda?

İstanbul’un diğer bölgelerine kıyasla Kadıköy, yerli halkının eğitim ve görgü seviyesiyle de ilintili olarak bisiklete en ılımlı yaklaşan bölge. Bunu gerçekten çok seviyorum. Bisikletiyle gelene indirim sunan kahvecileri, kafeleri ve hemen her gün aynı parkurda bisiklet süren insanlarının zamanla birbirine aşina hale gelip her sabah birbirine gülümseyerek selam vermesi oradaki bisikleti hayata dair harika detaylar.

Belediyenin bisiklet yolları yapmasını, bünyesinde bisiklet birimi kurmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kadıköy Belediyesi’nin bisiklet konusunda olumlu anlamda örnek belediyelerden biri konumunda olduğunu düşünüyorum ancak verimlilik konusunda biraz daha iyi olabilirler. Bisiklet dernekleriyle irtibat hallerinde olduklarını ve ellerinde sayısız proje olduğunu biliyorum ama muhtemelen bütçe konusunda yeteri kadar destek alamıyor veya merkezden işleyiş anlamında süreci hızlandıracak hamleler görmekte zorlanıyorlar. Dolayısıyla girişimler havada kalıyor ve bir türlü istenilen noktaya ulaşılamıyor.

Daha önce de dediğim gibi bisiklet doğal gösterilmeli. Rol modeller yaratılmalı. Bisiklete sadece enteresan renklerde ve yer yer güvenlik önlemi abartılmış kıyafetlerle binen kişilere değil, hayatın akışında sırıtmayacak şekilde binen kişilere de ihtiyaç var. Bisiklet kültürü mümkün mertebe hayatın kendisi gibi olabilmeli. Toplumda bu tip bireyler var ve yerel yönetimlerin onlara ulaşması, onlarla ortak çalışmalar yapması gerekiyor.

Burada önemli olan nokta, bisiklet sürmeyen kişilerin bisiklet sürenleri gördüğünde onlara özenecek konuma gelmesini sağlamak. Bir başkasında gördüğü kıyafeti, ayakkabıyı, telefonu, bilgisayarı beğenip alan bireyler, bisikleti de alır. O bisikletli kişiler gibi gözükmeyi de arzular.

Bisikletin kendisi toplumun farklı farklı alanlarında gözüktükçe, ona olan ilgi ve merak artmaya devam eder. Umarım öncü olurlar, çalışmaları sonuç verir ve diğer belediyelere örnek olmaya devam ederler.


ARŞİV