Gazetecilik kariyerini savaş bölgelerinde edindiği tanıklıklarla kuran Elif Akkuş, yıllarca Irak’tan Suriye’ye, Libya’dan bölgedeki pekçok çatışma hattına uzanan sahalarda çalıştı. TRT’de başlayan muhabirlik yolculuğu, onu zamanla savaşın en sert gerçekleriyle karşı karşıya getirdi. Suriye’de IŞİD’in ölüm listesine alındı; Mavi Marmara’da İsrail askerleri tarafından tutuklandı ve işkence gördü. Mesleki yolculuğu sadece sahada değil, son yıllarda maruz kaldığı hukuki süreçlerde de sınandı. Görevinden uzaklaştırıldı, hakkında davalar açıldı, tutuklanıp tahliye edildi. Akkuş, tüm yaşadıklarına rağmen mesleğine olan bağlılığından hiç vazgeçmedi.
Savaş bölgelerinde yaşadıklarını, “Gerçek Her Şeyden Güçlüdür” kitabı ile anlatan Elif Akkuş’lasavaş muhabirliğini, gazeteciliği ve medyanın avalini konuştuk.
25–30 yıla yaklaşan bir gazetecilik geçmişiniz var. Başlangıçta nasıl bir hayaliniz vardı?
Ortaokul döneminden beri mesleği istiyordum. Babam gazeteci olmayı çok istemişti; o hevesi bana geçti diyebilirim. Çatışmanın olduğu yere gitmek istiyordum. Bana göre en çıplak gerçekler savaş sahasında görülür. Gazetecilik benim için bir meslek değil, bedenime ait bir uzuv gibi.

“MESLEKTE ÖĞRENME HİÇ BİTMİYOR”
Savaş muhabirliği öncesi ne yapıyordunuz?
Yaklaşık dört yıl gece muhabirliği yaptım, ardından polis–adliye muhabirliğine geçtim. Bu alanlardan geçmek bizim için neredeyse yazılı olmayan bir kuraldı. Önce o zemini kavraman, haberin anatomisini içselleştirmen gerekiyordu. Savaş bölgelerine gidenlere hayranlıkla bakardım; sonra sıra bana geldi. Bugün dönüp baktığımda, iyi ki önce o aşamalardan geçmişim diyorum. Çünkü bu meslekte öğrenme hiç bitmiyor. Kendini sürekli yenilemen, sınırlarını genişletmen gerekiyor. Savaş muhabirliğine ancak o birikimle hazırlanmıştım ve başka türlü mümkün olmadığını sonradan çok net gördüm.
“Keşke o haber bende olsaydı” dediğiniz bir dönem, bir tarih var mı?
Vietnam Savaşı’nda muhabir olmak isterdim. Ayrıca Cumhuriyet’in ilan edildiği dönemde bulunmayı çok isterdim. Kendi ülkesiyle, toprağıyla bağ kuran bir insan olarak, o dönemi görmek ve o mücadeleye tanıklık etmek, hatta aktarmak isterdim.
Savaş haberini yapmak, başka haberlerden farklı olarak tarih yazmak gibi bir şey. Siz bu süreci nasıl yaşadınız?
DGM’de bir duruşmayı izlerken telefon geldi: “Pazartesi gönderiyoruz.” denildi. Saddam devrilmişti, Amerikan askerleri tanklarla Bağdat’taydı ve ben de artık oradaydım. “Bir gün kitaplarda yazacak her şeyi biz yaşıyoruz.” diye düşündüğümü hatırlıyorum.
Savaş, bana kalırsa, hayatın en sert ve en çıplak gerçeğidir. İnsan orada yaşamı yeniden sevmeyi öğreniyor. Çünkü haber olarak anlatılanların çok ötesinde bir hakikat var: Bir çocuğun bakışında, bir kadının çaresizliğinde ya da çoğu zaman gözden kaçan erkeklerin o derin güçsüzlüğünde…
“HABER BİZDEN BÜYÜKTÜR”
Savaş muhabirliği yapmanın psikolojik yükü de farklı olmalı? Orayı nasıl hallettiniz?
Elbette var ama acıyı yaşayan kadar acı çekemezsin, böyle bir hakkın yok. Sen oraya ağlamaya gitmezsin, anlatmaya gidersin. Haberin bir parçası olmak istemem. Mavi Marmara dönüşü bununla ilk kez yüzleştim. Havalimanında gazeteciler bana mikrofon uzatınca şaşırdım. Çünkü biz haber özneleri değiliz; araçlarız. “Savaşa giden kadın” başlıklarından hiç hoşlanmadım. Haber bizden daha büyüktür.
Bir defile düşünün; mankenlerin hepsi sadece bir araç. Biz de öyleyiz. Mesela bir deprem bölgesinde gözyaşları içerisinde haber anlatamazsın. O insanlardan daha fazla acı çekiyor olamazsın.
Son yıllarda bu biraz değişti. Bu dönüşümünü nasıl okuyorsunuz?
Prim gördü. Yeni gelen kuşak “Demek doğru olan bu.” dedi. Gerçekten habercilik yapmak isteyenlerin sesi duyulmadı. Bu noktada bizim mesleğimiz çok kirlendi. Şimdi sosyal medya var, herkes cep telefonuyla görüntü çekiyor, bu kötü değil ama bunun bir sınırı olmalı.

Bu gidişat düzelir mi? İzleyici ya da okur da bunu istiyor deniyor mesela.
Düzeleceğine dair çok umudum yok. Ama bu “halk neyi sever” meselesi daha önce de vardı. Böyle şey olmaz. Haberin doğrusu tektir. Bizim bir sorumluluğumuz var. Şu anda o sorumluluğu taşıyan azaldı. Sen gazeteci olarak haberin parçası olmaz, haberin önüne geçemezsin.
Haberi istediğin gibi yazabilirsin ama gerçek değişmez. Bir de şöyle bir şey var; insanlar birbirlerine ateş etmek için haberciliği kullanmaya çalışıyor gibi bir durum oluyor. Habercilik bunlardan tamamen uzak bir şeydir. Bundan nasıl kurtulunur bilmiyorum. Gazetecilik bir silah değil. Gazetecilik bir meslek.
Ortadoğu bugün nasıl okunmalı? Mesela İsrail'de ateşkes var ama bir yandan ihlaller de var. Nasıl yorumluyorsunuz?
Savaşsız bir dünya romantik bir hayal. Savaşlar bitmeyecek, çünkü temelleri hep aynı sebeplere dayanıyor. Ateşkes bile çoğu zaman sadece kağıt üzerinde. Gazze’de binlerce insan öldü; hala ölüyor. Güçlü olanın dediği oluyor. Kimse “ortak bir nokta bulalım ve insanlık kurtulsun” noktasından bakmıyor.
“GERÇEK HER ŞEYDEN GÜÇLÜDÜR”
Gelelim “Gerçek Her şeyden Güçlüdür” kitabınıza. Bu kitap nasıl ve neden yazıldı?
Benim için çıkış noktası yaşadığım hukuki süreçlerdi. İlk yazmaya başladığım dönemde kitabı tamamen bir kadın muhabirin savaş bölgelerinde yaşadıkları üzerine kurgulamıştım. Ancak yol ilerledikçe bazı şeyler değişti; değişince de mesleğe dair anlatıyı ayrı bir kitapta ele almaya karar verdim. Bu arada kitap yazmak haber yazmaya hiç benzemiyor.
Bir kitapçıya gittiğinizde orada size bakan ve size ait bir şeyin var olması inanılmaz mutluluk verici.
Kitabı sohbet eder gibi yazmışsınız oysa yaşadığınız ağır şeyler var.
Evet öyle bir şey yazmak, yapmak istemedim. Ben kahraman olmak değil, gazeteci olmak istiyorum.
Ama şu anda gazetecilik yapmıyorsunuz.
Şu anda yapmıyorum, evet. Hukuki süreç devam ediyor. Bir tane davadan beraat kararı aldık. Diğeri sürüyor. Burada mesele aklanmak falan değil. Ben zaten kirlenmedim. Sadece doğru zamanı bekliyorum.
Kitaba tepkiler nasıl?
Kitaba tepkiler güzel. Bazı insanlar duygusal olarak etkilendiklerini söylüyor. Demek ki yaşananları anlatabilmişim diye düşünüyorum. Özellikle ilerleyebilmesini sağlayan şeyler varsa içinde, o benim için çok değerli.
“KADIKÖY BENİM EVİM”
Son olarak Kadıköy sizin için ne ifade ediyor?
Kadıköy’ü çok seviyorum. Doğma büyüme Kadıköylüyüm. Annem ve babam Kadıköy'de Recaîzade Sokak'ta karşılıklı binalarda otururken birbirlerini görmüşler, tanışmışlar, evlenmişler. Burası benim evim. Bir yere gidip Kadıköy’e döndüğümde “Vatana kavuşmuşum” hissiyatı yaşıyorum.