Dün bugün Haydarpaşa

Örsan Karakuş’un “Haydarpaşa Garı” adlı fotoğraf serisi, İstanbul’un içinde olduğu mekânsal dönüşümü Haydarpaşa Garı ve çevresi üzerinden ele alıyor. Karakuş, “Gar binasına erişimin kesilmesi demek düğüm noktasının kaldırılması anlamına geliyor” diyor

14 Ekim 2021 - 11:42

Sakıp Sabancı Müzesi’nde açılan ve 28 Kasım’a kadar görülebilecek “Dün Bugün İstanbul” sergisi, İstanbul’un dünü ve bugününü ortaya koyarken, kentin geleceğine dair sorulara da cevap arıyor. Uzun yıllardır Haydarpaşa Garı ve limanının dönüşümünü kayıt altına alan fotoğrafçı Örsan Karakuş da "Haydarpaşa Garı" isimli çalışmasıyla, kentin sürekli içinde olduğu değişimi İstanbul’un bu ikonik yapısı üzerinden irdeliyor. “Bana göre fotoğraf, bir hafıza nesnesi olarak gücünü koruyor” diyen Karakuş ile garın geçmiş ile şimdi arasında kurduğu bağ üzerine konuştuk.

Fotoğraf: Murat Durusoy

-Haydarpaşa Garı ve çevresini fotoğraflamaya ne zaman başladınız?

Gar binasını, İstanbul’da yaşayan biri olarak fotoğraflamamak ihtimal dahilinde değildi elbette. Ancak bu kayıt düşmenin biraz daha bilinçli bir hâl almaya başlaması sanırım, yangından yaklaşık bir ay öncesi ve bir iki ay sonrasında çektiğim iki fotoğrafı yan yana gördükten sonrasına denk geliyor. İstanbul’da doğup büyümüş ve Anadolu yakasında yaşayıp banliyö hattını kullanan biri olarak Kadıköy’e ulaşım noktası olan gar binasıyla temasım hep vardı. Ama fark etmeye “görmeye” başlamanın ilk adımları o zamandı diyebilirim.

- Sizi buraya çeken şey neydi?

Görünenle ve görüntüyle uğraşan biri olarak binanın mimarisi ve bu yapının da taşıdığı fonksiyonla hala kullanılıyor ve temas edilebilir olması… hep ilgi çekiciydi. Hatta yangından sonra dahi birkaç yıl daha temas kurabiliyordu insanlar. Konumu dolayısıyla da hiç de gizli saklı durmayan, hatta tam tersine tam göz önüne yerleştirilmiş bir yapı ve sanırım en büyük şansı da bu oldu. Yakın çevresinde onu baskılayacak görünür olmasını engelleyecek hiçbir yapı yer almadı bu konumu gereği. Bazen yapılaşmaya açık bir çevresi olsaydı bu zamana kadar ayakta kalabilir miydi ya da en basit anlamda varlığını fark edebilir miydik bundan emin olamıyorum.

Tabii bir diğer unsur da kendi tarihsel kimliği; yirminci yüzyılın hemen başında Berlin ve Bağdat hattını birleştirecek hattın en önemli düğüm noktası belki de. Elbette Birinci Dünya Savaşı sonrası dengeler değişince bu hedefini büyük ölçüde yitirmişti. Ama yine de yeni kimliğiyle de önemini hiç yitirmedi. Aynı zamanda şunu da unutmamak gerekiyor ki, aslında Haydarpaşa Garı çok uzun yıllar Anadolu’nun İstanbul’a açılan kapısıydı. Köyden büyük şehire göçen birey, Haydarpaşa’da inip ilk defa denizle ve İstanbul’la karşı karşıya geliyordu. Bu açıdan da “Sen mi büyüksün yoksa ben mi? Seni yeneceğim İstanbul!” klişesiyle sımsıkıya birbirine bağlanmıştı. Bu klişeleşmiş bir o kadar da banallaşmış hali de en çok cezbeden noktalardan biriydi.

“ÖNEMLİ BİR DÜĞÜM NOKTASI”

-Fotoğraflarınız sadece garı değil çevresini de konu ediniyor. Silolar, liman…Burayı bir bütün olarak ele alıyorsunuz.

Gar binası mimari niteliğiyle birlikte ikonikleşmiş olsa da gar binasından limana kadar olan yapıyı bir bütün olarak değerlendirmek gerek. Sakıp Sabancı Müzesi’nde devam eden “Dün Bugün İstanbul” sergisi için işime hazırlanırken ön çalışma yapınca arşivlerde fark ettiğim bir detay; şimdiki ikonik gar binasından önce oldukça küçük bir gar binası yer alıyor aslında. Ama onunla beraber bugün gördüğümüz TMO’nun büyük silolarının ortasındaki küçük silo da yine on dokuzuncu yüzyılın sonlarında mevcut durumda. Yani o kıyı hattı her zaman garla ilişkiliymiş. Keza garın arka kısmında bulunan ve Kadıköy’e doğru yolda bulunan Haydarpaşa Köprüsü’nden özellikle bakmazsanız göremeyeceğiniz, gara ait olan pek çok yapı da dahil. Yani merkezde gar binası tüm ikonik ve klişe kimliğiyle yer alsa da Haydarpaşa’yı büyük kompleks bir bütün olarak değerlendirmek gerekiyor. Çünkü mesela siloları ele aldığınızda belki ayrı bir kuruma bağlı olsalar bile, kimlik olarak demiryoluna bağlı ve en önemli varlık sebepleri de bu muhtemelen. Anadolu’dan yük trenleri vasıtasıyla gelen tahılların depolandığı bir alan. Bundan dolayı da merkeze gar binasını almakla birlikte Kadıköy girişinden siloların sonundaki liman alanına kadar, bir bütün olarak değerlendirmek önemli.

Sergi fotoğrafı: Murat Germen

-Haydarpaşa'yı sadece mimari bir yapı olarak değil, kent içi ulaşımda önemli bir uğrak olarak da yorumluyorsunuz.

Haydarpaşa, yalnızca Anadolu’nun İstanbul’a açılan kapısı değil aynı zamanda Gebze – Kadıköy arasında banliyö ile yolcu taşımacılığı yapan, Anadolu yakasının kıyı şeridinin en önemli ulaşım araçlarından birini de içeriyordu. Özellikle çalışan insanlar için, sabah Kadıköy’e ulaşmak ve Haydarpaşa İskelesinden vapura binerek Avrupa yakasına geçmek ya da iş dönüş saatlerinde aynı şekilde vapur vasıtasıyla banliyöye ulaşabilmek aslında hem zaman açısından verimliydi hem de ciddi bir yükü de kaldırabiliyordu. Keza gardan Kadıköy rıhtımdaki duraklara ulaşmak da bir o kadar kolay. Bu açıdan Haydarpaşa aynı zamanda İstanbul’un ulaşımda en önemli düğüm noktalarından biri görevini görüyordu.

Son seferlerin yapıldığı 2013 yılının Haziran ayına dek olan son bir kaç yılda banliyö hattını kullandım ben de. İster vapur vasıtasıyla Avrupa yakasına ister Kadıköy gibi bir merkeze ulaşım açısından olsun fonksiyonu yadsınamaz. Gar binasına erişimin kesilmesi demek aslında bir bakıma şehir içinde ki dediğim gibi deniz taşımacılığı tarafını da not etmemiz gereken bağlantısı var, bir düğüm noktasının kaldırılması anlamına geliyordu. Bu açıdan ikonikliği tamam ama özellikle 16 milyonluk bir şehirdeki ulaşım fonksiyonu da asla göz ardı edilmemeli.

“HAFIZA MEKÂNI”

-Haydarpaşa'nın dönüşümüne de tanıklık ettiniz. İzlenimleriniz neler?

Haydarpaşa’nın dönüşümü konusu aslında biraz ilginç çünkü mesela gar binasının nasıl dönüştüğünü tam olarak bilemiyoruz artık çünkü oldukça uzun zamandır bir örtünün arkasında gizli. Ya da arkasında devam eden arkeolojik kazı çalışması nereye varacak ve bunlarla ne yapılacak henüz bilinmezlik içinde. Bu açıdan belki de en önemli değişim diyeceğimiz nokta; garın artık insanla temasının kopartılmış olması. Bugün itibariyle bir biçimde yanına gitmeyi başarsanız dahi artık onu tecrübe etmeniz neredeyse imkânsız. Benim de ürettiğim işin temsil ettiği yegâne yol aslında deniz yolu üzerinden uzaktan izlediğimiz ulaşamadığımız bir Haydarpaşa’nın varlığı. İstanbul’daki dönüşümün kendisi de artık takip edemediğimiz bizi iyice uyuşturan bir hıza ulaşmış durumda ve sanırım bu uyuşukluk hali de gözümüzün önündeki en ikonik yerleri bizim için görünmez kılıyor adeta. Haydarpaşa adeta yok, onun yerine “hayaleti” duruyor orada.

- Sizin hayalinizdeki Haydarpaşa nasıl bir yer?

Haydarpaşa’nın İstanbul için ve hatta belki bir adım daha ileri giderek ülke için bir hafıza mekânı olarak düşünülmesi muhakkak. Buna göre değerlendirilmesi bana kalırsa en önemli adım olacaktır. Yine de Haydarpaşa için ne hissedeceğimi bilemiyorum artık tam olarak. Şu an bir hayalet olarak duruyor ve sanırım önce tekrar temas edilebilir hale gelmesi gerekiyor. İnsanlar temas kurup yeniden bağlarını canlandırdıklarında da biraraya gelip bütünüyle ilgili daha anlamlı bir karar verebileceklerini umuyorum açıkçası. Dürüst olmak gerekirse kent hafızasına katkı sağlayacak ve kamuyla tekrar buluşabilecek bir alana dönüşmesi, tekrar dokunulabilir, tecrübe edilebilir olması asıl dileğim. Bu durumu da dediğim gibi sadece gar binası üzerinden değil, Kadıköy girişinden siloların yanındaki limana değin bir bütün halinde başarmak çok önemli bana kalırsa. Sergide yer alan işin benim açımdan en önemli yanı buydu çünkü; Haydarpaşa’yı bir uçtan diğer uca bir bütün halinde tecrübe edebilmek. Yine de her ne olursa olsun, bütün bu hissizliğe ve göz önünde durduğu halde neredeyse görünmez hale gelmesine rağmen onu görmeye, kayıt altına almaya devam edeceğim.


ARŞİV