‘Tiyatrodan emekli olunmaz'

Tiyatroda 46. yılını kutlayan sahnelerin usta çınarı Zihni Göktay, birkaç ay sonra emekli olacak. Ama sahnelerde Lüküs Hayat'ın Rıza'sı olmaya da başka rollere bürünmeye de devam edecek...

11 Kasım 2010 - 09:55


Usta tiyatrocu Zihni Göktay, 1973 yılından beri İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda oynuyor. Türk tiyatrosunun eskimeyen eseri Lüküs Hayat başta olmak üzere onlarca oyunda seyirci karşısına çıktı.
Lüküs Hayat'ı “müzikal bir ibret” olarak tanımlıyor; “Zira Türkiye'de milyonlarca kişi köşeyi dönme telaşında. İnsanlar, bu oyunda hem gülüyor hem de ibret alıyor.” Göktay, “Evladım gibi” dediği Lüküs Hayat'ta binlerce kez “Rıza” oldu. Olmaya da devam edecek. Gerçi seneye emekliliği geliyor ama “Tiyatrodan emekli olunmaz, oynamaya devam” diyor. Zihni Göktay ve eşi Sevinç Göktay ile Şehir Tiyatroları'nın Kadıköy'deki Haldun Taner Sahnesi'nde buluştuk, uzun ve keyifli bir söyleşi yaptık.

- Zihni Bey, tiyatro fuayesinde buluşmayı özellikle mi istediniz?
Özellikle Kadıköy'de olsun istedim. Ben önce bir İstanbul aşığıyım, sonra da Kadıköy. Burası gibi ayrıcalıklı bir semtte 33 yıldır yaşamanın mutluluğu bambaşka. Ben Fatih'liyim aslında. Eşim Sevinç'le evlendikten sonra Kadıköy'e taşındık.

- Yaşamak için Kadıköy'ü seçmenizde neler etken oldu?
Kadıköy, çocukluktan beri hayran olduğum bir yerdi. Özellikle Fenerbahçe, Kalamış'ı çok severdim. Biz Fatih'te yaşardık ama dayım Göztepe'de oturuyordu. Haftasonları hep dayımlara gelirdik. Caddebostan, Suadiye plajlarından denize girer, balık tutardık. Şimdi o hayran olduğum semtlere çok yakın oturuyorum. Çocuklarımızı da burada büyüttük.

- Boş vakitlerinizde neler yaparsınız Kadıköy'de?
Eşimle bizim bir rutin yürüyüş turumuz vardır. Evden çıkar Ayanoğlu'ndan aşağı gider, Fenerbahçe Orduevi'nden sola sapar Caddebostan Migros'a dek yürürüz. Oradan plaj yoluna geçeriz. Bağdat Caddesi'nden vitrinlere bakarak eve döneriz. Sevinç hanım otomobil kullanır. Ben hep sağda oturum. Bazen de Kanlıca, Beykoz taraflarına gideriz.

- Tiyatroya gider misiniz?
Terzi söküğünü dikemez derler ama biz, iyi bir oyun olursa izliyoruz ama hepsini değil.

- Zaman darlığı nedeniyle mi?
Yok, ondan değil. Emeğe karşı saygılıyım ama bilmediğim bir oyuna gidip beğenmezsem sonra kulise geçip de zorla tebrik etme sahtekarlığını sevmem. İnsan paketin içinde ne olduğunu bilirse ambalaj önemini kaybeder denir. 46 senedir meslekteyim, biliyorum yani bazı oyunların nasıl olduğunu...

- Yani yeni oyunları pek beğenmiyorsunuz, öyle mi?
Beğeniyorum, ayakta alkışladıklarım var. Demin söylediğim bazı oyunlar için. Bir hikaye vardır; Tramvay süren vatman izinliymiş birgün. Başka bir tramvaya binip şehri gezmiş... Ben de boş zamanlarımda bazı oyunları geziyorum ama yoğun zamanlarımda hepsini seyredemiyorum.

- Peki siz bir oyuncu olarak İstanbul'daki sahneler arasında en çok hangilerinde seyirci karşısına çıkmaktan zevk alıyorsunuz?
Fatih Reşat Nuri, eski Üsküdar Müsahipzade Celal, Kadıköy Haldun Taner ve Harbiye Muhsin Ertuğrul. Ümraniye ve Kağıthane sahnelerini pek sevmiyorum. Çünkü öyle çok büyük yerlerde oynamaktan zevk almıyorum. Seyirci ile içiçe bir ortam olmalı, seyircinin tepkisini görmeliyim. Zevk alanı da ekşimiş suratla izleyeni de... Böylece oyunun rotasını ona göre değiştirebileyim.

TİYATRO TİMSAH GİBİDİR

- Arka sıralardaki seyircileri de gözlemler misiniz?
Gözlüksüz oynadığım için sadece öndeki birkaç sırayı görebiliyorum (gülüyor) Ama ben en arkada oturan kişinin tepkisini bile hissederim. Eğer bir salonda koltuk gıcırtısı ve öksürük başlamışsa oyunun temposu düşmüş demektir.

- Ne yaparsınız o zaman?
Aynaya bakarız, kendimize çeki düzen veririz. Seyirci güncele bayılır. Ben de onu yapıyorum.

- Neden sizce?
Dünya değişti de ondan. Ülkelerde siyasi olaylar, seçimler oldu, doğal afetler yaşandı. Bunlar ülkemizde de yaşandı. Tiyatroyu politikadan soyutlayamayız. Tiyatrocu bir timsah gibidir. Yırtıcılık açısından değil. Timsah geri geri gidemeyen tek hayvandır. Tiyatroda biz de hep ileri gittik. Hangi hükümet gelirse gelsin, 1914'te kurulmuş olan Darülbedayi (Güzellikler Evi) hiç ilkelerinden taviz vermedik. En iyi oyun neyse onu seçtik, ama Nâzım Hikmet ama Necip Fazıl...

LÜKÜS HAYAT BİR MÜZİKAL İBRETTİR

- Meşhur oyununuz Lüküs Hayat'tan bahsetsek biraz da...
Lüküs Hayat, Batılılaşma sürecinde Suadiye'de kapitülasyonların etkisiyle ayaklarını yorganına göre uzatamamış, har vurup harman savuran bir grup köşk sakininin düştükleri gülünç durumu ve bundan yararlanmaya kalkan birtakım insanları anlatır. Ben Rıza, Fıstık, Zeynep ve kardeşim Şadiye... Timsahların dişleri arasındaki kırıntılarla beslenen, aynı zamanda diş fırçası görevi yapan küçük kuşlar yaşar. Biz ile köşkün sakinleri aynı durumdayız. Herkes komik durumlara düşüyor. Lüküs Hayat aslında bir müzikal ibrettir. Hâlâ bile öyle, zira Türkiye'de milyonlarca kişi köşeyi dönme telaşında. İnsanlar, bu oyunda hem gülüyor hem de ibret alıyor.

- Oyunda bir mesaj olmalı diyorsunuz?
Kesinlikle evet. Kapının önüne çıkınca seyirci, “İçeride bu adam ne dedi, şunu biraz düşüneyim” desin. Lüküs Hayat'ta hayatın her alanına göndermeler var. Eskiyen unsurları kaldırıyorum. Oyunun iskeleti aynı, üstündekiler değişiyor, ben değiştiriyorum. Benden başka da kimse yapmıyor onu.

Siz çok sahiplendiniz Lüküs Hayat'ı, değil mi?
Benim evladım gibi...Meslek hayatımın yarısı onunla geçti. Tabi Lüküs Hayat'ın yanı sıra 82 oyunda oynadım ama Lüküs Hayat 1984-85 sezonundan beri sürdüğü için diğer oyunlar onun yanında eskidi gitti.

- Diğer oyunlarda ne kadar süreyle oynadınız?
Kuşlar, Kanlı Nigar, Resimli Osmanlı Tarihi, Pembe Konağın Gelinleri... Hepsini de 4-5 sezon oynadım.

- Kuruntu Ailesi, Bizimkiler gibi dizilerde de uzun süre oynadınız. Uzun soluklu işleri daha çok seviyorsunuz galiba?
Evet öyle seviyorum ama son yıllarda öyle olmadı pek. Ezber, genç oyuncuların tahammülsüzlüğünden bozuldu. Suna Pekuysal, Adile Naşit, Gazanfer Özcan, Gönül Ülkü gibi isimlerle oynarken biz tahammüllüydük, bıkmıyorduk. Şimdiki oyuncular birkaç bölüm oynuyorlar, başka yerden teklif gelince hemen bırakıyorlar.

- Televizyon dizilerinde de görüyoruz sizi.
Diziyi neden yapıyoruz biz? Popüler olmak için değil. Devlet, biz tiyatroculara açlık değil ama yoksuluk sınırında maaş veriyor. Biz çok lüküs bir hayat yaşamadık! Onun özlemi içinde de değiliz aslında. Biri bana sordu “46 yılda neyiniz var ne aldınız” diye. Çok kazanıyoruz zannediliyor oysa mankenler ile türkücüler çok kazanıyor. Ne Akdeniz'de gemim ne Ege'de yatım, bir kütüphanem bir de çekyatım! Devlet ekmek parasını veriyor, köfte parası için televizyona koşturmak zorundaydım.

- Lüküs Hayat'a dönecek olursak, Kaç kere rıza oldunuz?
4 bin 500'ü aşmıştır.

- Hiç sıkılmadınız mı gerçekten?
Sıkılmadım çünkü benim karşımda siz seyirciler değişiyorsunuz. Mesleğimi çok seviyorum ben. Bu zaten benim zevkli yıllarım çok daha zor şartlarda çalışmıştım. Tekrar dünyaya gelsem yine tiyatrocu olurdum.

-“Devletin verdiği kuru ekmek parasına” rağmen mi?
Ah şimdi bam telime bastın. Şöyle söyleyeyim o halde; Seviyorum vatanımı ama sanatçısına bu kadar az değer veren bir ülkede tiyatrocu olmak istemezdim.

- 73'ten beri Şehir Tiyatroları'ndasınız. 1 Ocak 2011'de de emekli oluyorsunuz. Ne hissediyorsunuz?
Tiyatrodan emekli olunmaz. Balkonda ya da kahvede ölümünü bekleyecek insanlar değiliz biz, üreten insanlarız.

- Ne yapacaksınız?
Biz emekli olanlar hizmet alımı ile konuk sanatçı olarak sahne almaya devam ediyoruz. Ben de öyle yapacağım.

- Peki siz sahneleri tamamen bıraktığınızda, Lüküs Hayat'ın Rıza'sını kim oynasın istersiniz?
Hazım Bey çok muazzam oynamış, o sahneye ismini kazımış. Ben doğmadan bir yıl önce ölmüş. “Ondan sonra kimse oynayamaz bu rolü” denmiş. Benden sonra da oynayacak kişiler de mutlaka olacaktır. Şu anda kim derseniz isim veremem ama güvendiğim isimler var. Lüküs Hayat ve Rıza benden sonra tarihe gömülecek diye bir şey yok.

- Sizden sonraki kişinin de yine doğaçlama yapması gerekir mi sizce?
O Allah vergisi bir şeydir. Taklitler ve doğaçlama herkese nasip olmaz.

- “Tiyatro arzın merkezine seyahat gibidir her katmanda neyle karşılaşacağınızı bilemezsiniz” diyorsunuz.
Ben oldum diyemezsin! Bir araştırma sürecidir. Her an yeni bir şey öğrenir, üretir onu katarsınız oyuna. 26 yıldır oynuyorum ama her gece farklı bir katmanla karşılaşabilirm.

- Son olarak bir şey eklemek ister misiniz?
Her yeni doğan çocuk, Tanrı'nın insanlardan umudu kesmediğinin kanıtıdır. Yaşam devam ediyor, yaşam tiyatroyla devam etsin. Son günlerde bir çok yeni siteler, toplu konutlar yapılıyor. Hepsine birer tiyatro salonu da inşa edilmesini isterim..

"TİYATROCUYLA EVLİ OLMAK ZOR"

Sevinç Göktay: “Zihni ile aynı mahallede oturuyorduk, balkonlarımız karşılıklıydı. 24 yaşımda iken başka kimseyi tanımdan Zihni Bey’le evlendim. Şimdi 33 yıllık evliyiz. Bir tiyatrocu ile evli olmak zor. Tiyatro ortamındaki ilişkilerdeki fazla samimiyet beni rahatsız etti. Bambaşka bir dünyaya girmiştim. Zorluklarını baştan çok yaşadım. Zihni sabahlara kadar çalışırdı. Çocukların bakımı, evin işleyişi her şey benim üstümdeydi. Hatta Dullar Pansiyonu’nda rol alırken, bir gün dayanamadım seti bastım. Yapımcıya rahatsızlığımı dile getirmiştim. Şimdi daha rahatız. Kaç yıl oldu, hâlâ Lüküs Hayat'ı izlemeye giderim. Eşimi eleştiririm kimi zaman. Aman dikkatli konuş diye uyarırım. Kızım da oğlum da tiyatrocu. Onları da izlemeye giderim sık sık. Yakında Zihni'nin emekli olmasıyla hayatın tadını daha çok çıkarmayı umuyoruz.”

Röportaj: Gökçe UYGUN
Fotoğraflar: Sinem TEZER


 


ARŞİV