Sahnede, sette, provada, perdede; 70 YIL

70. sanat yılını kutlayan usta oyuncu Yılmaz Gruda, “Çok sevdiğim halkımın mutluluğuna, tiyatroyla katkıda bulunduğum düşüncesi beni mutlu ediyor” diyor

19 Eylül 2018 - 11:39

Sanat hayatına pek çok tiyatro oyunu, sinema, dizi film ve reklam filmleri sığdırmış olan usta oyuncu Yılmaz Gruda, 70. sanat yılını sahnede yeni oyunuyla kutlamaya hazırlanıyor. Gruda, ‘Gülmeye Geldik Dünyaya’ adlı oyununda, kendi deneyimleri ışığında tiyatronun ülkemizdeki gelişimini mizahi bir dille anlatacak.

Oyuncu Barbaros Uzunöner’in Gruda’ya eşlik ettiği oyun, 29 Eylül Cumartesi saat 20.30’da Kadıköy Halk Eğitim Merkezi'nde ilk kez sahnelenecek. Biz de bu vesilesiyle Yılmaz Gruda’yla söyleştik.

Yılmaz bey sizin gibi usta bir oyuncuya soracak çok konu var ama çok temel bir soruyla başlayalım isterim; Ankara’da banka memurluğu ve muhasebecilik yaparken istifa edip tiyatroya yönelmişsiniz 25 yaşınızdayken. 88 yaşınızdan 25’indeki Yılmaz’a bakınca ne görüyorsunuz? Aldığınız bu karardan memnun kaldınız mı hayatınız boyunca?

Bankacılık babamın -ışık içinde yatsın!- tiyatro bağlamında -kendince- koyduğu ‘yasak’tan ötürü bir ‘vitrin’di (diyelim)! Fakat tiyatroculuğum, ondan ‘habersiz’ Halkevi’nde devam ediyordu.  Diğer büyükler -tabii benim ısrarımla da- izin koparınca, tiyatro’ya ‘alenî’ olarak geçtim! Bu bir sevdâydı. Hiç pişman olmadım!

Sizce tiyatro/oyunculuk nasıl bir meslek? Tiyatroculuğun nesi sizi mutlu ediyor?

Büyük bir sevdânın sarıp-sarmaladığı, uyku-durak bırakmayan bir‘meslek! Çok sevdiğim halkımın mutluluğuna tiyatronun sağladığı ‘olanak’larla, şu ya da bu ölçüde, katkıda bulunduğum düşüncesi beni de mutlu ediyor.

70. sanat yılınızı kutluyor olmak nasıl hissettiriyor?

Bugünleri görmenin ve ‘hâlâ’ halkım ile beraber olmanın mutluluğu ile -deyim yerindeyse- uçuyorum!

Oyuncu kimliğinizin yanı sıra siz bir yazar/çevirmen/şairsiniz de… Edebiyatın bu alanları oyunculuğunuzu nasıl etkiledi?

Ben, ben bir şair/romancı olarak, daima dünyaya, memleketime, halkıma ‘bakıyorum’… Bakıyorum: Beni ya da halkımı, şu ya da bu biçimde etkileyen bir olgu var: Soru olarak ortaya konulacak; dikkat çekilecek ya da ‘tanık’ olarak yarına. Bu sefer, başlıyorum durduğum yerden bakmaya; önce oluşumun çerçevesinde bilgiler, gerekiyorsa belgeler, bu çerçevedeki görüşler… Sonra da bu birikimlerden imge oluşturma deneyimleri… Günlerce. Kâğıtsız-kalemsiz. Ve derken, zaman zaman, yolda; bir gazete, bir dergi okurken; bakarken çiçeğe durmuş bir ağaca; bir resmi seyrederken, ilk 5-10 mısra düşüyor dilime. Tutup tahammüre bırakıyorum. Sonra öteki 5-10 mısra. Bu böyle sürüyor. Sonra da duruyor bu gidiş. Ve mısralar, benim haberim yokmuşçasına faaliyetini sürdüren saklı bir tezgâhta oluşumunu sürdürüyor… Ben de yola çıktığım fikirlerde bir yanılgı var mı diye bakınıyorum. Bir süre daha... Bir sabah mı olur, bir akşam mı; mısralar tüm kıymıklarıyla iniyor; güçlüler, güçsüzleri eliyor. Ve bir gün diyorum ki ‘Bu şiir, şu gün, şu saat bitmeli!’ Kağıda döküyorum. Bir daha bakıyorum. Son bakış tamam ise, gönderiyorum dergiye ya da dosyaya kaldırıyorum, ‘Bir gün kitap olur!’ düşüncesiyle. İşte, bana verilen ya da ele aldığım bir karaktere de böyle yaklaşıyorum…Ve getiriyorum sahneye ya da sete. Elbette ki yönetmenin görüşlerini dikkate alıyorum, gereken düzeltmeleri yapıyorum.

Geleneksel Türk tiyatrosunun bir temsilcisi olarak yeni tiyatro anlayışını, akımları, yeni oyunları takip ediyor musunuz? Yorum ve gözlemlerinizi merak ediyorum.

Geleneksel Türk tiyatrosunun birebir temsilcisi değil, sevdâlısıyım. Elbette ki izliyorum oyunları; amma ki, yeni bir anlayış, yeni bir akım göremiyorum! Hep Batı’nın öteden beri varolan oyunları ve benzerleri sergileniyor! Hele hele geleneksel oyunlarımızın çağdaş ‘işlerlik’ taşıyan ögeleri ile Batı’nın kurgusal, düşünsel normları çerçevesinde kotarılmış, halkımızın gelişmesine katkıda bulunmak üzere, çağdaş toplumsal gerekirler doğrultusundaki konular, olaylar ve yorumlarla bize-özgü bir bireşime giderek, tiyatro sanatında bir ‘Türk tavrı’nın/bir Türk Tiyatrosu’nun hiç değilse, ipuçlarını taşıyan bir yaklaşım göremiyorum! Oysa, bu yönde yol-yordam taşıyan, temel alınacak örnekler var.

Klasik sorudur sizin gibi usta bir isimle röportaj yapılınca sorulur; genç tiyatroculara tavsiyeleriniz neler?

Yazara, oyuna, birlikte çalıştıkları insanlara saygı göstermeleri. Ezberleri provalarda, sette değil; evde yapmaları. Zaman denen o gömüyü har-vurup savurmamaları. Hiç kimseyi bekletmeye hakları olmadığını.  Ve bir de prova ve sette, o akıllı cep telefonlarını kapatmayı unutmamaları!

Gelelim röportajımızın ana konusu Gülmeye Geldik Dünyaya oyununuza. Nasıl bir oyun olacak bu?

Bu oyun, halkımızı, tiyatro eylemiyle ‘mutlu-etme’ iyi niyeti taşıyor!  Bu gösteri, tarihi hizmete alarak, tiyatro eyleminin kıssahan, meddah, Karagöz-Hacivat, ortaoyunu, drama gibi aşamalarını ve kimi toplumsal zaafları da sergileyen 10 adet kıssadan, turne anıları oluşuyor… ‘O fethettiği  harap Costantinopolis’i, bir kuyumcu gibi, her biri mücevher, 700’ü aşkın mimarî eserle donatıp, İstanbul adıyla bize bırakan Fatih Sultan Mehmet, Şimdi İstanbul’a gelse idi, ne der idi aceba?’ sorusunu cevaplamaya çalışıyor.  

Oyunda en iyi bildiğiniz şeyi yani tiyatro’yu anlatıyorsunuz değil mi? Neden başka bir tema değil de tiyatro’yu seçtiniz?

İnsana ilişkin tüm temaları içerdiği, eğitici, bilgilendirici yönünden ötürü, kimi ‘ezberleri bozma’ gücüne sahip olduğu için seçtik!

‘’Bu ülkede ilk stand up yapan benim’’ diyorsunuz. Ne zaman ve neredeydi bu ilk gösteri?

Stand-up’ı ilk defa Ankara-Yeni Sahne’de ‘Tek Kişilik Gösteri/Büyüklere Masallar’ başlığı altında 1958’de sundum. Sonra bu gösteriyi, taa petrol kuyularına, kasabalara, köy meydanlarına götürdüm. Sonra da TRT’nin ilk yıllarında ekrana, sonra da sahnelere taşıdım.

Peki şuan neden stand-up değil de sit-down komedi? Bu kelime oyunu ile seyirciye nasıl bir mesaj veriyorsunuz?

Halkımız, bir de, kendisine hep ‘stand’ bakan oyuncu değil; kendisine, kendi sorunları çerçevesinde, sit-davn’ / yüz be yüz bakan, kendisiyle sohbet eyleyen, iki oyuncu görsün diye… Amma ki ve elbette ki, dünyada eşi benzeri olmayan geleneksel tiyatromuzu da görsün ve giderek sahip çıksın diye!

Oyunun ilk temsilini Kadıköy’de verecek olmanızın özel bir nedeni var mı?

Var! Çünkü Kadıköy’de yıllardır, yıl boyunca tiyatroya, sanata, deyiş yerindeyse, 7/24 değer veren sevdâlılar yaşıyor!

Oyun öncesi seyirciye nasıl bir mesajınız olur?

29 Eylül gecesi seyircilere ‘Hoş geldiniz, onur verdiniz! Yürekten dileğimiz, yine yıllar boyu, tiyatroculara verdiğiniz bu onuru, bu desteği yine 7/24 sürdürmeniz!’ diyeceğiz.


ARŞİV