“Popüler kalemlerin cesareti kırılabilir”

Korona günlerinde konuştuğumuz Kadıköylü yazar Hasan Gören “Yaşadıklarımız öylesine etkili, sonu öylesine belirsiz ki, güncel olayları hemen romanlaştırmayı seven popüler kalemlerin bile cesareti kırılabilir” diyor

16 Nisan 2020 - 09:00

“Her ülkenin zenginliği başka yavrum. Ama haklısın, kimileri bütün dünyayı kendinin sayıp her yere el atıyor.”

İlk romanı “Zan” ile 1970’li yılların hikâyesini sıra dışı bir kurguyla anlatan Kadıköylü yazar Hasan Gören’in ikinci romanı “Altı Yaprak Üstü Bulut” bu sözlerle tanıtılıyor. Kimilerinin dünyayı kendinin sanıp her yere el atmasının sonuçlarının acı bir şekilde yaşandığı günlerde Hasan Gören ile romanlarını, korona virüsünü ve Kadıköy’ü konuştuk.

  • Edebiyatla çıktığınız yolculuk ne zaman ve nasıl başladı? 

Bir okur olarak edebiyatla ilişkim çocukluğuma kadar gidiyor. O yaşlardan beri elimden kalem düşmemişti. Ancak roman yazmaya girişmek için gereken zamanı beş yıl kadar önce zorunlu olarak ev istirahati ile buldum.  

  • Kısa cümlelerle anlatacak olsanız Zan ve Altı Yaprak Üstü Bulut’u nasıl anlatırdınız?

Benim için “Zan”, insanın iradesini kullanarak geleceğini çizebilme gücü üzerine bir roman. Tutkusunun peşindeki baş karakter İrfan’ın kendini değiştirme uğraşının, yer aldığı kuşağın bu yöndeki toplumsal mücadelesi içinde gelişirken, geçmişten bugüne de bağlantılar taşıdığını düşünüyorum. 

“Altı Yaprak Üstü Bulut”u ise emperyalizm ve günlük yaşama sinmiş faşizmin tehdidi altında bir iyilik öyküsü olarak görüyorum. Tabi ki her okur elindeki kitabı kendince okur ve yorumlar. Bu yorumun yazarınkiyle birebir örtüşmemesini de zıt sonuçlara varmadığı sürece doğal karşılıyorum.

BUGÜNDEN 70’LERE BAKMAK

  • Tür olarak değerlendirecek olursak kendinizi ne tür romanlar yazan bir yazar olarak tanımlarsınız?

Tür kimi zaman yazara kolaylık sağlayan reçeteler sunsa da çoğunlukla sınırlayıcı bir hal alıyor. Romanlarımı politik, tarihsel, polisiye, psikolojik, macera gibi farklı türlere yakın görenler oldu, doğrudur da. Kendimi bu türlerden herhangi birine yakın görüyorum demek yerine, belki yazmadığım ve yazmayı düşünmediğim tek türü belirtmem daha doğru olur. O da fantastik roman türüdür. 

  • Zan ve Altı Yaprak Üstü Bulut; birinde Ankara’dan Akçakoca’ya oradan İstanbul’a hatta Yeldeğirmeni sokaklarına uzanan bir öykü, diğerinde Bulgaristan’dan Türkiye’ye uzanan bir öykü. İki romanı da yazarken nasıl bir hazırlık süreci geçirdiniz?

Bu romanlarda hem geçmiş zamanların hem de farklı mekanların anlatılıyor oluşu, ister istemez titiz bir dönem araştırmasını zorunlu kıldı. Tarih ve mekan araştırmaları için kitap sayfalarında geçen haftalar boyunca, romanlarda kullansam da kullanmasam da epey yeni şey öğrenme fırsatı buldum. Bu da benim roman yazarken aldığım hazların içinde ön sırada geliyor. Bunun yanında günümüzde internetin getirdiği bilgiye erişim kolaylıklarını da ilk sıralara koymak gerek. Tabi her iki romanda da yakınlarımın anılarıyla kendi belleğimde kalanları hafife alamam. 

  • Zan’da 1970’li yıllar anlatılıyor. Mesela Boğaz Köprüsü henüz yapım aşamasında. 1970’lere bugünden bakmak nasıldı?

Çocukluk anıları hala canlı birisi olarak bugünden geçmişe değil de, daha çok geçmişten bugüne baktığımı söyleyebilirim. Zan için o dönemi seçmemin bir nedeni de, günümüz Türkiye’sini ortaya çıkaran gelişmelerin pek çoğunun köklerini yarım yüzyıl öncede görüyor olmam. Günümüz değerleriyle o günün toplumunu da insanını da anlamak kolay olmasa gerek. Ama hem farklı bir dünya kurma düşlerinin geçen yüzyılda gömülü kalmaması, hem de aynı yanlışların tekrarlanmaması adına, 60’ları da 70’leri de 80’leri de iyi bilmemiz gerekiyor bence.

“İYİMSER KALMAYA ÇALIŞAN BİRİYİM”

  • Zan’daki karakterlerde geleceğe dair güzel umutlar var. Her şeyin daha iyi olacağını düşünüyorlar. Öyle mi oldu sizce? Ve siz bugünden geleceğe baktığınızda örneğin 2030 nasıl görünüyor?

Her zaman umudunu koruyan ve her koşulda iyimser kalmaya çalışan biri olduğumu söyleyeyim önce. Demek ki, kendi çıkar odaklı tercihlerini homosapiensin sözüm ona ‘doğasına’ bağlayan liberal bakışın aksine, insanın yaşamın zenginliğinden beslenen özüne güveniyorum. İki büyük tehlikeyi savuşturabilirsek - biri iklim krizinin doğayı elimizden alma olasılığı, diğeriyse yapay zeka temelli sistemlerin otoriter düzenlere kalıcılık sağlaması potansiyelidir bence –insanlığın hep iyiye gitme eğilimi baskın çıkacaktır.

  • İki romanda da okuyucu bol soru soran, şakacı bir dille karşılaşıyor.  Bu galiba bilinçli bir tercih. 

Romanlarımı kolay okunur tutmak ve okurla sürekli diyalog içinde kalmaya çalışmak benim için çok önemli. Günümüzde yazınla uğraşanların önemli bir bölümü kendilerini hem dil hem de konu olarak okurdan uzaklaştırmaya ve başlarına bazen anlaşılamamaktan kaynaklanan bir hayranlık halesi kondurmaya çalışıyor. Bense, kendimi hep kolay okunan ve ne dediği doğru anlaşılanların tarafında tutmayı tercih ediyorum.

  • Yeni bir roman çalışması var mı bu kez nereye yolculuğa veya keşfe çıkıyoruz?

Son romanım 2013’te, İstanbul’daki gazete plazalarından Kütahya köylerine uzanan bir adalet arayışını anlatıyor. Gezi olaylarının hemen öncesindeki Türkiye’nin farklı sosyal katmanlarından bir panorama ortaya çıkarmaya çalıştım. Bu belirsizlik ortamında ne zaman ve nasıl yayımlanacağını ise tabi ki hiç bilemiyorum.

  • Zan’ın küçük de olsa bir bölümü Kadıköy sokaklarında geçiyor. Ayrılık Çeşmesi’nin öyküsü, Yeldeğirmeni... İrfan bir maceranın peşinde buralara sürükleniyor. Hasan Gören’in yolu Kadıköy’e nasıl ve vakit düştü?

25 yıldır İstanbul’da, 11 yıldır da çocuğumuzu sıcak bir mahalle ortamında büyütebilelim diye Kadıköy Koşuyolu’nda yaşıyoruz. Romanlarımı hem Koşuyolu’nun hem de Yeldeğirmeni’nin ilham ve insan dolu mekanlarında yazmaktan büyük keyif alıyorum.

“BİLİMİN BULACAĞI ÇÖZÜMÜ BEKLİYORUZ”

  • Malum korona günlerindeyiz bu süreç sizce nasıl yazılacak? Yazarın yazarların kalemlerinde neye dönüşecek?

Karantina günlerinin sıkıntısından hastalık seyirlerinin çaresizliğine kadar pek çok durum öykülere ya da romanlara dönüşecektir mutlaka. Ama bu salgının edebiyattaki kalıcı etkisinin, şimdi hemen konulara yansıması değil de, yazara çalışma zamanı vermesi olduğunu düşünüyorum. Zaten topyekün yaşadıklarımız öylesine etkili, sonu öylesine belirsiz ki, güncel olayları hemen romanlaştırmayı seven popüler kalemlerin bile cesareti kırılabilir.

  • Korona günlerinde çok şey öğrendik deniyor. Sizce ne öğrendik?

Henüz bir şey öğrenecek kadar çok şey yaşamadığımızı düşünüyorum. Olsa olsa toplumsal yapımız ya da tanıyıp bildiğimiz figürler hakkında bildiklerimiz pekişmiştir. Bence kurumlar da insanlar da beklendiği gibi davranıyor.

  • Böylesi salgınlar toplumların hayatlarında dönüşüme neden olur deniyor? Biz nasıl bir dönüşüm yaşarız?

Okuyabildiğim kadarıyla tarihteki salgınların toplumlar üzerinde kestirilemez etkileri olmuş. Tabi ki amatör öngörülerim bunlar, ama bu yaşadığımız salgın üç beş ay içinde biterse, başta Avrupa’da olmak üzere neoliberal tercihlerle terk edilen sosyal devlet politikalarına dönüş taleplerinin artması, kapitalist sağlık düzeninin sorgulanması beklenebilir. Ancak daha uzun süreli bir kriz bütün dünyada sert önlemlerin uygulanması adına otoriter rejimlere uygun bir zemin yaratacaktır. Nefesimizi tuttuk, şunun bunun değil, bilimin bulacağı çözümü bekliyoruz.

Etiketler; Hasan Gören

ARŞİV