Neşet Ertaş’ı herkes sever mi?

Kadıköylü yazar Zafer İlbars, ‘’Herkes Sever Neşet Ertaş’’ı romanında, bir türlü olamayan bir adamın, Hilkat'ın hikayesini anlatıyor. Hayata, tutkulara, zaaflara ve aşka dair farklı bir yorum sunan kitap, bir yerinde Neşet Ertaş’a bağlanıyor.

23 Haziran 2017 - 11:28

O türkü başka türlü çalınabilir. Bir aşk tersten başlayabilir. Bir yaradılış mucizesi kendini heba edebilir. Ve Hilkat'e inat Neşet Ertaş'ı herkes sevebilir...

Herkes Sever Neşet Ertaş'ı, Klasik bir roman kahramanı profilinin oldukça dışında duran Hilkat, bir yaradılış mucizesi olarak doğdu. Bütün hayatını bu mucizeyi heder etmeye adadı. Yüzlerce lüzumsuz bilgi ile doldurduğu kafası, Pelin'in hayatına girmesi ile iyice karıştı. Peki bütün bunların Neşet Ertaş ile ne alakası var?

Böyle soruyor kitabın tanıtım metninde. Sahi, tüm bunların Neşet Ertaş’la ilgisi ne? Yanıtı kitapta; Zafer İlbars’ın ikinci kitabı ’Herkes Sever Neşet Ertaş’ı’’ında gizli. Kadıköylü yayınevi Puksavida’dan çıkan kitabın Kadıköylü yazarı İlbars, Güzel Sanatlar Fakültesi’nden mezunu. Yıllarca reklam ve sinema yazarlığı yapmış. İlk kitabı “Pornovida”, Okuyanus Yayınları’ndan çıkan ve 14 hikâyeden oluşan bir öykü kitabıydı. “Herkes Sever Neşet Ertaş’ı” yayımlanmış ikinci kitabı. Dostoyevski’den Palahniuk’a, Oğuz Atay’dan Tom Waits’e kadar bir çok tanıdık simadan beslenmiş bir yazar olan İlbars anlatıyor…

Yazmaya ne zaman ve nasıl başladınız?

Lisede. oşlandığım kıza ulaşsın diye el yazısı, kolaj fotoğraflar ve çizimlerle yarattığım tuhaf fanzin belki de her şeyin başlangıcıydı. O kızı tavlayamadım ama hayal gücümü yazarak harekete geçirmenin zevkini keşfettim. Yanıma kalan bu kâr, o zaman tavlayamadığım o kızdan daha büyük bir kazanç oldu (O kız, romanda da bir yerde geçiyor bu arada.) 

Bu kitabı yazış ve yayınlanış süreci nasıl gerçekleşti?

Yazma süreci hem uzun hem de kısa bir süreçti diyebilirim. “Bu da ne demek?” diye soracak olursanız… Romanın neredeyse dörtte üçünü çok kısa bir sürede bitirdim. Fakat yazdığım sonlar beni hiç tatmin etmedi, bir noktada uzaklaştım. Fakat günlerden bir gün, trafik ışığında beklerken ve Neşet Ertaş dinlerken bu romanı nasıl bitireceğime karar verdim. Ve beni tatmin eden bir final oldu. Böyle olunca kalan kısmı da çok kısa zamanda bitirdim. Yani yazdığım zamanlar uzun değildi. Fakat başladığım ve bitirdiğim tarihler arasındaki ara verme sürecimden dolayı bir hayli zaman geçmişti. Ama asıl önemli olanı, Shakespeare’in bir eserinin adında işaret ettiği durum açıklar herhalde: “Yeter ki Sonu İyi Bitsin.”

Kitabı okumayan birine nasıl anlatırsınız? Derdi-teması ne bu romanın?

Küçük bir hayatı alıyoruz. Kendisi adına büyük, insanlık adına küçük bir adım attırarak her zaman hayalini kurduğu o büyük aşka doğru arkasından su dökerek yolcu ediyoruz. Karşılaştığı kadınla atıldığı psikoromantik sergüzeşti Ortadoğu malı mikroskopun lamına damlatarak etten bir düğüm oluşturuyoruz. Renkleri dökülmüş, reject tuşunda bakteriler yuvalanmış bir teypten yükselen Neşet Ertaş türküsü yavaşça yaklaşıyor. Sonra onca hengâmenin ardından diyoruz ki, tüm aşklar eskimiş ve kahramanımız, o eski aşklardan kalan artıklarla ceplerini doldurmaya çalışıyor. Zaten hayatı önemseyen herkes, gözlerini açtığı anda kendisini yok sayacak bir büyük aşk mutlaka yaşamıştır. Yaşamamışsa ne yazık ona!

Kitabın adı neye işaret ediyor? Neşet Ertaş’a olan ilginizin nedeni nedir? Onu ne zaman, nasıl dinlemeye-tanımaya başladınız?

Aslında bu isim, kitabın bağlamından çıkarılarak bile değerlendirilebilecek bir gerçeğe işaret ediyor bence. Neşet Ertaş’ı herkes sever. Türkülerini sevmese dahi, eğer kendisini biliyorsa kişiliğini sever. Yanılıyorsam da istisnaların kaideyi bozmayacağı en bariz durumdur bu. Kitapta da şaşırtıcı olmasını umduğum şekilde iyilik ve kötülük çatışmalarını apayrı ve farklı bir tarafa çekiyor.

Neşet Ertaş’ı dinlemeye başladığım yıllar lise yıllarıdır. Zülfü yüzüne dökülen bir kıza âşık olduğum, bahçe duvarından aşıp okuldan kaçtığım yıllar… 

Hikayeden erkekleri zayıflatan şeyin kadınlara ya da başka şeylere sahip olma güdüsü olduğuna dair bir sonuç çıkarsak doğru olur mu?

Evet, bu romanın aslında en belirgin gerçeği… Mesaj bütünlüğünün önemli bir parçası… Ama tabii bütünden çıkaracağımız tek sonuç da değil elbette.

Romanın özellikle son kısmı Neşet Ertaş'a bağlanıyor. Hikaye yazılmadan önce bu belli miydi yoksa sonradan mı ortaya çıktı? Bunun amacı nedir?

Sonradan oldu ve tüm hikayeyi toparlayan bir metafor olarak oldukça organik bir bağ oluşturdu. Bu, Antik Yunan tiyatro oyunlarında oyunun finalinde hikâyedeki tüm düğümleri çözmek için kullanılan “Deus Ex Machine” gibi bir durum bu esasında…

Roman sona doğru fantastik bir kurguya bağlanıyor. 2 penisli erkek olgusuyla neye dikkat çekmek istediniz? Psikanalitik bir gönderme mi var?

Elbette var. Erkekte penis, erki ve gücü karşılayan bir simge… Bu noktada iki adet penis taşımak iki kat güce sahip olmak demek. Kastrasyon endişesi de, yani Freud’a göre erkek çocuğun Oidipal istekleri nedeniyle penisinin kesilmesi korkusunu bilinçdışında yaşaması, romanda iki kat güce sahip olanın bu durumu törensel bir “erk şovu”na dönüştürmesine yol açıyor.

Kadıköy’ün gazetesi olarak biraz da Kadıköy sorayım. Bu romanın içinde, ruhunda, bi yerlerinde Kadıköy var mı sizce?

Olmaz olur mu? Bu roman zaten bir tarafıyla psikocoğrafik med-cezir. Med tarafı Beyoğlu, Cezir tarafı Kadıköy. Cezir “git” demektir. Romandaki Kadıköylü esas kadının fıtratını düşünürseniz bu size mantıklı gelecek. İstanbul nasıl iki parçalı bir şehirse, bu roman da ikiye ayrılmış coğrafyaya sahip. Ve hikâyenin asıl dramatik virajları hep Kadıköy’de alınıyor.  

Kadın karakterin Moda’da yaşıyor olmasının belli bir nedeni var mı?

Hayatımın önemli bir kısmı Moda’da geçti. Moda, çok çekici bir semt, her anlamda… Ve romanın çekicilik unsuru olan kadın, bu özelliğini taçlandıran bir semtte oturmalıydı.

Siz Kadıköylüsünüz. Buranın havasını soluyor olmanız kitaba ne kadar yansıdı?

Kendimi mekân sahibi biri gibi hissettirdi. Böyle olunca içeri giren tüm karakterleri tanımam kolaylaştı. Kadıköy karşılık beklemeksizin kucağına atılacağınız bir aşktır. Başka hiçbir semtte hissedemeyeceğiniz kadar özgür olacağınız, her daim güzel ihtimallere açık bir yer.

Son dönemde Kadıköy’den pek çok genç (bilhassa yer altı edebiyatı) yazar çıktı, çıkıyor. Bu süreci nasıl yorumluyorsunuz?

Çünkü İstanbul’da “Karşı” kavramının karşılığı Kadıköy’dür. “Karşıya geçmek” sözü daha çok Kadıköy’e dair bir yön tayini için kullanılır. Buradaki karşı kavramı sadece coğrafik değil, ruhani ve muhalif bir karşılıktır!   

Kitap kapağını da (insanların Kadıköy sokaklarındaki ‘kim lan bu Erol Egemen’ yazılarından aşina oldukları) Erol Egemen’in tasarlaması süreci nasıl gelişti?

Kitabın kapak resmi bir “göz büyücüsü” olarak tabir ettiğim ressam Erhan Cihangiroğlu’na ait. Erol Egemen kapağı tasarladı. Ben de büyü bozulmasın diye kendisini tanımamak için, olmadığı zamanlarda yayınevine gittim. Huzurunuzda, bu vesileyle bir de ben sorayım: “Kim lan bu Erol Egemen?” 


ARŞİV