Oyuncu ve müzisyen kimliğiyle tanınan Ceren Kaçar, uzun yıllardır solisti olduğu Seyyah grubuyla sürdürdüğü kolektif üretimin ardından, bu kez kendi iç sesine kulak vererek ilk solo EP’si “Geçen” ile dinleyicilerin karşısına çıktı. Ada Müzik etiketiyle yayınlanan albüm, hem Cumhuriyet’in erken dönemine ait az bilinen eserlerin yeniden yorumlarını hem de sanatçının müzikal dünyasında şekillenen çok katmanlı bir anlatıyı barındırıyor. “Bu EP’de yavaşlayan, içe dönen, sahici bir bağın peşine düştüm.” diyen sanatçıyla Geçen’in üretim sürecini, sahici olana duyulan arzuyu ve müziğin bugüne nasıl ses verdiğini konuştuk.
Bu albümde birlikte çalıştığınız müzisyenleri ve aranjörleri seçerken sizi en çok ne etkiledi?
Bu projede bir araya gelen isimler, sadece müzikal becerileriyle değil; üretime yaklaşımları, duyarlılıkları ve birlikte yaratma istekleriyle bu EP'nin ruhuna doğrudan katkı sağladılar. Aranjör ve prodüktör olarak Ozan Demir hem geleneksel müzik bilgisi hem de EP’nin ruhuna uygun bir çerçeveyi korurken tüm müzisyenlere özgür bir alan da açarak sürece yön verdi. Ozan’ın yaklaşımı şarkılara sadece müzikal değil, dramaturjik bir derinlik de kazandırdı. Toby Kuhn ise klasik müzik eğitimi olan, aynı zamanda farklı geleneksel anlatılara açık bir çellist olarak projeye taze ve kural dışı fikirleriyle yaklaştı. Başından beri duymak istediğim tınıları hayal ederek seçtiğim müzisyenlerin hepsi bu projeye büyük bir sahiplenme ve dayanışmayla dahil oldu. Cenk Erdoğan (perdesiz gitar ve yaylı tanbur), Ediz Hafızoğlu (davul), Derya Türkan (kemençe), Deniz Şahin (tanbur), Salih Korkut Peker (tanbur), Hakan Gürbüz (bas gitar) ve İstanbul String Quartet gibi usta müzisyenlerle çalıştığım için kendimi çok şanslı hissediyorum. Tüm bu sürecin mümkün kılınmasında Ada Müzik’in rolü de çok büyük. Sadece bir plak şirketi gibi değil, gerçek anlamda müzisyene alan açan, destekleyen bir yapı olarak bu projeye gönülden sahip çıktılar. Özellikle bağımsız bir kadın müzisyen olarak böyle bir dönemde böyle bir destek görmek benim için çok kıymetliydi.
-Geçen” ismi hem geçmiş zamana hem de duygusal bir geçişe işaret ediyor gibi. Albüme bu ismi verirken neyi anlatmak istediniz?
“Geçen” hem zamanla hem de duygularla ilişkili bir sözcük. Bu EP’nin ruhunu en iyi karşılayan kelime de oydu. Zamanın kendisinden çok, zamanla birlikte içimizde birikenlerle ilgili. Ulaşılamayana duyulan özlem, geçmişe dönük bir sızı. Bu EP’de yavaşlayan, içe dönen, sahici bir bağın peşine düştüm. “Geçen” hem geçmişten gelen bir duyguya hem de onun hâlâ geçmekte oluşuna işaret ediyor.
“ÇOK TANIDIK BİR YER”
-Cumhuriyet’in ilk döneminden şarkılar seçmek fikri nasıl doğdu? Bu repertuarı belirlerken sizi en çok etkileyen unsur neydi?
1900’lerin başı, bir geçiş dönemi. Batı’yla temas artmış, müzikte yeni arayışlar başlamış ama aynı zamanda kendi coğrafyasının melodik mirası da çok güçlü. Tam bu iki uç arasında üretilmiş eserler beni çok etkiliyor. O dönemin müziğinde hem bir ait olma arzusu hem de bir arada kalmışlık var. Bu arada kalmışlık benim için çok tanıdık bir yer.
-Bu eserleri yeniden yorumlarken, geleneksel ile modern arasındaki dengeyi nasıl kurdunuz?
Açıkçası, müziği kafamda “geleneksel” ve “modern” diye ayırarak yaklaşmadım. O şarkılar zaten kendi dönemlerinde bir tür arayışı barındırıyor. Hem geleneksel olanla bağını sürdürüyor hem de Batı'dan gelen yapılarla yeni arayışlara giriyorlar. Yani o denge zaten o dönem eserlerinin ruhunda var. Fakat özellikle operet ve tango formunda gizlenmiş bir ihtişamlı ve teatral bir yaklaşım vardı, onu daha içe dönük ve yalın bir yoruma dönüştürmek üzere yola çıktık. Ne bir nostalji tuzağına düşmek istedim, ne de sadece modern olma arzusuyla eserlerin ruhuna yeni bir şeyi dayatmayı. O şarkının ne anlattığını, bugünle nasıl konuşabileceğini araştırdık. Bize hissettirdikleriyle yola çıktık, biçimi sonra geldi.
-EP’de caz ve indie-pop dokunuşları dikkat çekiyor. Bu türleri seçerken müzikal kimliğinizi nasıl yansıttığını düşünüyorsunuz?
Benim için türler, anlatının aracı. Her şarkının bir duygusu var ve o duygunun en iyi nasıl aktarılacağını sezgisel olarak arıyorum. Caz armonileri ya da indie’ye yakın yalınlık, bazı şarkılarda o kırılgan duyguyu büyütmek için çok etkili oldu. Ozan’ın düzenlemeleri de bu anlamda çok katmanlı bir dünya sundu. Müzikal kimliğim biraz da bu arayışta gizli. Sahici olana, yaşanmış gibi duyulana yaklaşmak istiyorum. Boğazda bir düğüm bırakabiliyorsa ya da o düğümlerin çözüldüğü anları doğurabiliyorsa, benim ilk dinleyişimden beri bu iki uç arasındaki salınımımı yansıtabiliyor demek bence.
“ÇOK BÜYÜLÜ BULUYORUM”
-EP’de yer alan parçaların bazıları neredeyse hiç gün yüzüne çıkmamış, az bilinen eserler. Sizi bu eserlere çeken neydi?
Bu EP’nin en özel parçalarından biri “Sen Nazlı Bir Çiçeksin.” YouTube’da taş plak dijitalleştirmeleri arasında tesadüfen dinledim. Şarkının kime ait olduğunu başta bilmiyorduk. Youtube’da yalnızca 8 dinlenmesi olan şarkı kimsesiz ve zaman dışı kalmıştı. Sonrasında iz sürerek, parçanın Şefik Gürmeriç’e ait olduğunu öğrendik, ailesine ulaştık, yeniden dinleyiciyle buluşması için harekete geçtik. Onları yeniden duyurmak, sahici ve samimi bir karşılaşma alanı yaratmak istedim.
-Solo kariyerinize nasıl devam etmeyi planlıyorsunuz?
Benim için müzik, bir karşılaşma alanı. Her projede, her sahnede bunu kurmak istiyorum. EP sonrasında hem bu döneme ait başka şarkılarla hem de kendi yazdığım bestelerle bu yolda devam edeceğim. Canlı performanslar, yeni kayıtlar ve yeni hikâyelerle dinleyiciyle birebir temas hâlinde olacağım bir yolda ilerlemek istiyorum. Çünkü sahnede yaşanan şey, sadece bir konser değil; duyulmanın, karşılıklı anlaşmanın mümkün olduğu o anı beraber yaşatmak. Bu anları çok büyülü buluyorum. Hem ürettiğim kayıtlı müzikte hem de sahnede bu büyülü anların peşinden gitmeye niyetliyim.