Kadıköy’den “1851’e” yolculuk

1851. studio’nun kurucusu fotoğrafçı Kerim Suner, 19. yüzyılın ortasında bulunan Wet Collodion (Islak Kolodyum) tekniğini kullanarak fotoğraf çekiyor. Kadıköy’deki stüdyosunda tarihi yeniden canlandıran Suner ile söyleştik

28 Ocak 2021 - 10:59

“Antika bir fotoğraf makinesi ve objektif önünde poz verirken bizim buzlu cam üzerindeki ters görüntünüzü netlemeye çalışmamızı izleyecek, fotoğrafınız çekilirken eski zamanlarda olduğu gibi birkaç saniye hareketsiz durmaya çalışacaksınız…”

Fotoğrafçı Kerim Suner’in 1851.studio adlı internet sayfasında yer alan bu ifadeler, cep telefonuyla fotoğraf çekenler ve çektiği fotoğrafları anında görenler için biraz şaşırtıcı gelebilir. 1851 yılında İngiliz heykeltıraş Frederick Scott Archer’ın bulduğu Wet Collodion (Islak Kolodyum) tekniğini kullanarak fotoğraf çeken Suner, “Benim uğraştığım tarihi yöntemlerde tek başınızasınız, her şey fotoğrafçının elinde ve kontrolünde. Sabrı olan, seven için mükemmel. Bazen çok emek sarf ediyorsunuz, olmuyor; bıkmamak, devam etmek gerekiyor. Sanırım bu zorlayıcılık da işi cazip kılıyor.” diyor.

1851’E DÖNÜŞ

Kerim Suner kimdir, sizi tanıyabilir miyiz?

1967’de Ankara’da doğdum. Alman Lisesi'nden sonra Boğaziçi Üniversitesi'nden Bilgisayar Mühendisi olarak mezun oldum. Son olarak da Koç Üniversitesi'nde İş İdaresi Yüksek Lisansı'nı tamamladım. Okul yıllarından itibaren bilgisayar sektöründe çalıştıktan sonra 2000 yılında Türkiye'nin ilk sanat galerisi sahiplerinden annemin ve ilk bilgisayar uzmanlarından babamın mesleklerini birleştirerek Türkiye'nin ilk sanat portalı lebriz.com'u kurdum. 2016 yılında ise o zamana kadar hobim olan fotoğrafla daha yoğun ilgilenebilmek amacıyla ağırlıklı olarak tarihi fotoğraf teknikleri üzerine çalıştığım 1851.studio'yu kurdum.

Şile Kalesi-2018 (Ambrotype)

Mühendislikten fotoğrafa nasıl bir geçiş yaptınız ?

Fotoğrafın lise yıllarından beri her zaman hayatımda yeri vardı, ancak üniversite, iş hayatı derken fazla zaman ayıramamıştım. 2000’li yıllarda dijital teknolojilerin de gelişmesiyle fotoğrafa ilgim yeniden canlandı. Bilgisayar mühendisi olarak fotoğrafın da artık dijital ortama taşınması beni çok heyecanlandırmıştı. Ancak bir türlü lise yıllarında karanlık odada çalışırken yaşadığım hazzı ve duyguyu tekrar yakalayamadım. Çok fazla fotoğraf çekiyordum ama fotoğraflarla aramda bir mesafe vardı sanki, fotoğraf benim dışımda oluşuyordu. Bir gün lise yıllarında kullandığım makineye film takarak eski günlere dönmeye başladım. Hızımı alamayarak 1851 yılına kadar geri gittim.

Suner, karanlık odada çalışırken –Fotoğraf: Bülent Özgören

ESKİ FORMÜLLER KULLANILIYOR

-Wet collodion tekniği ile nasıl tanıştınız?

Tekrar analog fotoğrafla uğraşmaya başladığımda farklı videolar izlerken wet collodion tekniğiyle çalışan bir fotoğrafçıya rastladım. Tarihi teknikleri sadece ismen biliyordum, bizzat uygulanışını hiç görmemiştim. O video beni çok etkiledi. Fotoğrafçı, fotoğrafın ortaya çıkma sürecinin her aşamasında bizzat ellerini kullanarak yer alıyor, hatta bir aşamada fotoğraf makinesinin parçası haline geliyordu. İnanılmaz bir şey. Bu kadar ilham verici biri olamaz dedirtti bana. Türkiye’de tanıdığım kimsenin bu teknikten haberi yoktu ama ben öğrenmek istiyordum. Birkaç ay sonra videodaki fotoğrafçı Ian Ruhter’ın Amerika’da çölün ortasındaki Palm Springs kasabasında workshop düzenlediğini öğrendim ve katılmaya karar verdim. Sürreal bir deneyimdi, bütün katılımcılar o videoyu izledikleri için gelmişlerdi, tuhaf bir ekipti, aktör Gary Oldman da katılımcıların arasındaydı. Orada, ömür boyu fotoğrafla, özellikle tarihi tekniklerle uğraşmaya karar verdim.

Suner'in Ruh Parçaları serisinden bir fotoğraf-2020 (Ambrotype)

Wet Collodion tekniğini uygulayarak çektiğiniz fotoğraflarla günümüzden 1800'lü yıllara doğru bir yolculuğa çıkıyoruz. Teknik detayları nedir yaptığınız işin?

Cam veya parlak siyah bir metal plakayı ana maddesi kolodyum olan kendi hazırladığımız kimyasal karışım ile kaplayıp, gümüş nitrat banyosunda bekleterek ışığa hassas hale getiriyoruz. Böylece cam veya metal plakanın üzerinde el yapımı bir film tabakası oluşuyor. Bugün kullandığımız analog filmin en primitif hali bu. Bir sonraki aşamada bu plakayı kameranın içine yerleştirip pozluyoruz. El yapımı filmin ışık hassasiyeti çok düşük olduğu için pozlama ışık şartlarına bağlı olarak birkaç saniye sürüyor. Daha sonra karanlık odada geliştirici ve sabitleyici banyo işlemlerine tabi tutarak, plakanın üzerinde görüntüyü oluşturuyoruz. Son aşamada yüzde yüz saf gümüşten oluşan bu fotoğrafın zaman içinde bozulmaması için eski formüllere göre elde hazırlanan bir vernikle kaplanması gerekiyor. Bu şekilde koruma altına alınan fotoğraflar çok uzun yıllar hiç bozulmadan ilk günkü görünümünü koruyabiliyor. İlk aşamada cam plaka kullanmamız durumunda vernikleme aşamasından sonra iki seçeneğimiz var: ya bu camın bir yüzünü siyah bir madde ile (ben asfalt kullanıyorum) kaplayarak pozitif bir plaka elde edebiliriz; ya da elimizdeki cam negatifi kullanarak yine tarihi baskı yöntemleri ile kâğıt üzerine pozitif baskılar üretebiliriz. Günümüzde dijital fotoğraflardan da asetat üzerine negatif alarak tarihî yöntemlerle kâğıda basmak mümkün. Bu iki tekniği birleştirmekten de hoşlanıyorum.

Sarayburnu-2018(wet-collodion negatiften albümen baskı)

-Şu ana kadar bu teknikle kaç fotoğraf üretmişsinizdir?

Çok net söyleyebilirim; 1504 adet pozitif ve negatif plaka ürettim. Negatiflerden de yine muhtelif tarihi teknikleri kullanarak 677 adet kağıt üzerine baskı elde ettim.

-Mühendislik kariyeriniz fotoğraf çalışmalarınıza katkı sağladı mı?

En büyük faydasını kayıt tutma ve arşivleme konusunda gördüm. Kendi geliştirdiğim bir sistem ile yaptığım fotoğrafları arşivlemenin yanı sıra her fotoğrafın yapım süreci ve yapımında kullanılan kimyasal malzemelerle ilgili detaylı bilgiyi bir veri tabanına aktarıyorum. Böylece problem çıktığı zaman geriye dönerek problemin kaynağını kolaylıkla bulabiliyorum.

Suner, Devrim Erbil'in portresini çekerken

“MÜZAYEDELERDEN ALIYORUM”

Metin Akpınar, Devrim Erbil, Mario Levi gibi sanatçı ve yazarların fotoğraflarını da çektiniz. Bunun yanında ünlü olmayan kişilerin de fotoğrafını çekiyorsunuz. 1800'lü yıllara ait bir görüntüyle karşılaşmak nasıl bir his yaratıyor insanlarda?

Bahsettiğiniz portrelerin çoğunu Devrim Erbil’in 60. sanat yılı için hazırlanan bir kitap projesi kapsamında yapmıştık. İki yıla yayılan heyecan veren bir çalışma olmuştu. Bu portreler geçen yılkı İstanbul Sanat Fuarı’nda sergilendi. 1851.studio’da randevu ile özel portre çekimi de yapıyoruz. Karanlık odada cam plaka üzerinde saf gümüşten meydana gelen suretinin yavaş yavaş oluşmasına şahit olan herkes çok heyecanlanıyor ve duygulanıyor.

Yaptığınız işin bir de malzeme boyutu var. Özel ekipmanlara ihtiyacınız oluyor sanırım. Fotoğraf makinelerine ve objektifleri nerelerden temin ediyorsunuz?

Ekipmanın en önemli parçası objektifler. En iyi sonucu antika objektiflerle elde ediyoruz. Bu tür objektifleri, hem de kullanılabilir durumda olanlarını bulmak pek kolay olmuyor. Kullandığım her objektifin temin edilmesinin ayrı bir hikayesi var. Genellikle yurtdışında müzayedelerden alıyorum. İşin bir de kimyasal madde boyutu var. Kullandığımız değişik kimyasal maddeleri temin etmek de her zaman kolay olmuyor. Her ne kadar kullandığımız kimyasal maddelerin çoğu mutfağımızda veya banyomuzda kullandıklarımızdan daha zehirli olmasa da çalışırken dikkatli olmak gerekiyor.

“DİJİTALİ REDDETMİYORUM”

Avuç içine sığan cep telefonlarıyla her gün milyonlarca fotoğraf çekiliyor. Siz tam tersine daha büyük ekipmanlarla sanatınızı icra ediyorsunuz. Dijital her yanımızı sarsa da nostaljiye olan bir özlem de var. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben bunu eskiye özlem veya nostalji olarak görmüyorum. Kötü anlamda söylemiyorum ama dijitalde işin çoğunu başkaları yapıyor. Elde ettiğimiz sonucun kalitesine etki eden fotoğraf makinesinden yazıcıya bütün cihazları ve yazılımları göz önüne getirin. Bunlardan herhangi biri bugünkü düzeyine ulaşamamış olsaydı bugün elde ettiğimiz kalitede dijital fotoğraflar elde edemeyecektik. Photoshop filtresi yazan bir firmanın kapanması bile fotoğrafçılar arasında paniğe neden olabiliyor. Bir de bütün bu sistemleri bugünkü seviyesine getirebilmek için çalışmış ve çalışmakta olan insanları düşündüğü zaman insan ister istemez “bir fotoğrafı kaç kişi yapıyor?” diye soruyor.

Süleyman Saim Tekcan – karanlık odada portresinin oluşumunu izlerken

Benim uğraştığım tarihi yöntemlerde ise tek başınasınız, her şey fotoğrafçının elinde ve kontrolünde. Sabrı olan, seven için mükemmel. Bazen çok emek sarf ediyorsunuz, olmuyor; bıkmamak, devam etmek gerekiyor. Sanırım bu zorlayıcılık da işi cazip kılıyor. Bu arada tabii ki dijitali reddetmiyorum. Kendi kullanım alanı içinde dijitale de ihtiyacımız var. Kolaylık, zaman ve görüntü kalitesi açısından tabii ki kullanmalıyız. Ben bunu yelkenliye benzetiyorum. Eskiden yolcu taşıması, yük taşıması hepsi yelkenlilerle yapılıyordu. Günümüzde yük ve yolcu taşımak için tankerler, şilepler ve büyük yolcu gemileri kullanıyoruz ama keyif almak için hala yelkenliye biniyoruz. Bir de analog fotoğrafın kelimelerle anlatılamayan ve insanı içine çeken bir yönü var ki ben bunu insanın analog bir varlık olmasına bağlıyorum. Analog müzik için de bu geçerli.

Tarihi Yarımada Panorama -2018 (Ambrotype)

Hayalinizde bir fotoğraf var mı? Yani çekmek istediğiniz ama henüz çekemediğiniz.

Babbage’ın İkinci Fark Makinesinin (Difference Engine II) wet-collodion fotoğrafını yapmayı çok isterim. İngiliz matematikçi Charles Babbage’ın 1830’larda tasarladığı ancak gerçekleştirmeye ömrünün ve maddi imkanlarının yetmediği bilgisayarın atası kabul edilen bu dev mekanik hesap makinesi, 1980’lerde orijinal tasarıma uygun olarak üretildi ve California’daki Bilgisayar Tarihi Müzesi’nde sergileniyor. Bu fotoğrafı yaparak Calculus serisini tamamlamayı hayal ediyorum.

Suner'in çalışmalarını incelemek için  1851.studio ve https://kerim.suner.photography sitelerini ziyaret edebilirsiniz. 

Ambrotype: Wet collodion tekniği ile cam plaka üzerine yapılan fotoğraf türü


ARŞİV