Kadıköy'den yükselen trompet tınıları...

Trompet sanatçısı Barış Demirel, ‘’Müzik hayatımda en büyük tutkum. Trompet ise hayatımda bir uzvum gibi…’’ diyor

24 Nisan 2015 - 11:07

Gökçe UYGUN
Adı ve sesi  Kadıköy’den yükselen yeni bir isim Barış Demirel... Türkiye’de 90’lardan bu yana önemli müzik yarışmalarından biri olan Roxy Müzik Günleri’nde 2011 yılı birincilik ödülünü aldı. Bu deneyimden sonra solo projesine ağırlık vererek pek çok konser mekanında ve Caz’dan Rock müziğine bir çok önemli festival sahnesinde performans sergiledi. 2012’de ilk maxi-single albümü “O.Y.D.H.O.G.Y.” yayımlandı. Şimdi de yeni albümü “T.E.A.R.” ile karşımızda…

Trompete ilginizin nasıl doğduğunu merak ediyorum açıkçası… Sahnelerimizde az görülen bu Batı enstrümanıyla aranız nasıl?
Trompete hep çok ilgim vardı. Duyduğum enstrümanlardan daha özel bir sese sahip olduğunu düşünüyordum. Tamamen kişisel bir mevzu, hissiyat. Üniversiteye başladığım zamanlardı, kendime ikinci el bir kornet almıştım. (Trompete göre daha yumuşak tona sahip ama çalım kombinasyonu olarak trompetle aynı olan bir enstrüman.) Sonrasında trompete geçerek devam ettim.

‘’Barıştık Mı’’ sahne adınız mı? Müzikal yolculuğunuzda grup musunuz, tek mi?
Barıştık Mı 7-8 yıl evvel kendime bulduğum bir lakaptı. İsmim yerine bu mahlası kullanıyordum. Fakat grup ismi olarak sanılması da beni rahatsız etmiyor. Albümle beraber hem mahlas hem de adımı kullanma kararı aldım. ‘Müzikal yolculuk’ çok geniş bir tanım. Yeri geliyor tek başıma da performans yapıyorum, yeri geliyor başka projelere, müzisyenlere, kayıtlara eşlik ediyorum. Sahnede kendi müziğimi icra etmek için stabil bir ekip olması daha çok tercih ettiğim bir durum.


Anladığım kadarıyla evde kendi kendine çalmak-kayıt yapmaktan sahnelere giden yol, Roxy Müzik Günleri’nde 2011 yılı birincilik ödülünü almanızla başlıyor. Bu süreci biraz anlatır mısınız?
2008’de o zamanlar amatör-profesyonel her müzisyen için velinimet olan MySpace’ten bir müzisyen hesabı açmıştım. Evde yaptığım ufak-tefek kayıtları yüklüyordum fakat yakın dostlarım dışında paylaştığım kimse yoktu. Cesaret edemiyordum diyebilirim. Yavaş yavaş o kayıtları paylaşmaya başladığım günlerde Roxy Müzik Günleri’ne başvurdum. Final, Performans derken birincilik ödülü bana çıktı. O günden sonra müzisyen dostlarımın da desteği ile solo projemi devam ettiriyorum.

‘İstanbul caz sahnesinin umut vaat eden trompetçisi’’ deniliyor sizin için. Bu ne hissettiriyor?
Onore eden bir durum bu ama aslında caz sahnesine ait biri değilim. Caz müziği her ne kadar kendi içinde pek çok dala, tarza ayrılsa da, bana sadece ilham veren bir müzik. Bence zor ve birikim, bilgi isteyen bir müzik. Yaptığım müzik ile ülkedeki caz festivalinde de rock ya da deneysel müzik festivalinde de sahne bulma şansım oldu. Herhangi bir kısıtlama içerisinde bulunmadan trompetin odak olduğu bir şey üretmeye çalışıyorum. İlla ki etkilendiğim pek çok tarzdan esintiler barındırıyordur.

2012’de ilk maxi-single albümünüz “O.Y.D.H.O.G.Y.” çıktı. İsmin açılımı da ‘’oğlum, yapma demiyorum, hobi olarak gene yap’’ imiş. Bu isim bana 2 şeyi anımsattı; Gezi isyanıyla birlikte hayatımıza giren o meşhur jargonlardan biri.. Diğeri de caz müziğine çok çok aşina olunmayan bu topraklarda caz yapmak… Ne dersiniz?
Caz müziği icra etmiyorum. Bu ülkede popüler olan akımların dışındaki sesler ile eğer bir gelir elde edilme gayesi varsa ne yazık ki çok kolay değil-gibi geliyor bana-. İstemese de farklı işlerde çalışmak zorunda kalabiliyor insan. Ama tutku olduğu sürece müzik de var. Ömür Abi’nin (Hariçten Gazelciler) “Yollar” şarkısında dediği gibi; “Mutluyuz çırak olmaktan, gidecek yol aramak Allah’tan.”

2015’in ilk günlerinde yeni albüm “T.E.A.R.”ı çıkarttınız. Müzisyen arkadaşlarınızın isimlerinin ilk harfleri. Ama aynı zamanda da gözyaşı demek.  Niye gözyaşı, neye üzüntü? Albüm de adı gibi hüzünlü mü?
Evet; “Taner-Ege-Aydın-Ömer-Rammy”. Üretmeme koşulsuz katkıda bulunmuş bu güzel arkadaşlarıma sembolik görünse de bir vefa… Ben hüzünlü olduğunu düşünüyorum ama dinleyenine göre değişir.

Kaç şarkı var? Şarkılardan biraz bahsetmek ister misiniz?
6 parça mevcut. Bir de bonus track var. Biri Taner Yücel’e ait bir beste, biri Sigur Ros yorumu –aslında eski bir İzlanda ninnisi-, diğer parçalar’ın besteleri bana ait.  2-3 parçada şarkı da söylüyorum. Bana ait sözleri barındırıyorlar. Fakat vokali olabildiğince minimumda tutuyorum. Enstrümantal ağırlıklı bir albüm.  

Sizin için Ekşi’de biri ‘’Biraz bencilce olsa da hiç popüler olmasın, hiç tanınmasın’’ demiş. Ne dersiniz siz bu duruma? Popülerleşmek, kaliteyi silikleştirir mi zamanla?
Benim de öyle ”çok bilinmesin, herkes dinlemesin” dediğim, hastası olduğum müzisyenler, şarkılar hep oldu. Bahsettiğinle ilgili iki kalite konusunun olduğunu düşünüyorum. Biri onursal diğeri de müzikal. Popülerleşmek bu iki kaliteye de –eğer varsa- zarar veriyorsa o kişiye ya da kişilere yaramamıştır. Bence hırs ve şımarıklık güzel şeyler. Kibir kötü.

Bu tür bağımsız/alternatif/deneysel müzik yapmak zor mu Türkiye’de?
Zor değil. Kimse “bu müziği yapamazsın” ya da “konser veremezsin” demiyor. Ama bu zorluk ”beklediği ilgiyi bulamamak” üzerineyse, konunun dışında durmayı seçiyorum. Hayallerimiz umduğumuz gibi gerçekleşir ya da gerçekleşmez. Önemli olan işimize bakmak. Bir gün illa ki güzellikler gözükür…

Doğma büyüme Kadıköy’lüyüm. Arkadaşlarımla, anılarımla, diğer merkezi semtlere göre biraz olsun dinginliğiyle İstanbul’da sakini olmayı sevdiğim bir yer. Kadıköy’ün müzikal ortamı son yıllarda daha da hareketlendi. Kendi müziğini yapan ve farklı farklı tarzdan pek çok müzisyene destek var. Kadıköy’de, müzisyenler arası iletişimden, birlikte yapılan session’lardan ortaya müzik dışında güzel dostluklar da çıkabiliyor. Müziği yaşadığım lokasyona bağlı tutmuyorum ama burada yaşamaktan memnunum. Enstrümanımın ses düzeyine karşı toleranslı komşularım var. Daha ne olsun?!

Fotoğraflar: Sadi Güran, Ali Güler


ARŞİV