Filistinlilerin yaşam mücadelesini konu alan 2024’ün Oscar ödüllü belgeseli “No Other Land” (Gidecek Yer Yok), Uluslararası Af Örgütü’nün düzenlediği bir etkinlikle Kadıköy Sineması’nda izleyiciyle buluştu. Yönetmenliği ve senaristliği Basel Adra, Hamdan Ballal, Yuval Abraham ve Rachel Szor tarafından gerçekleşen film Batı Şeria’daki Masafer Yatta bölgesinde, İsrail tarafından topraklarından çıkarılmak istenen Filistinlilerin yaşadıklarına odaklanıyor. Köylerde yaşanan gerçek görüntülerden oluşan belgesel, çocukların, kadınların ve ailelerin yaşamını bütünüyle etkileyen bir süreç olduğunu gözler önüne seriyor.
ZORLA YERİNDEN EDİLME
Gösterimin ardından düzenlenen söyleşinin moderatörlüğünü üstlenen Uluslararası Af Örgütü Türkiye Direktörü Ruhat Sena Akşener, belgeselin önemini şöyle ifade etti: “Bu film sadece bir belgesel değil, aynı zamanda Filistin’de yaşanan hak ihlallerini ve insanların günlük yaşam mücadelelerini görünür kılıyor. Zorla yerinden edilme hissi Filistinliler için sadece evlerini kaybetmek değil, umutlarını, güvenlerini ve hayatlarını kaybetmek demek.”

“HARUN, BİNLERCE HİKÂYEYİ TEMSİL EDİYOR”
Belgeselde yaşanan olaylar ile ilgili konuşan Uluslararası Af Örgütü Orta Doğu araştırmacısı Budour Hassan, “Harun genç bir çiftçiydi. Hayalleri ve ailesi vardı. 2021 yılında evindeki jeneratörü kurtarmaya çalışırken vuruldu ve felç kaldı. Tek derdi günlük yaşamını sürdürmekti. Sonra hayatı bir anda değişti. Harun yaralandıktan iki yıl sonra hayatını kaybetti. Onun hikâyesi yalnızca vurulduğu anla sınırlı kalmadı. Yaralanmasından ölümüne kadar geçen süreç, Gazze’de binlerce insanın her gün yaşadığı sürekli ızdırabı temsil ediyor. Harun’un acısı, göz ardı edilen binlerce benzer hikâyenin yalnızca bir örneği. Ve maalesef, Harun gibi birçok kişi yaralandıktan sonra adeta unutuluyor.” dedi.
Hassan, Harun’un yaşadıkları üzerinden, Gazze’deki yaralıların maruz kaldığı zorlukları ise şu sözlerle anlattı: “Harun’un hikâyesi yalnızca bir örnek. Gazze’de yaralanan binlerce insan günlük yaşamlarını sürdürmek için temel ihtiyaçlara ve tıbbi bakıma erişimde büyük engellerle karşılaşıyor. Çocuklar, kadınlar, yaşlılar… Herkes görünmez bir savaşın içinde, sürekli bir çaresizlik ve belirsizlikle mücadele ediyor. Bu acılar göz ardı edildiğinde, insanlar adeta unutuluyor. Hikâyeleri duyulmuyor ve yaşadıkları ızdırap görünmez hâle geliyor. Harun’un hikâyesi, Gazze’deki sessiz direnişin ve insanın her koşulda hayatta kalma mücadelesinin sembolü. Harun, binlerce hikâyeyi temsil ediyor.”
Uluslararası Af Örgütü'nün bölgedeki çalışmaları hakkında da bilgi veren Hassan, “Biz sadece gözlem yapmakla kalmıyoruz. Zorla yerinden edilenlerin hikâyelerini belgeliyor, mağdurlarla görüşüyor, elde ettiğimiz verileri uluslararası mekanizmalara taşıyoruz. Amacımız, yaşananların cezasız kalmamasını sağlamak ve dünyaya Filistin’deki hak ihlallerini duyurmak.”dedi.

“SAHADA KARŞILAŞTIĞIMIZ HİKAYELER DAHA AĞIR”
Belgesel gösteriminin ardından düzenlenen söyleşide konuşan avukat ve insan hakları savunucusu olan Aynur Şengal, “Uzun yıllardır mülteci hakları ve Filistin’de yaşanan insan hakları ihlalleri üzerine çalışıyorum. Aynı zamanda Filistin için yürütülen BDS, yani Boykot, Yatırımların Geri Çekilmesi ve Yaptırımlar hareketinin Türkiye’deki kurucuları arasında yer alıyorum. Bu çalışmalar, yaşananların görünür olması ve unutulmaması açısından çok önemli.”dedi.
Belgeselin, Batı Şeria’daki Masafer Yatta bölgesinde yaşananları doğrudan aktardığını söyleyen Şengal, sözlerine şöyle devam etti: “Sahada karşılaştığımız hikâyeler, çoğu zaman kamuoyuna yansıyandan çok daha derin ve ağır. Batı Şeria, uluslararası hukuka göre işgal altındaki bir bölge. Buna rağmen insanlar yıllardır evlerinden çıkarılmak isteniyor. Filmde izlediğimiz yıkımlar ve baskılar bu gerçeği açıkça gösteriyor. Bir insanı evinden kopardığınızda sadece bir yapıyı değil, bütün bir yaşamı dağıtmış oluyorsunuz. ”

“SİNEMA, BİR DİRENİŞ ARACI”
Kültür-sanat yazarı ve sinema eleştirmeni Olkan Özyurt da belgeselin anlatım diline ilişkin değerlendirmede bulunarak şöyle konuştu:“Filmin gücü, büyük ve ağır bir tarihsel meselenin soğuk gerçeklerini izleyiciye insani bir perspektifle aktarmasında yatıyor. Harun’un yaşadıkları, süregelen trajediyi kişisel bir hikâye üzerinden görünür kılıyor ve izleyicinin empati kurmasını sağlıyor. Bu sayede izlediğimiz şey yalnızca bir belgesel değil, aynı zamanda bir tanıklık oluyor.”