Defterler maziyi anlatıyor

Sanatçı Ayşecan Kurtay, karantina sürecinde hazırladığı “Evde Kal Defteri” adlı çalışmasıyla, eski fotoğrafları katmanlı hikayelerle yeniden yorumluyor. Kurtay, ile boşluklar ve oyuklarla dolu çalışmalarını konuştuk

14 Ocak 2021 - 14:25

Korona virüsü salgının etkisini gösterdiği ilk zamanlarda dünyada ve Türkiye’de milyonlarca insan evlerinde karantinaya girmişti. Birçok insan için karantina sıkıcı bir hal alsa da bazıları bu süreci daha eğlenceli ve yaratıcı hale getirebildi. Özellikle müzik, heykel ve resim gibi sanat dallarında eserler üreten sanatçılar, hayal dünyalarını genişletip farklı eserler ortaya koydular. Kadıköylü sanatçı Ayşecan Kurtay da karantina sürecinde “Evde Kal Defteri” adlı bir çalışma hazırladı. Eski fotoğrafları kolaj yöntemiyle kendine has üslubu ile yeniden yorumlayan Kurtay ile hem kişisel hikayesi hem de evde kaldığı dönemde hazırladığı “Evde Kal Defteri” projesi üzerine söyleştik.

Ayşecan Kurtay kimdir? Biraz kendinizden bahseder misiniz?

1986 Saint Benoit Kız Lisesi mezunuyum. İstanbul, Kadıköylü bir sanatçıyım.

Kaç yıldır Kadıköy’desiniz?

1997 yılından beri Kadıköy’deyim. İlk on yıl atölyem Bostancı’daydı. Sonra Kadıköy merkeze, eski çarşının hemen yakınına taşındık. Bostancı da çok keyifliydi ama Kadıköy merkez gerçekten bambaşka.

 Sanatçı olarak Kadıköy’ün havasını nasıl yorumluyorsunuz?

Kadıköy’ün eski ve yeniyi sokaklarında sanat ve sanatçılarla buluşturması, Yeldeğirmeni gibi merkezlerde farklı sanatçı atölyelerinin bulunması, sanatçılar arasındaki etkileşim ve iletişimin canlılığı, ilham veren eskicileri, antikacıları, sahafları, süregelen Mural İstanbul duvarları, galerileri, tiyatroları, sinemaları ve canlı sokak hayatı… Daha ne olsun.

“ACI ÇEKTİREN BİR SÜREÇ”

 Resimle  ilişkiniz nasıl başladı?

Yirmi beş seneyi aşkın bir süredir sanatla uğraşıyorum. Sanatla uğraşım nerede, ne zaman başladı? Alaylı bir sanatçı olarak bunu söylemek gerçekten zor. Net olarak hatırladığım ise; Yusuf Taktak Atölyesi’nde yaptığım soyut resimler, kolajlar. O atölyeden sonra sanat  benim için artık düşünsel ve düşsel dünyamın önemli bir parçası oldu. 1997 yılında MEB Sanat Durağı Resim ve Seramik Atölyesini kurdum. İki katlı, içinde resim, heykel, seramik ve tasarım atölyelerinin olduğu, haftanın yedi günü grup ve bireysel çalışmalarının yapıldığı bir sanat mekânıydı. Ancak idari prosedürler ve işletmecilik  süreçlerinin takibi bana yeterli üretim zamanı bırakamadı. 2001 yılı ekonomik krizi ile kapatma kararı almak zorunda kaldım. 2001 yılından beri kendi atölyemdeyim. Kişisel sergilerin yanı sıra, projeli sergiler, üyesi olduğum KRE Kolektif sergileri ve bu pandemi sürecinde farklı dallarda da iş üreten altı sanatçıyla oluşturduğumuz Instagram mekânlı “Çevrim İçi Kırk Dakika” çalışmaları da devam ediyor.

Yaptığınız çalışmaları nasıl tanımlıyorsunuz?

“Mağara resimleri” vurgusu hoşuma gidiyor. “İzm”leri olsun olmasın bütün resimlerin kökeni mağara resmi değil mi? Kendi iç duvarlarımızdan yansıttıklarımız… Bu duvara yansıyanlarsa bir sürecin gölgeleri. Teknik olarak soruyorsanız da şunu söyleyebilirim; genelde ince kağıt oymalar, boya, kolaj, asamblaj, yani tematik kurgulamaya uygun farklı teknikler kullanıyorum. Sanat benim için gerçekten bir süreç. Devamlı bir şeyler kattığım, öğrenmenin ve sonsuz katmanların açıldığı bir süreç. Hem çok keyif ve doygunluk veren, hem de her yaratım sürecinde olduğu gibi ciddi acı çektiren bir süreç.

“İÇİMİZDEKİ HİKAYE”

Farklı sanat dallarına yöneldiniz mi yoksa hep resim mi yaptınız?

Sadece resimle uğraşmadım. Bazen üç boyuta yöneldim, 1 buçuk metre boyunda kağıt kuklalar tasarladım, gümüş modelleme atölyesinde çalıştım. Yaptığım işlere dair her soru ve sorun yeni kapılar açtı bana. Resimlerimde baş gösteren hikayecilik, kelimeleri kağıtlarıma düşürmeye başladı. Böylelikle kendimi Yeşim Cimcoz Yazı Evi’nde buldum. Kısa hikaye ve şiir derken, resimler ve yazılar el yapımı defterlerimde birleşmeye başladı.

Eski fotoğrafları yeniden yorumladığınız çalışmalarınız var. “Evde Kal Defteri” adlı projenizde hayal gücünüz ve yorumunuz  ile geçmişe de müdahale ediyorsunuz. Bu çalışmanın hikayesi nedir?

Yazı Evi’nde fotoğrafla gerçekleştirdiğimiz yazı çalışmaları vardı. Elimize rastgele aldığımız bir fotoğrafa odaklanır içindeki -aslında içimizdeki- hikâyeye ulaşmaya çalışırdık. O karede görünen sabitlenmiş anın ötesini sorgulardık. Bu çalışmalarda fotoğraflar benim için daha anlamlı hale geldi.

“YENİ HİKAYELER YÜKLÜYORUM”

 Eski fotoğrafların sizin için anlamı nedir?

Eski fotoğraflar, o eski pozlar, duruşlar, ortamlar zamanın ne kadar değiştiğini,  dönemin değerlerini gösteren belgeler aslında. Ailemizden, çevremizden, eskicilerden toplayıp izlediğimiz sessiz belgeseller. Stüdyo ortamlarında veya profesyonel bir fotoğrafçı tarafından mekanlarda çekilmiş fotoğraflar özellikle ilgimi çekiyor. Hepsi birer film karesi gibi. Renklerinin siyah beyaz oluşu bile çok etkileyici. Hepsi bir hikâyenin başı ya da sonundan bir kare sanki.

Bağlamından kesip çıkardığım figürleri kendi kurguladığım sahnelere yerleştirerek onlara yeni hikayeler yüklüyorum, ayrıca oyarak çıkarttığım kareler ve kalan boşluklar da bambaşka bir zeminde kendi farklı hikayelerini yaratıyorlar.

 Fotoğrafları nereden buluyorsunuz?

Evimde aileden kalma kutular dolusu fotoğraf var. Eskiciler ve sahaflar eski fotoğraflar dolu.

Esas olarak pandemi sürecinde bu çalışmaları ortaya çıkardınız. Salgın, sanatçılar için farklı bir süreci başlatmış olabilir mi?

Pandemi süreci ile beraber değişen dünyayla sanatın yaratım ve sunum şekilleri de hızla değişiyor. Bu geçiş dönemi hepimiz için yeni fırsatlar ve deneyimler yaratacaktır. Alışageldiğimiz düzenin böyle sarsılması hepimizde endişe yaratıyor. Yine de böyle bir zamana denk gelmek ve sürecin içinde olup değişimi yaşamak heyecan verici geliyor.


ARŞİV