“Dans, ruhumun gıdası”

Koreograf ve dans sanatçısı Mercan Selçuk, “Her gün aynaya bakıp kusur aramak üzerine bir meslek düşünün! Travmatik olabiliyor. Ama bu işi seçtiğim için hiç pişman olmadım” diyor

16 Ekim 2018 - 16:17

Dans sanatçısı-koreograf Mercan Selçuk, müzik dolu bir ailenin içine doğdu. Dedesi Münir Nurettin, babası Timur Selçuk çünkü. Müziği çok sevdi ama meslek olarak dansı seçti. İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Bale Bölümü’nden mezun olduktan sonra, Londra'da modern dans eğitimi aldı. Türkiye’ye döndü, pek çok projede dans etti. Halen dans eğitmenliği yapan Selçuk, şimdilerde kendisi gibi dansçıların hikayesini yine dansla sahneye aktarıyor. Geçen yıl kurduğu ‘Mercan Selçuk Dans Topluluğu’ (MSDT) ile ‘Bizim Hikayemiz’ adlı tek perdelik bir dans gösterisi hazırlayan Selçuk, 22 Ekim’de Caddebostan Kültür Merkezi’nde ve 16 Kasım’da Kozyatağı Kültür Merkezi’nde sahne alacak.

Doğma büyüme Kadıköylü olan Mercan Selçuk ile Ayrılıkçeşmesi’nde dans dersleri verdiği okulda buluşup, dansı konuştuk…

  • Temel bir noktadan bir soruyla başlamak isterim; sizin için ne demek dans?

Su içmeden, oksijen solumadan yaşamak mümkün değil, değil mi? Bunlar dış gıdalarımız. Benim için de dans olmadan yaşamak mümkün değil, dans ruhumun gıdası.

Zaten böyle hissetmesem bu topluluğu (Mercan Selçuk Dans Topluluğu-MSDT) kurmazdım, deli işi çünkü! Maddi manevi bütün sorumluluk bende. Yani normalde insanlar dans okulu açar ama ticari olarak öğrencilere ders verir falan. Ama bizde öyle değil.

  • ‘Deli işi’ dediniz ya, neden girdiniz bu yükün altına? Dans etmenin nesi size yetmedi de bir topluluk kurma ihtiyacı duydunuz?

Konservatuarda okurken herkesin bir hayali olur; kimisi başdansçı olmak ister, kimi çok iyi bir öğretmen ya da koreograf. Bunların hiçbiri bende yoktu Ben sadece dans etmek istiyordum. Dans etmeye doymak istiyordum. Sonra öğretmenlik de yaparım elbette diye düşünüyordum.  Londra’da aldığım eğitimde de koreografi ile ilgili denemelerim olmuştu. Döndükten sonra burada bale ve modern dans üzerine öğretmenlik yaparken sahneye bir şeyler koymak için koreografi de yapıyordum. Ama aklımda hiç ‘Bir topluluk kurayım’ gibi bir düşünce yoktu. Bir gün Beşiktaş'tan Kadıköy'e gelirken vapurda,  dans eğitimi verdiğim bir kurumu hayatından çıkarmaya karar vermiştim, üzmüşlerdi beni. Böyle bir karar aldım ama orada sevdiğim birkaç kişiyi düşündükçe ben de üzülüyordum. Bir anda dedim ki kendime ‘Ya niye üzülüyorsun? Oradan sevdiğin kişileri, ara, birlikte bir şeyler yapın’ diye. Çünkü artık böyle, birkaç kişi bir araya gelip bir proje oluşturuyorlar, sahne kiralayıp sergiliyorlar. Aradım o kişileri, onlar da tamam dediler. Hiç unutmuyorum geçen sene Temmuz’da Kadıköy'de buluştuk ve yola çıktık. İlk aşamada 5 kişiydik, sonra 30 olduk. Demek ki böyle bir şeye ihtiyaç varmış. Zaten Türkiye'de özel dans toplulukları çok az. Cem (Ertekin) hoca var, Çağdaş Bale Topluluğu var Kadıköy’de.

Bu bence ilahi bir şekilde bana geldi bu konu. Ben öyle şeylere çok inanırım. Topluluğun kurulma ve ilerleme sürecinde de önümüzdeki bütün engeller kolayca aşıldı, çok rahat ilerledik.

  • Kaç kişisiniz ekipte? Nasıl bir yapınız var?

Ana kadro ve çocuk kadrosu diye ikiye ayırdık. Çocuk kadrosunda, ücret karşılığı ciddi bir eğitim veriliyor. Yetişkin kadrosuna seçilenlerin yarısı üniversitede konservatuar öğrencisi, diğer yarısı da mesela yarı zamanlı konservatuarlı ya da amatör olarak dansa başlamış ama bu işi ciddiyetler yapan kişiler. Onlar hiçbir ücret ödemeden hem eğitim alıyorlar hem sahne deneyimi yaşıyorlar. Bu sene çocuk kadrosunda 30, yetişkinlerde 22 olmak üzere toplam 52 kişiyiz ben dahil.

  • Ve sahnede kendi hikayenizi anlatıyorsunuz…

Evet, ‘Bizim Hikayemiz’ adlı gösterimizi ilk kez geçen sene Mart ayında sergiledik. Bizim hikayemizi anlatıyoruz, dansçılar hikayesini. Bu mesleği yapmaya karar verdiğimiz andan sonraki tüm süreci… Dans sanatçısı olma yolundaki insanların, çocukluktan olgunluğa hayatındaki ilişkilerini, olaylarını, duygu durumlarını… Biliyorsunuz çok erken yaşta dansçı olmaya karar vermek lazım 10 yaşında falan. Fiziken ve psikolojik olarak çok zor bir süreç değil. Türk balesinin 70 yıllık bir tarihi var, güzel şeyler oluyor ve ben de çok destekliyorum tabii ki ama o eğitim süreci kolay değil, bunu da söylemek lazım. Biz de bu gösteride, o süreçte yaşadıklarımızı anlattık. Türkiye'de sanatçı olmayı, gerçekten sanatla yol almayı seçen biz azınlığı anlattık.

  • Gösterinin içeriği nasıl? Tüm bunları sadece dans ile nasıl aktarabiliyorsunuz?

Sadece dans değil, ufak metinler de var. Herkes gelip izleyebilir, anlayabilir. Kimse ‘Ben modern danstan falan anlamam’ diye düşünmesin. Gösteriden ağlayarak çıkanlar oldu mesela. Hani son zamanlara pek çok insan bu ülkeden umudunu kesti ve gitmek istiyor ya… Yok hayır buradayız, ümidi kesmek yok. Bu ülkedeyiz burası güneşin sofrası, burası dostların arası… ‘Bizim Hikayemiz’ şimdi başlıyor diyoruz

  • Sizin hikayeniz, insanlara umut mu veriyor?

Evet evet. Çünkü biz de umut etmeye ve bu umudu yaymaya devam etmek istiyoruz. Umudumuzu koruduğumuz için de hala üretiyoruz. Burası çok güzel, bu ülkeyi bırakıp gitmek bu kadar kolay olmamalı diye düşünüyorum.

  • Gösterinizin müziklerinde hem yerli öğeleri hem Batılı tınıları kullanmışsınız.

Çünkü zaten benim evimdeki müzik sofrasında bunlar vardı. babam 10 sene Paris'te yaşadı, o sürecin ona kattıkları var. Tabii bir de Münir dedem var. Ben yurt dışında Batı eğitimi ama ben özümde buralıyım, ailemden de aldığım müzikler buralı. Türk müziği muazzam bir müzik, müthiş bir derya. Bu güzel müziğimizle, Batı’nınkini harmanlamak istedim. Bu gösteride Vivaldi de var, kanun ve ney de var. Modernize sema da var klasik bale figürleri de. Çünkü benim ruhum da öyle…

  • Dedeniz ve babanızın izlerini bugüne taşıyorsunuz yani.

Evet evet doğal olarak öyle oldu zaten, zorla olacak bir şey değil. Onlar işlerini o kadar iyi yapmışlar ki, taviz vermeden kaliteli üretimler sunmuşlar. Bu benim için de büyük bir manevi miras. Yeri gelmişken söyleyeyim; bundan sonraki projemiz de ‘babamın şarkıları’ olacak. Babam da zamanında Münir dedem için ‘babamın şarkıları’ yapmış. Şimdi de ben yapacağım.

  • Hem burada hem yurtdışında dans eğitimi almış biri olarak Türkiye'deki dans eğitimi nasıl buluyorsunuz?

Biraz fazla uzun! Türkiye'de galiba eğitim sisteminden kaynaklı olarak, dans eğitimi için konservatuara 10 yaşında giriyoruz,  12 sene sürüyor, 22 yaşında mezun oluyoruz. Mesela yurtdışında 6 senede bitiyor. Dansçılar 17-18 yaşındayken dans grupları seçmelerine katılmaya başlıyorlar. Ama burada öyle olamıyor.  

Bir de yurtışında şöyle bir fark var;bu işte psikolojik olarak eğitim sisteminde dançının özgüveninizin yüksek tutulması çok önemli. Eğer sizde bir ışık varsa ve çalışkan bir öğrenciyseniz. Avrupa bunu çok iyi başarıyor. Çünkü özgüven arttıkça daha çok üretim oluyor, motive oldukça parlıyor dansçı. Bir de Türkiye'de dans bölümlerine talep Avrupa'ya göre daha az. Mesela burada 4 kişi ile sınıf açılabiliyor. Bizim sistemde çalışmayan tolere edilebiliyor. Çünkü zaten öğrenci sayısı az. Hele ki erkek öğrenci sayısı çok çok az.

  • Neden öyle?

Çünkü aileler erkek çocuklarının dansçı olunca eşcinsel olacağını zannediyorlar! O kıyafetler, o müzikler filan. Daha renkli bir dünya. Renk olunca da eşcinsellik geliyor akıllarına. Elbette öyle bir şey sözkonusu değil ki eşcinsel olsa ne olur! Ama bu kişinin doğasından gelen bir şey, sanat kimseyi eşcinsel yapmaz. Keza bence bir erkeğin en güzel görünebileceği anlar dans ettiği zamanlar.

Mesela ben eğitim verdiğim dans kurumlarında, ışık gördüğüm bazı erkek öğrencilerin ailesine bunu söylediğimde, genelde babalr hemen çocuğu dans dersinden alıyor! Çok üzücü bir şey.  ‘Çin Mahallesi'nde çiğ köfte satmak’ derler ya, toplumun değer yargıları henüz tam oturmamış bu anlamda.

  • Öte yandan bu sanatın bu ülkede 70 yıllık geçmişi var.

Müthiş bir şey bu, değil mi? Müslüman bir ülkede yani. Başka bir örnek var mı dünyada bilmiyorum. Tabi bu da Atatürk sayesinde olmuş

  • Sizin çocuklar grubunda nasıl denge?

 Bizde hiç erkek yok maalesef. Halk oyunları topluluğu kurmuş olsaydım böyle olmazdı. (gülüyor)

  • Erkek çocuğu olan ailelere bir şey söylemek ister misiniz bu vesileyle?

 Yani söylemek yetmiyor aslında. Bu noktada biz sanatçılara görev düşüyor. Bence gidip her yerde gösteriler yapmalıyız. Sadece kalburüstü okullarda değil de her yerde. Belki ilk aşamada çocuklar da yetişkinler de belki dalga geçecekler, gülecekler falan ama olsun. Görmeleri lazım, gördükçe normalleşecek.

  • Bale seyircisi nasıl? Mesela Süreyya Operası’ndaki biletlerin yok sattığını söylemişsiniz.

Kadıköy’de çok büyük ve güzel bir ilgi var. Sadece dansta değil. Kadıköy’de çok sayıda tiyatro da açıldı ne mutlu ki. Bence bu demin bahsettiğimiz algı konusunda medya da görev düşüyor. Sanat programları, izlenmenin daha yüksek olduğu saatlerde yayınlanmalı. Sanat müthiş bir şey. Ne meslek seçerse seçsin, sanat dokunan çocuk bambaşka oluyor, başka türlü aydınlanıyor.

  • Türkiye'deki ortamı konuştuk, eğitimi konuştuk filan. Bunları düşününce sanatını yaparken zorluk yaşadınız mı, hiç pişman oldunuz mu bu mesleği seçtiğinize?

Her gün aynaya bakmak ve kusur aramak üzerine bir meslek düşünün! Yarım kilo alsan göze batıyor. Bu çok tuhaf bir şey aslında, travmatik haller olabiliyor. Dediğim gibi öğrencilik kısmı da zordu. Ama bu işi seçtiğim için hiç pişman olmadım. Tam tersine her zaman şükrediyorum. Su gibi, hava gibi, o keyfi almadan ben yaşayamam.

Olumsuz şeyler de zaman zaman yaşanıyordur elbette ama açıkçası ben çok da yaşamadım. Her anlamda beni destekleyen bir ailem var. Dostlarımız, bizi izleyenler.. Etrafımda oluşan bu azınlıktan mutluyum ben.

  • Londra'da kalmayı düşünmediniz mi?

Hayır Çünkü ben çok buralıyım! Orada aldığım eğitim bana müthiş kapıları açtı, yelpazeme çok güzel renkler kattı ama ama evim burası, evim Türkiye benim!


ARŞİV