Murat Germen, Amerikan Mimarlar Birliği’nden “altın madalyalı” bir mimar, üniversitede fotoğraf, sanat ve yeni medya dersleri veren bir eğitmen, birçok basılı ve çevrimiçi yayını olan bir araştırmacı ve fotoğrafı ifade ve araştırma aracı olarak kullanan bir sanatçı.
Germen’in eserleri; kentleşme ve mutenalaştırmanın etkileri, katılımcı vatandaşlık ve kent hakları, yerel kültürlerin belgesel sürdürülebilirliği, insanın doğada neden olduğu tahribat gibi konulara odaklanıyor.
Kadıköy’de yaşayan Murat Germen ile fotoğrafın kendisi için ne anlam ifade ettiğini ve kentlerdeki değişim üzerine konuştuk.
Aslen mimarsınız fotoğrafla ilişkiniz nasıl başladı?
Hem kent plancısı hem de mimar olarak zaten fotoğrafla ilgilenmek, bu alanda aktif olmak durumunda idim. Akabinde fotoğraf en sevdiğim hobime dönüştü, daha sonra ise sevdiğim işi yaparak hayatımı kazanmak adına fotoğrafı hayatımın merkezine koydum.
Eserleriniz genelde kent sorunu üzerine yoğunlaşıyor. Bu alanla ilgili çalışmalar yapmaya sizi ne yöneltti. Mimar olmanızın bunda etkisi var mı?
Muhakkak ki var; ama sadece neden bu değil. Kentler, sakinlerinin kendilerine has yaşama hallerini ve barınaklarını şekillendirdiği alanlardır. Bu yüzden onları inşa eden toplumların aynasıdırlar, bir kültürü kurduğu şehirler üzerinden okuyabilirsiniz. Kentler, toplumların hakiki ruhunu gözlemleyebileceğiniz açık hava antropoloji / etnografya müzeleri gibidirler. Özellikle de dünyadaki kent nüfusunun kırsaldaki nüfusu geçtiği zamanımızda; kentlerin gelişimine odaklanmadan sosyolojik, psikolojik, kültürel, etnografik, ekonomik çalışmalar yapmak imkânsız gibi geliyor bana.
“ ANLAMI VURGULAMAK İÇİN…”
Eserlerinizde çeşitli teknikler uygulayıp fotoğraflara farklı bir anlam katıyorsunuz. Bu tekniğin manipülasyon olarak adlandırılması ile karşı karşıya kaldınız mı, nasıl anlamlandırıyorsunuz?
Sözünü ettiğiniz türden çalışmaları “ kurgusal” sınıfına sokmayı, manipülasyon olarak adlandırdığımız eylemi de “ başkalaştırma” olarak tanımlamayı yeğlerim. Çünkü manipülasyonun sözlük tanımlarından bir tanesi “ ekleme ve çıkarma yoluyla bilgileri değiştirme” ve ben bilgileri değiştirmek için değil, tersine anlamlarını daha da vurgulamak üzere bazı sayısal teknikler kullanıyorum. Başkalaştırılmış işler dışında bol miktarda belgesel nitelikte fotoğraf da üretiyorum ve işin bu yönünü, çok ama çok önemsiyorum.
Mesela 3. köprü ile ilgili yaptığınız çalışma ile oradaki doğa tahribatını sizin fotoğraflarınızdan gördük. Fotoğrafı sanki bir sosyal sorumluluk alanı olarak da kullanıyorsunuz, ne dersiniz?
Yıllardır mücadele ede ede ve kişisel çabalarımla bir tanınırlık oluştu neyse ki. Ülkemizde, kültür-sanat ortamı da dâhil olmak üzere, her alanda erke tapan feodal bir sistem yürütüldüğü ve ben de egemenlere mümkün olduğu kadarıyla boyun eğmeyen dik başlı biri olduğum için; yurtdışına açılım için bana destek çıkan pek fazla olmadı ne yazık ki. Benim için çok önemli iki kitabım var. Sonuncusu, 1928’den beri sadece sanat kitapları basan, çok tanınmış ve prestijli bir yayınevi olan İtalyan Skira tarafından yayımlandı. Skira ekibinin belirttiğine göre ilk defa Türkiye’den bir sanatçı ile çalışmışlar; bir yandan “ keşke ilk değil de ellinci kişiye kitap yapılan bir coğrafya olsaydı burası!” diye hissederken, diğer yandan gurur duymuyor değilim tabi.
Fotoğrafı bir sosyal sorumluluk alanı olarak da kullanıyor olduğum gözleminize gerçekten sevindim. Kültürel, mimari mirasın ve belleğin sürdürülebilirliği konusunda belge / kurgu üretmeyi bir çeşit aktivizm ve direniş biçimi olarak görüyorum. Bunu yaparken sıradanlıktan kaynaklanan aşinalığı kırmayı ve ortaya çıkan görselliğin beklenmedik bir algıya zemin yaratmasını amaçlıyorum.
“ YIKIM VE BELLEK TERKİNİ”
İstanbul'daki değişimi nasıl yorumluyorsunuz. En son Galata Misafirhanesi yıkıldı. Siz sosyal medyada çok fazla tepki göstermiştiniz. Bir mimar olarak da İstanbul'un tarihi yapılarının zarar görmesi sizi oldukça rahatsız ediyor olmalı?
İstanbul’da ve tabi diğer illerde olan bitene ben değişim diyemiyorum. Değişim benim için olumlu anlamlar taşıyan, bir miktar da ilerleme içeren bir kavram; kültürel boyutta bakarsak şu an itibariyle bir ilerlemeden daha çok gerileme içinde olduğumuzu düşünüyorum. Bu sürece yıkım ve bellek terkini demeli daha çok; art niyetle üretilmiş, insanları birleştirmekten çok ayrıştırmaya, yarıştırmaya ve bizleri sokaklardan koparmaya yönelik kent planlamaları ve inşaat stratejileri yürürlükte.
Bir röportajınızda “ Artık fotoğraf yaşama değil yaşam fotoğrafa tanıklık ediyor” diyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?
Günümüzde “ gerçek” diye adlandırılan ve egemen ülkeler tarafından dünyaya fotoğraf ajansları ve sosyal medya üzerinden pompalanan siyasi, kültürel, psikolojik kurgu artık fotoğraflarla kodlanıyor. Fransız düşünür Baudrillard’ın sözünü ettiği ve temsili imgenin temsil edilenin yerine geçtiği bu yenidünya düzeninde; fotoğraf artık, güvenilir bir tanıklık belgesi olmaktansa eğilim belirleme, yanlış bilgilendirme aracı olarak kullanılıyor.
Ne zamandan beri Kadıköy'de yaşıyorsunuz. Sanırım Caddebostan sahilinde uzun bisiklet sürüşleri de yapıyorsunuz. Yaşadığınız semt ile ilişkiniz nasıl?
İlkokul yıllarımdan beri Kadıköylü sayılırım; üniversiteden mezun olana kadar Bahariye’de yaşadım ve okudum, Saint Joseph Lisesi mezunuyum. 1996 – 2013 yılları arasında ise, bir başka Asya yakası semti olan Beylerbeyi’nde yaşadım; son 4 senedir gene Kadıköy’e, Çiftehavuzlar’a döndüm. İnşaatlarla buraları devasa bir şantiyeye çevirdiler. Buna rağmen buraları çok seviyorum; rahat, medeni, açık kafalı, cıvıl cıvıl bir bölge burası genelde. Bisiklet sürerken de ayrı bir keyif alıyorum; bir 37 km’lik (Kartal gidiş-dönüş) bir de 51 km’lik (Pendik Tersanesi gidiş-dönüş) olmak üzere iki adet rotam var. Daimî olarak deniz kıyısından sürmek bazen hızımı kesse de, devamlı rüzgârı yüzümde hissetmek pek iyi geliyor bana.