Bir Koşuyolu grubu; Lopenstraat

Kadıköy alternatif müzik sahnesinin en taze gruplarından Lopenstraat üyesi müzisyenler, ‘’Ülkenin, toplumun ve camianın demoralize edici atmosferine rağmen üretme arzusundan caymamak ve bir arada kalmak bizim için öncelikli…’’ diyor

24 Temmuz 2017 - 10:11

Adlarını, sakini oldukları semt Koşuyolu’ndan alan Lopenstraat grubu, 6 kişilik bir enstrümantal müzik topluluğu. Kendilerini, ‘kendi sesini aramaya çıkmış altı kişinin sesi…’ olarak tanımlıyorlar. Doğaçlama temelli müziklerinde saykedelik, deneysel ve progresif unsurlar yer alıyor. Henüz 2 yaşında olan grubu daha yakından tanımak için röportajımıza kulak verin;

Grup Alper Taşkıran, Arman Garip, Emre Öztürk,Mert Gürses, Tuna Çaloğlu ve Turgay Ulusoy’dan oluşuyor değil mi? Ekipte bir değişiklik var mı?

Mentalite olarak pek bir değişiklik olmasa da Mert eğitimine bir süreliğine yurtdışında devam etmeye karar verdiği için bir süredir 5 kişi çalışıyor ve sahne alıyoruz. Bunun dışında birkaç kez istisnai durumlarda farklı arkadaşlarımız da sahnede ve stüdyoda bizimle doğaçladılar, fakat somut olarak ortaya çıkan her şey genelde bu altı kişi tarafından yapıldı.

Tüm ekip üyelerinin asli işi ‘müzisyenlik’ mi yoksa ‘gündüz işleriniz’ de var mı?

Aslında birimiz hariç -ki o da yeni mezun- hepimiz öğrenciydik, bu dönem birkaçımız daha üniversiteden mezun oldu, şu an da gelecek “gündüz işleri” konusunda bir belirsizlik hakim çoğumuz için. Hepimiz kendi kendimize öğrendiğimiz ve öğrenmeye devam ettiğimiz enstrümanlar sayesinde küçük yaşlarda müzik ile bağ kurmuş insanlarız, Lopenstraat’a kadar da sürekli olarak müziğin pek çok yönüyle uğraşmış olsak da “müzisyenlik” yapmış sayılmayız.

2015’te neden ve nasıl biraya gelerek ‘bir grup kuralım’ dediniz?

Halihazırda gruptan 3 kişi beraber yaşamaktaydık (ki bu bir anda 4-5’i de bulabiliyordu) ve bazen evde, bazen de stüdyoda gidip kendi kendimize doğaçlamalar yapıyorduk.  Çoğunlukla doğaçlamalardan tatmin olmasak da sürekli olarak yapmaya devam ettik ve bir noktada birbirimize fazlasıyla alıştık. Önce bir okul etkinliğinde sahne almak için belli parçaları düzenlemeye çalıştık ama pek de beceremedik, bu sırada da ilk şarkımızı yanlışlıkla ortaya çıkarmış olduk, bu da bize farklı bir enerji kazandırdı. Sonrasında aynı yöntemi izleyip farklı fikirler ortaya attıkça farklı taslaklar ortaya çıkmaya başladı, en sonunda da sadece isim koymak kaldı. Sanırız o kısım biraz güme gitti.

Lopenstraat ne demek?

Aslında bir anlamı yok, fakat Flamenkçe’de “Lopen” koşmak demek, biz de kendimizce gruba bir şekilde “Koşuyolu” adını vermiş olduk.

Lopenstraat bir ‘erkek müzik grubu’ mu?

Altı erkekten oluşan bir grubun testosteron kokan bir müzik yapması kaçınılmaz geliyor olabilir ilk bakışta. Lakin herhangi bir sex veya gendera ait sesler çıkardığımızı üşünmüyoruz, zira sanatta genel olarak ayrık kategoriler tespit etmek keyfiyet ürünü olur. Müziğimiz feminen ya da maskülen, cis ya da trans gibi elle tutulur kategorilere sahip değil, diğer her müzikal çıktı gibi. Daha çok tüm insanlara hitap edebileceğini hissettiğimiz, bu niteliklerin tümünü bir süreklilik içinde barındıran, tüm bu renkleri içeren bir akış gibi demek isteriz.

Egoların yüksek olduğu bir alan olarak ifade edilen müzik-sanat ortamında, bir grubu –hele ki 6 kişilik- ayakta tutmak zor mu?

Elbette ki değil. Hepimiz birbirimizden oldukça farklı karakterleriz ve genelde düşüncelerimiz ve davranışlarımız gibi ortaya çıkarmak istediğimiz şeyler de birbiriyle uyuşmuyor. Zaten grubun müziğinin evrildiği nokta da bu biraz görülebilir bir hal de aldı; ilk EP’miz “Hike” fazlaca somut fikirlerin birbiriyle birleştirilmesiyle oluşurken sonrasında çıkan “Şile” ve “Rönesans” işlerin giderek sarpa sardığı ve herkesin fikirlerini daha az çekinceyle ve kendi yöntemleriyle “çarpıştırdığı” daha kaotik eserlere dönüştüler. Bu da bir nevi ego çarpışmalarını biraz da olsa dengeleyen unsur oldu diyebiliriz, çünkü günlük ilişkimizle beraber müziğimize de yansıdı ve ortaya çıkan eserler hepimizde farklı tatminler yarattı.

 Silik/bozuk fotoğraflarınız, fazla olmayan röportajlarınız, sözsüz şarkılarınız… Nasıl bir grupsunuz siz, sizce?

Bu devamlı kendimize de sorduğumuz bir soru aslında. Grup olarak özellikle canlı performanslarda bizim dışımızda olan bitenin bizi etkilemesine açık olmaya çalışıyoruz. Bunun yanında müzikte dinleyicinin katkısının müziği yapanla başabaş gittiğini düşünüyoruz. Bizi dinleyenlerin kendilerinden bir şeyler katmaları kaçınılmazsa madem, bunu yapmaları ve eksikleri doldurarak müziğimizi şekillendirmeleri çok önemli, çünkü imaj açısından da en besleyici şey belki de alıcı tarafın hayal gücü.

‘’Lopenstraat'ın müziğinde ağırlıklı olarak progresif, psikedelik ve deneysel yaklaşımlar bulunmakta’’ diye tanımlar var hakkınızda. Katılır mısınız? Siz müziğinizi nasıl tanımlarsınız?

Hepimizin farklı cevaplar vereceği bir soru bu. Genel hatlarıyla ama, en çok etkilendiğimiz ve bizi cezbeden müzikal elementleri el yordamıyla müziğimize yedirmeye gayret ettiğimiz doğru. Bunların içinde Kraut da var kimi zaman, Anadolu müziği de, batucada da. Kendi sesini aramaya çıkmış altı kişinin sesi dersek yersiz olmaz sanırız. Ya da bir semt referansı vermemiz gerekirse, Altıyol müziği.

Şarkılar nasıl ortaya çıkıyor? 6 kişi birlikte mi yapıyorsunuz? Neler sizi etkiliyor?

Şarkılarımızda özellikle izlediğimiz bir metot yok, fakat şimdiye kadar işe yarayan ve bizi tatmin eden yaklaşımlar var. Bazen birimizden çıkan inatçı bir melodi ya da akor diziliminin potansiyeline de bakabiliyoruz zaman zaman. Aklımızda belli bir yapı yokken fakat, stüdyoda sadece doğaçladığımız saatler ağırlıkta. Bu oturumların kayıtlarını sonra dinlediğimizde altı kişi sağlam çaldığımız kısımların yapılarını düşünüp o kısımların üzerine tekrar giderek oradaki özü yakalamaya çalışıyoruz. O öz yakalanıp oturtulduğu zaman da üzerinde keyfi değişiklikler yapmak kalıyor sadece. Kulağa basit gelse de bu değişiklikleri yapmak kısmı belki de en çok enerji harcadığımız yer.

Enstrümantal bir müzik topluluğu olarak şarkılarınız doğaçlama bazlı. Neden bunu tercih ediyorsunuz?

Bu bir tercihten öte bir zorunluluktu bizim için; bu kadronun farklı çeşitlemeleriyle cover bazlı ilerlemeye çalıştık, fakat duygu ve duyum olarak tatmin olmayı beceremedik. Zaten hepimizin çalma ve duyma olarak fazlaca müziğin içinde olduğu göz önüne alındığında da bu yolun çok kurak ve verimsiz olacağı belliydi. Cover yolundan sapmamız da bu kötü tecrübenin, zaten içimizde olan sezgisel müzik yapma merakının kaçınılmazlığıyla birleşmesiyle gerçekleşti: Neyin farklı hissettirdiği ve neyin kulağa tatmin edici geldiği üzerine yoğunlaştırdık sezgilerimizi. Attığımız her adım elbette bilinçli değil ve formal müzik eğitimi pek kısıtlı olan insanlar olmamızdan dolayı bu zaten olanaksız. Ama yoklamanın ve hissetmenin verdiği keyif ancak bu şekilde ortaya çıkabilirdi.

 İlk single Hike"ı 2015’te, ilk EP’niz "Şile"yi 2016 Ekim'inde yayınladınız. Şimdi de yeni EP ‘"Rönesans" çıktı. Yola ep’lerle mi devam edeceksiniz yoksa albüm düşünüyor musunuz?

Elimizdeki materyali nasıl paylaşacağımız konusunda çok fazla düşünmüş değiliz bugüne kadar. EP formatı genelde yaptıklarımızı sunmak için yeterince kompakt, derli toplu olduğundan tercihimizi ondan yana kullandık şimdiye değin. Albüm yapmayı da arzuluyoruz bir yandan, ama yine de albüm için yoğun bir tempo, sıkı hazırlıklar gerekiyor. Kısmet diyelim.

Oldukça taze bir grupsunuz. Önünüzdeki uzun müzik yolunda nasıl ilerlemek gayesindesiniz?

Ülkenin, toplumun ve camianın demoralize edici atmosferine rağmen üretme arzusundan caymamak ve bir arada kalmak bizim için öncelikli bir durum. Daha çok çalarak, yazarak devam etmek, tutmuş formüllere bel bağlamadan kendimizi ifade etmek, çerçeveden her seferinde biraz daha taşa taşa “progresifliği” sürdürmek ve tazeyi aramak ana hatları olsun isteriz yolculuğumuzun.

Ülkenin ve bilhassa Kadıköy’ün müzik ortamına, üretimlere, gruplara, mekanlara dair gözlemleriniz neler?

Bir önceki soruda değindiğimiz demoralize edici atmosfer, üretim yapan ve yapmaya çalışan herkes için durumu oldukta zorlaştırıyor. Bir dinleyici/izleyici olarak müzik ortamından bahsetmek gerekirse sadece Lopenstraat özelinde değil, onlarca çok çok kaliteli müzik icra eden grup ve insanı farklı sahnelerde farklı insanlarla izlemek istiyor insan. İstanbul’da ne zaman alternatif bir konsere gitsek elbet biri rast geliyor, çünkü konserler hep aynı yerlerde oluyor ve genelde aynı insanlar izliyor. Her Balina konserinde en önde aynı 4-5 kişi dans ediyoruz mesela. Müzisyen gözüyle ise durum biraz daha karışık, sadece müzisyenlerin değil tüm müzik emekçilerinin koşulları ve takriben hayatları gitgide zorlaşıyor. Üretim yapmak için gereken motivasyonu bulmak gitgide zorlaşıyor ve müzik hem emekçileri hem de dinleyici kitlesi için bir performans, bir deneyim iken direkt olarak lükse dönüşüyor. Alternatif müziğe elinden geldiğince yer vermeye çalışan mekân ve insanlar, bu işe gönül vermiş olanlar azalmakta (belki de bazı noktalarda bu bir zorunluluk haline gelse de) var olması çabası baki; kimi mekanlar kapansa da, kimisi konseptini değiştirse de bir yandan da bağımsız oluşumlar kuruluyor ve sesini duyurmaya çalışıyor, ki bu bir yandan heyecan verici de bir durum.

Bağımsız/alternatif/deneysel müzik yapan müzisyenlere hep sorduğum bir soru vardır; bu tür müzik yapmak zor mu Türkiye’de? Sahne bulmakta zorlanıyor musunuz?

Türkiye’de farklı müzik sahnelerini destekleyen farklı sahneler var. Tabi tek bir tür üzerinden destekte bulunmak müzik ortamı için pek yararlı olmuyor, ancak istekli olan ve farklı çıktılar sunabilen müzik oluşumlarının en azından İstanbul’da çıkabilecekleri ve desteklenebilecekleri sahneler var. İstanbul dışında müzik yapmak çok çok daha zor olsa gerek.

Biraz da Kadıköy sorayım. Grupta kimler Kadıköylü? Kadıköy’e dair hisleriniz/düşünceleriniz neler?

Hepimiz Kadıköy’de oturuyoruz. Zamanımızın çoğunu Kadıköy’de geçiriyoruz ve bu durumdan memnunuz. Kadıköy için “ev” demekten öte bir açıklama yok galiba.

Ve hatta sizler Koşuyolu sakinisiniz değil mi? Bir müzik grubu için nasıl bir yer orası?

Şu an öyle olmasa da, bir sene evveline kadar Koşuyolu’nda oturuyorduk. Yaşamak için Anadolu yakasının en huzurlu ve sakin muhitlerinden biri. Birbirimize yakın olmamız, istediğimiz saatte birbirimiz ziyaret edebilmemiz buranın en güzel tarafıydı.

 Nupark da Koşuyolu menşeili bir grup ve naçizane fikrim tarzları size benziyor. Bu durum Koşuyolu kaynaklı mı acaba?

Yaşadığımız semtin biz fark etmesek de müziğimize etkisi vardır; fakat tarzımızı büyük ölçekte birbirimiz arasındaki etkileşimin ve açık görüşlü olma çabamızın belirlediğine inanıyoruz.

Kadıköy’ün, müziğinize yansıması nasıl oluyor? Burada müzik yapıyor olmaktan mutlu musunuz?

Kadıköy, zamanımızı en çok geçirdiğimiz yer. Evimiz aslında. Burada yaşadığımız, birbirimize yakın oturduğumuz ve istediğimiz zaman müzik yapabilme lüksüne sahip olduğumuz için mutluyuz. Kadıköy’ün, tıpkı İstanbulun genelinde olduğu gibi doğaçlayan bir tarzı var. Sokaklarında her an her şey olabilirmiş gibi, şaşırtıcılığa kaosa gebe. Kadıköyün bize ilham olarak sağladığı en önemli unsur budur belki de.


ARŞİV