Bir çingenenin yok edilişine ağıt...

Nazilerin katlettiği bir boksörü canlandıran oyuncu Reha Özcan, ‘’Yaşanmış ve yaşanmakta olan bir insanlık dramını anlatıyoruz. Irkçılığın her türlüsüne karşı çıkmamız gerek’’ diyor

10 Mayıs 2017 - 21:00

Kadıköy, tiyatro sezonunun bitmesine az bir zaman kala sıkı bir oyunu ev sahipliği yapıyor; Ruki… Ayrılıkçeşmesi mevkiinde yaklaşık 1 yıl önce açılan Ustaların Sahnesi’nde sergilenecek olan Ruki oyunu, çingene olduğu için toplama kamplarında öldürülen boksör Johann Rukelie Trollmann’ın gerçek yaşamöyküsünü anlatıyor.  1907 Hannover doğumlu, 1933 Orta Siklet Almanya Şampiyonu Trollmann,1944 yılında Wittenberg'te (Almanya'nın bir eyalet şehri) bir toplama kampı olan Neuengamme'da öldürülmüştü. Asrın yarası olan ırkçılığın ele alındığı oyunu hem yöneten hem de boksöre tiyatro sahnesinde hayat veren kişi ise Devlet Tiyatroları’ndan 7 ay önce emekli olan oyuncu Reha Özcan.  Ruki’yi 2017-2018 tiyatro sezonu öncesi sadece 7 temsille (17-18-23-25-30-31 Mayıs ve 1 Haziran’da) sahneleyecek olan Özcan’la Ustaların Sahnesi’nde buluştuk.

  • Ustaların Sahnesi’yle yolunuz nasıl kesişti ?

Oyunculuk çalışması yaptığım bir grupla derslerimi sürdürebilmek için bir mekan arıyordum. Kerem’i aradım. Anlaştık, yol arkadaşı olduk. Burada yoğun bir programımız var. Aslında daha yoğun şeyler yapmak istiyorum çünkü tiyatro (sanat) akli dengesi yerinde insanların yapacağı iş değil ki Kerem sanat yapmanın bütün koşullarına sahip. (kahkahalar) Sanat, bu dünyayla hesabı olan insanların yapabileceği bir şey. Ve o insanların kalabalık olmaya ihtiyacı yok, tek başına cengaver gibi işlerini yaparlar. O nedenle deli diyorum. Kerem de naçizane ben de onlardanız.

  • Hemen oyunu sorayım. Ruki’nin hikayesi nedir?

Alman yazar Rike Reingier, toplama kamplarında toplu katliamların olduğu yerleri ziyaret etmiş. Bir şeylerin yapılması gerektiğine kanaat getirerek böyle bir oyun kaleme almış. Bana da bunu burada anlatmak kalıyor çünkü biz binlerce yıldır bu hikayeye sahibiz. Irkçılığın her türlüsüne karşı çıkmamız gerekiyor, homofobik olan herkese karşı reaksiyonlar göstermeliyiz. Ancak o şekilde yazarlar yazabilir, insanlar oyunlar seyredebilir, müzik öyle coşabilir, dansçılar dans edebilir. Ve biz de onları seyrettiğimiz zaman yaşama keyfimiz artar.

  • Ama şu günlerde yama keyfimiz pek yok gibi. Ne dersiniz?

Kara bulutlar o kadar çok ki kimsenin hiçbir şey yapası yok. Çocuğumun bile! Şu güzel bahar sabahlarında kalkmak istemiyor yataktan. Biz mutlu değiliz, bir mutsuzluk var. Bunu aşabileceğimiz yegane şey sanat. Ben de elimden geleni yapıyorum bunun için.

  • Oyunun derdi nedir?

Umursamadan sadece kendi hayatlarımıza bakıp dışarıda olup bitene gözümüzü kapadığımız sürece kendi çaresizliğimizle karşı karşıya kalıyoruz. Yalnızlaştırılmış bir vicdan muhasebesi. Oyunda, dünya tarihinin önemli bir dönemini de biraz daha açığa çıkartıyoruz.

  • Irkçılık hiç bitmiyor ama günümüz koşullarında bu oyun nereye oturuyor?

Sadece Türkiye’de değil bütün dünyada gelişen bir faşizm akımı var. Faşizmin, bilim ve sanat gibi hoşlanmadığı şeyler vardır. Din ve inanç sömürüsü, ayrımcılık gibi de çok beslendiği şeyler vardır. Bütün bunların karşısında direnecek bir şey vardır; çocuk. Çünkü bir çocuk yanındaki çocuğun kimliğini, dinini, rengini umursamaz. Çocuklar büyüdükçe kirleniyor. Biz kirletiyoruz çocuklarımızı.

  • Provalar nasıl ilerliyor?

Hitler’in Kavgam’ını okuyorum dönemle ilgili diye. Aslında daha önce de okumuştum. Keşke daha önce okusaymışız, keşke daha önce bilseymişiz. Keşke 2.Dünya Savaşı’ndan önce herkes okusaymış. Öyle olsaydı insanlar 2. Dünya Savaşı’nı kesin engellerlermiş ya da engellemek isterlermiş bence.

Bir oyuna hazırlanmak aslında kendi içini doldurmakla ilgili. Çok malzemen olması gerekiyor; kitaplar okumalısın, filmler izlemelisin, spor yapmalısın. Ayrıca; tek kişilik oyun ama ekipte toplam 8 kişi aynı anda koşturuyor. Oyunun yapım süreci dışında bir de lanse edilmesi var. Benim için en değerlisi oyunun kulaktan kulağa yayılması olacaktır. 

  • Tek başına sahnede olmak nasıl bir şey?

Tek kişilik ama benim için çok kalabalık bir oyun. Çünkü iç aksiyonu açısından oyuncunun takip etmesi zor bir oyun. Sadece bir oyun değil gerçekten bir ağıt benim için. Yakın zamanda hem babamı, hem yakın arkadaşım Erdal Tosun’u kaybettim. O anlamda beni rahatlatan, tedavi eden bir oyun.  Devlet Tiyatrosu’ndan emekli olduktan sonra daha özgün işler yapmak istedim. Onların ilki olacak, benim için çok iyi bir deneme.

‘Bir çingenenin yok edilişine ağıt’ diyoruz ama trajik aksiyon üzerinden kurmadık oyunu. Eğlenceli bir oyun. Bu oyunun içinde tiyatro teknikleri açısından pandomim kullandım, biraz dans kullandım, şarkı kullandım, gölge oyunu kullandım. Yani birçok disiplini bir araya getirdim.

  • Yenlikçi bir tarzda oyun. Bunun nedeni uzun yıllar DT’de çalışmış olmanız mı?

Hayır çok antrenman yapmamdan ve yurt dışında çok oyun seyretmemden. Sanat; bilim ve teknolojinin ürettiği her şeyi medeniyet haline dönüştüren tek araçtır. Bunun en kolay uygulayıcısı da tiyatrodur. ‘Süt için çocuklar, aman üstünüzü örttürün annenize’ gibi tavsiyelerde bulunan bir işin tiyatro olması mümkün değil benim için. Tiyatro öyle bir şey değil. Gelecek seyirci, oyunu kafasında tartışacak, yönetmenle tartışacak, yazarla tartışacak, kendisine bir dünya bulacak. Evet eskiden sadece güzel anlatan oyuncular vardı, onlar güzel taklitler yaparlardı ama bitti onlar. Tiyatro maymunluğun bittiği yerde başlıyor. Sahicilik önemli, yaşadığın kadar oyuncusun…

  • Bu oyun konusu itibariyle, adında ‘devlet’ olan bir kurumda oynanması mümkün olabilir miydi sizce?

DT’de her oyun oynanabilir. Neden oynanamasın? DT’nin görevidir dünyada yazılmış her oyunu oynamak. Müzelik tiyatrolar da modern tiyatrolar da yapacak. DT cesurdur. Ben 35 senelik ekmek yediğim yere ihanet edemem. Çok önemli işler yaptık. DT’nin devrimci bir bakış açısı vardır. Öte yandan ‘devletin tiyatrosu’ diye bir mantık üzerinden, kültür politikaları üzerinden gittiği zaman elbette çuvallıyor yani. Öyle bir mantık olamaz.  Sıkıntı insanlarda! Bir sanat yönetmeni gelir bambaşka bir vizyona sahiptir, sonra başka bir sanat yönetmeni gelir güdük bir vizyona sahiptir ki onun oluşturacağı repertuar doğal olarak kendisiyle benzeşir. Orada önemli olan atamalar ve kurumdan beklentileriniz. Eğer içini boşaltırsanız bir kurumu kapatmak çok kolay.

  • Ruki’yi sadece Ustaların Sahnesi’nde mi oynayacaksınız?

Önümüzdeki sene yurtdışında bir takım festivallere gitmeyi düşünüyoruz. Para biriktirmemiz lazım. Tiyatro yapabilmek için çok zengin olman gerekiyor! (gülüyor)

  • Ama şuan ‘Adı Efsane’ dizisinde oynuyorsunuz. Pek çok oyuncu gibi siz de asıl maddi gelirinizi televizyondan edinip, bunu tiyatroya harcamıyor musunuz?

Hayır her ikisinden de kazanıyorum. Para kazanamayacağım işe girmem. Düşünün bir ürününüz var ve bu ürününüzü pazarlıyorsunuz. Burada önemli olan hangi pazara sattığınızdır. Eğer ürünüz semt pazarına gidecekseniz oradan kar marjınız bellidir. Eğer ürününüz daha kaliteliyse, onu üretmek için daha fazla para harcamışsanız o ürün daha fazla para getirecektir. Eğer getirmiyorsa sıkıntı sizdedir.

Tabi ki tiyatro salonlarının açılmasında vergiler vb sıkıntılar var ama bir şey daha var o da üretmiş olduğun mal. Üretmiş olduğun malı sorgulamak… Şunu çok net söyleyebilirim eğer biz bu ürüne/oyuna seyirci yapamazsak, sıkıntı bizde diye oturup düşüneceğiz Kerem’le.

  • Diyorsunuz ki oyun iyi ise seyirci gelir.

Evet.  Oyunun kendince kalitesiyle o minval üzerinden bir pazar bulunabilir. Bence bu işi yapan insanlar biraz daha zeki hamleler yapmalı. Nazım Hikmet’in ‘o zamana kadar onların taş atmaya hakkı var, bizim ah demeye hakkımız yok’ sözünü seviyorum.

 Biz öyle bir ülke de yaşamıyoruz. İnsanlar tüm gün çalışıyor. 5’te işten çıkayım, bir şeyler içip de 8’de şu konsere, oyuna gideyim filan. Öyle bir dünya yok. Bu ülkede insanı 1000 lira kazanıyorsa yarısıyla gelecek planı yapar. Kalan 500’üyle de yaşamanın yolunu bulurlar. Bu ülke insanı böyle ve biz bu ülke insanına yapıyoruz bu işi. Bunu hiçbir zaman unutmayacağız. O kadar büyük bir seyircisi yok ki İstanbul’un. 22 milyon nüfusun 350-400 bini.

  • Sosyal medya sayfanızda ‘tiyatro bizi kurtarır’ yazmışsınız. Neyden kurtarır bizi tiyatro?

Kendi bencilliğimizden… Tiyatro iyidir. Hakikaten iyidir. Ben bütün acılarımı orda iyileştirdim, beni hiç kötü şeylerle karşılaştırmadı, hep iyi şeylerle karşılaştırdı.

  • Bunu bir oyuncu açısından söylediniz. Tiyatro seyirciyi neyden kurtarır?

Yaşama keyfi verir. Tiyatronun başka bir görevi yoktur.  Didaktik ögeleri olan şeylere tiyatro denmiyor. Onlar yapılması istenen şeylerin söyleten kişilerin hoşuna gidebilecek şeyler yani saray soytarılığı. Ben saray soytarılığı yapamıyorum, beceremiyorum ki o da ayrı bir yetenek. Ben inanıyorum ki maymunluğun bittiği noktada başlıyor tiyatro. Eğer bir cenazede ağlamıyorsan sahnede ağlayamazsın. Çevrede ağlayanları gözleyerek sahneye çıkıp da o öyle ağlıyor bende şöyle yapayım diye olmaz. Anlattığın hikaye içini titretmiyorsa, anlatma zaten ne gerek var ki.

SONUNA DEK SANAT

Geçen yıl Ocak ayında seyirciye kapılarını açan butik bir salon ve dans okulu olan Ustaların Sahnesi’nin kurucusu Kerem Kuraner,  İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nin 35 yıllık sanatçısı ve eğitmeni. Sahneyi açma sürecini şöyle anlatıyor; ‘’10 yıl önce Cihangir’den Kadıköy’e taşındım. Burada Kadıköy Belediyesi sağolsun bizlere çok güzel bir bina (Süreyya Operası) hediye etti. Bu binada sanatımızı devam ettirebiliyoruz.  Teşekkürler, bizi sahnesiz bırakmadılar. Kadıköy’e taşınmışken burada bir mekan açmak istedim sanatla ilgili. Şaman Dans Topluluğu ile yer ararken burayı bulduk ve bu çok amaçlı bir sanat atölyemizi açtık’’ 

Kuraner’in anlattıklarına göre burası ‘genç bir atölye sahnesi’. Burada hem oyunculuk, dans eğitimleri veriliyor hem de dans gösterileri ve tiyatro oyunları sahneleniyor, konserler oluyor. Yani ürettiklerini sahneliyorlar. Tiyatrolar genelde Kadıköy Çarşı, Moda, Bahariye bölgesinde. Lokasyon olarak neden Ayrılıkçeşme’yi seçtikleri sorusuna Kerem Kuraner şu yanıtı veriyor; ‘’O bölgedeki binaların parası fazla. Bir yerden bir şeyin akması lazım ama biz sanatla akıtmayı çalışıyoruz. Amacımız verdiğimiz kurslarla deli paralar kazanmak falan değil. Sanat devam etsin. Bu mekan bir tekstil atölyesinin deposuydu.  Ama ev sahibi gerçek sanatsever çıktı. Bize çok yardımcı oldu. Lokasyon açısından çok merkezi ama evet diğer tiyatroların biraz uzağındayız. Bu bir avantaj mı? Avantajı kendimiz yaratacağız. ‘Gittiği yere kadar sanat...’ diyoruz’’

 www.deepblueideas.org


ARŞİV