Kahramanmaraş merkezli depremlerin verdiği hasardan ve yıkımından sonra gözler mega kent İstanbul’a çevrildi. Sadece İstanbul’u değil birçok kenti etkileyecek olan Marmara Depremi son günlerde gündemden düşmüyor. TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Başkanı Doç. Dr. Pelin Pınar Giritlioğlu ile İstanbul’un depreme ne kadar hazırlıklı olduğunu ve deprem sonrasında meydana gelebilecek senaryolar üzerine konuştuk. Kanal İstanbul gibi projelerin artık konuşulmaması gerektiğini söyleyen Giritlioğlu, “Üç canlı fay hattı üzerine 2 milyon nüfus yığan projelere ihtiyacımız yok. Bizim ihtiyacımız ve kaynaklarımızın aktarılacağı alan kentlerin riskli kısımlarıdır. Buralarda da olabildiğince yerinde dönüşüm yapılmalı.” dedi.
“KAFESE KAPANMIŞ GİBİ MAHSUR KALDILAR”
-Kahramanmaraş depremlerine dair izlenimleriniz neler? Özellikle deprem sonrasında yaşanan kaosu, şehir planlaması açısından nasıl değerlendirmek gerekir?
Bu deprem, kentlerimizin depreme dayanıksız olduğunu göstermiş oldu. Aslında AFAD, çok sayıda il için afet riski azaltma planları ve senaryoları hazırlamıştı. Raporlarda da bu kentlerin ne kadarlık bir depremle karşılaşacakları belliydi. Ama ona rağmen mekânsal açıdan buna bir önlem getirilmemişti. Yani kentler depreme hazır mekânsal bir yapıya kavuşturulmadı. Buna karşılık siyasi kararlarla yapılan, örneğin Hatay’daki fay hattı üzerine yapılan havalimanı gibi projeler kentlerde yerini aldı. Bu kaosun en önemli parçalarından biri erişilebilirlik oldu. Bunun geri planında siyasi kararla verilen ihaleler ve yapılan projeler var. Kentlerin altyapısının depremler düşünülmeden geliştirilmesi var. Depremde ilk önce hissettiğimiz sorun erişilebilirlik problemi oldu. Ne dışarıdan yardım gelebildi ne de mevcut yollar insanların tahliyesine olanak tanıdı. İnsanlar kafese kapanmış gibi mahsur kaldılar. Bütün bunlar aslında kentlerin mekânsal olarak hala depreme hazır olmadığını, toplanan vergilerin, imar affından toplanan paraların ne yazık ki kentlerin dirençli hale getirilmesine harcanmadığını bize bir kez daha gösterdi.
-Yıkılan binaların yerine bir yıl içinde yeni konutların yapılacağı açıklandı. Bu ne kadar doğru ve kısa zamanda bu mümkün mü?
Teknik olarak bu mümkün olabilse de esas mesele burada insanların hayatlarını bu bir yıl içinde nasıl geçireceklerini planlamak olmalı. Bu hayat nasıl olağanlaştırılacak? Sağlık hizmetleri, eğitim hizmetleri ve diğer kamusal hizmetler nasıl verilecek? İlk önce bunların planlarını yapmak gerekiyor. Yeni konutlar elbette yapılacaktır. Bu devletin Anayasal sorumluluğudur. Devletin, milletin can ve mal güvenliğini ve barınma hakkını da temin etme zorunluluğu var. Bunu bir müjdeleme şeklinde halka duyurmak heyecan yaratan bir şey değildir açıkçası. Zaten olması gereken budur. Kısa zamanda teknik olarak yapılması mümkün olabilir ama bu yeterli olmayacaktır. Yer seçiminin doğru planlanması lazım. Fay hattından uzak olması önemli ancak bu yetmez. Tarım alanlarını, su havzalarını, ekolojik sistemleri koruyacak şekilde yer seçimi yapılması ve ayrıntılı zemin etütlerini yapmak gerekiyor. Bu da bu sürecin katılımcı ve disiplinlerarası ve uzmanlara danışarak yapılması gerektiğini bize söylüyor. Umuyoruz ki böyle bir çalışma olur. Ülkenin mimarları, şehir plancıları, mühendisleri her türlü yardım elini uzatmaya hazır.
-Maraş depremi İstanbul'da beklenen depremin fragmanı gibiydi aslında. 10 ilin etkilediği toplam nüfus belki de İstanbul'a eşdeğer değil. Bu depremin ardından yaşananları göz önüne alırsak, İstanbul için nasıl bir değerlendirme yaparsınız?
1999 depreminden sonra bir süre İstanbul depremini hatırlamış olsak da yeni depremler oldukça İstanbul aklımıza gelmeye başladı. Maraş depremi çok geniş bir araziye yayıldı. Etki alanı olarak neredeyse 70 bin kilometrekare alanda, 13,5 milyon insanı etkiledi. İstanbul’un tek başına nüfusuna bakarsak 21 milyona vardığını görüyoruz. Böyle bir durum kentin üzerinde yüklenen mega projeleri de dikkate alırsak İstanbul’da depremin her geçen gün yaklaştığını ve bunun İstanbul halkı için çok ciddi bir risk teşkil ettiğini, böyle bir deprem olması durumunda yüzbinlerce yapının depremden etkileneceğini ve yüzbinlerce insanın da aynı şekilde etkileneceğini (bir hata olmalı) üzülerek hatırlatmamız gerekiyor. İstanbul’un yapı ve nüfus yoğunluğu gerçekten bir metropol için çok yüksek. Hala sağlıksız konutlar imar aflarıyla sürdürülüyor. Halbuki toplanan deprem vergileri ve 2018 İmar Affı ile elde edilen gelirler yüz milyarlara varıyor. Bu paraların da aslında İstanbul’un riskli bölgelerini güçlendirmek ve dönüştürmek için kullanılacağı belirtilse de bunun yapılmadığını çok açık bir şekilde gördük. İstanbul’un riskli alanları hala riskli. Yeni proje alanları başka bölgelerde yapılıyor. Yani bu vergilerden elde edilen paralar da amacına uygun kullanılmadı.
“TOPLANMA ALANI KALMADI!”
-Özellikle Hatay'da deprem toplanma alanlarının eksikliği de göze çarpıyordu. İstanbul'daki deprem toplanma alanları da yıllardır tartışılıyor. Çünkü bu alanlar yapılaşmaya açıldı ve artık üzerlerinde dev yapılar var.
İstanbul’un deprem toplanma alanları yıllar geçtikçe yok oldu. Bugün sayıları çok gibi görünse de ne yazık ki bunlar alan büyüklükleri açısından oldukça küçük. Birçok yerde birkaç metrekarelik alanlar bile deprem toplanma alanı olarak belirlendi. Ama buna karşılık bütün büyük deprem toplanma alanları ki bunlar geçici barınma alanı olarak kullanılacak alanlardır. Ancak süreç içerisinde bu alanlar hızlıca özelleştirildi, kamusal amaçlarından sıyrılmış, üzerlerine AVM, rezidanslar yapıldı ve bu araziler deprem toplanma alanı olma özelliğini kaybetti. Bugün İstanbul’da bir deprem olsa yapıların güvenliği tek başına yeterli olmayacaktır. Binanız güvenli olsa bile dışarı çıktığınızda sizi koruyacak güvenli açık bir alan bulunmuyor. Bu karşılık sahildeki dolgu alanları insanların depremde koştuğu ilk yer olsa da aslında depremde zarar görecek ilk yerlerden biri olduğunu hatırlatalım. Çünkü yıllar içinde İstanbul’da sadece kıyılardaki dolgu alanlarında açık alanlar kaldı. Kentlerin içi tamamen yapılaştı.
İSTANBUL BU YÜKÜ KALDIRAMIYOR
-İstanbul'da deprem sonrasında ulaşımın, haberleşmenin ve altyapı sistemlerinin düzgün bir şekilde çalışması neye bağlı?
Depremden sonra ulaşımın, haberleşmenin ve altyapı sisteminin düzgün çalışması için depremden önce hazırlık yapmak gerekiyor. Bu hazırlıklar yapılmazsa depremin ardından ulaşım ve haberleşme tamamen kesintiye uğrayacak. Altyapı sistemi de hizmet veremeyecek hale gelecektir. Çünkü mevcut durumda zaten İstanbul’un altyapısı, üzerindeki yükü kaldıracak kapasitede değil. Bunu zaten yıllardır biliyoruz. Olası bir İstanbul depremi, bu altyapı sistemini tamamen çökertecektir. Bu nedenle daha deprem olmadan kentin içinde afet tahliye yolları oluşturmak, birinci derece acil ulaşım yollarını tekrar aktif hale getirmek gerekiyor. Afet toplanma alanları oluşturabilmek, kamu hastanelerini kent içinde dengeli bir şekilde dağıtarak inşa etmek büyük önem taşıyor. İstanbul’un riskli yapıları imar aflarıyla olduğu gibi duruyor. Bu alanlara yönelik planların da bir an önce yapılması ve riskli yapıların kent içinden kaldırılması gerekiyor.
Buna yönelik bilgiler de var, hazırlıklar da yapılıyor ancak bunlar hayata geçirilmiyor. Bizim esas meselemiz galiba bu. AFAD’ın deprem bölgesi için hazırladığı bütün deprem senaryolarında bunları gördük. Hangi kentte ne büyüklükte bir deprem olacağı biliniyor ancak ona rağmen önlemler mekânsal açıdan alınmıyor. İstanbul’da da durum böyle. İstanbul’da da çok sayıda çalışma yapıldı bu süreç içerisinde. Akademi bilgi üretti, belediye tespitler yaptı, bakanlık birtakım çalışmalar yaparak raporlar hazırladı. Ancak, mesele bunların hazırlanmasından öte bunların hayata geçirilmesi. Ne yazık ki bu noktada sadece İstanbul’da değil tüm Türkiye’de sınıfta kalmış durumdayız. Kanal İstanbul gibi mega projelerin de bir an önce gündemden düşmesi gerekiyor. Üç canlı fay hattı üzerine 2 milyon nüfus yığan projelere ihtiyacımız yok. Bizim ihtiyacımız ve kaynaklarımızın aktarılacağı alan kentlerin riskli kısımlarıdır. Buralarda da olabildiğince yerinde dönüşüm yapılmalı.
-Depreme dayanıklı evlerin fiyatları da sürekli artıyor. Devletin konut politikasında ciddi bir değişikliğe gitmesi gerektiğini söyleyebilir miyiz?
-Depreme dayanıklı konutların fiyatları artıyor ama bir yandan da genel olarak konut fiyatları artmaya devam ediyor. Depreme dayanıklı olması kriterlerden bir tanesi. Devletin konut politikasıyla doğrudan ilgili. 1950’lerden itibaren gerçek anlamda bir sosyal konut politikamız oluşamadı. 2004 yılında TOKİ güçlü bir kurum olarak yeniden yapılandırıldığında bu amaca hizmet etmek üzere yola çıksa da ne yazık ki bunu gerçekleştiremedi. Yoksullara ve dar gelirlilere yönelik yapmak istediği konutlara bu gelir gruplarının ulaşması aslında pek de mümkün değildi. Bugün hala değil. Gerçek anlamda konuta ihtiyacı olan kesimlerin sorunları çözülemedi. Konut politikasının da daha çok konut satışı üzerine kurgulandığını söyleyebilirim. Oysa sosyal kiralık konut ya da kooperatif gibi modellerin hayata geçirilmesi gerekiyordu. Bu konuda bir adım da atılmadığı için bugün çok ciddi bir konut kriziyle karşı karşıyayız. Konut meselesinde devletin kendine kamucu bir bakış açısıyla yeni bir yol çizmesi gerektiğini vurgulamamız lazım.