Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu (SGDF)’nin çağrısıyla Suriye savaşında yıkılan bir kent olan Kobani’deki çocuklara oyuncak, kitap, kıyafet götürmek, ihtiyaçlarını gidermek, kenti yeniden inşa etmek üzere yola çıkmışlardı. Türkiye’nin dört bir yanından yaklaşık 300 kişi Urfa’nın Suruç kentindeki Amara Kültür Merkezi’nde buluşmuştu o gün.Takvimler 20 Temmuz 2015’i gösteriyordu. Sabah uzun masalarda kahvaltı yapıp birbirleriyle tanışan gençler öğle saatlerinde bahçede toplanarak basın açıklaması yapmak istedi. Açıklama okunmaya başladığı anda IŞİD’in canlı bombası Abdurrahman Alagöz kendini patlattı ve 33 kişi o anda yaşamını yitirdi. Sonrasında Ankara’da, Beşiktaş’ta,havaalanında, meydanda patlayacak olan canlı bombaların ilkiydi ve ülkenin katliamlar tarihine en fazla gencin öldüğü katliam olarak kara harflerle yazıldı.
Kadıköy de bu katliamdan yara aldı zira İstanbul’dan gidenlerin çoğu Kadıköylü gençlerdi;Polen, Büşra, Ezgi, Ece... Üzerinden 10 yıl geçmesine rağmen yaralar hala taze. Aileler hala adalet mücadelesinde. O ailelerden iki Yasemin ile biraraya geldik. 20 yaşında “çocukların bize ihtiyacı var” diyerek yola çıkan Ece Dinç’in annesi Yasemin Dinç ve “hiçbir şey yapamazsam çocuklara yemek yaparım” diyerek giden 55 yaşındaki Bahar Nazegül Boyraz’ın kızı Yasemin Boyraz Abacıoğlu ile yaşamı, ölümü, gidenleri, geride kalanları ve adaletsizliğin içindeki adalet arayışını konuştuk.
“PAYLAŞIMCI, PLANLI, DUYARLIYDI”
-Ece nasıl bir çocuktu?
Yasemin Dinç: Herkese çocuğu farklı gelir ama Ece gerçekten farklıydı. Tek çocuk olmasına rağmen çok paylaşımcıydı. Paylaşacak kimseyi bulamasa bile yiyeceğini kedilerle köpeklerle paylaşırdı. Başarılı bir çocuktu. Kadıköy’de doğdu,Kadıköy’de büyüdü. Kreşten sonra Zühtüpaşa İlkokulu’nda okudu, sonra Kadıköy Anadolu Lisesi’ni kazandı. Üniversitede de İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünü kazandı ama kaydını yaptıramadı. Bir defteri vardı, hep not tutardı. Çok planlıydı. Kitap kurduydu; kitap okurken yarışırdık ama ben hiçbir zaman ona yetişemezdim. Siyasete çocukken bile meraklıydı. Anne baba devlet memuru, dede devlet memurluğundan emekli dolayısıyla evde aktif siyasetle uğraşan kimse yoktu ama Ece güncel siyaseti takip ederdi. Mesela bir gün geldi, o zaman Kurbağalıdere’nin en kötü zamanları, “Ben Kadıköy Belediye Başkanı olacağım Kurbağalıdere’yi ıslah edeceğim” dedi. Bunu söylediğinde ilkokul 2.sınıfa gidiyordu. Bir gün yine geldi “Ben belediye başkanlığından vazgeçtim, başbakan olacağım, ülkeyi yöneteceğim” dedi. İlkokul öğretmeni sınıf başkanlığından alınca, “Beni görevden alamaz ben seçilmiş başkanım, yarın yine aday olacağım, yine seçileceğim” demişti. Bunu öğretemezsiniz bir çocuğa, yapısal olarak öyleydi Büyüdükçe, kendisi gibi duyarlı gençlerle arkadaş oldu. Çok yönlüydü, sporcuydu, Fenerbahçe Voleybol’a gidiyordu. Bir yandan sınavlara hazırlanıyordu, müzikle ilgileniyordu. Zamanı sığdıramıyordu. Sonra birgün “Ben Suruç’a gideceğim” dedi. Hatta ben o söyleyene kadar Suruç’un adını duymamıştım. “Çocukların bize ihtiyacı var” dedi. Ece baskı yapsanız tam tersini yapacak bir çocuktu, o yüzden “Gideceğim” dedi ve gitti.
“TAM BİR ANADOLU KADINIYDI”
- Bahar anneyi nasıl anlatırsınız?
Yasemin Boyraz Abacıoğlu: Annem Sivaslıydı, orada doğdu büyüdü. Anne babasını çok küçük yaşta kaybetmiş, evlatlık verilmek istenmiş bir çocuktu. Sivas’ta çok yoksulluk çekmiş. Tam bir Anadolu kadınıydı; herkesi sarıp sarmalayan, çocuklarını okutmak için mücadele veren, cesaretlendiren bir anneydi. 4 çocuğu vardı. Kemalistti, uzun yıllar CHP’nin birçok alanında çalıştı, en son Kadın Kolları’nda çalışmalar yürütüyordu. Çok aktif bir kadındı; her işe koşturur, adalet mücadelesinin en önünde yer alırdı. Her haksızlığın karşısında herkesin yanı başındaydı. 53 yaşında ehliyet alıp eşine karşı direnişe geçmiş bir kadın düşünün, annem öyle biriydi. Herkese kol kanat geren, yardımlaşmayı ve dayanışmayı çok önemseyen bir kadındı. Hatta Suruç’a gitmeden birkaç gün önce bir pikniğe gitmiştik, orada Ece de vardı. Ece günlüğünü sokuşturmuştu yine koltuğunun altına. Annem Ece’nin uzun sarı saçlarından öptü, “Sen niye gidiyorsun, ben gidiyorum sen gitme” diye şakalaştı onunla. Ece utangaçça gülümsedi.
Annem çok neşeli bir kadındı, gençlerle genç, yaşlılarla yaşlı olurdu. Evde sürekli yabancı kadınlar görürdük, zor durumda olan, eşiyle kavga etmiş, sıkıntısı olan kadınları eve getirir onları ağırlardı. Her şeyini bölüşürdü. Onun kendine ait bir şeyi olmazdı, bir şeyi varsa o herkesindi.
-Suruç’a gideceğini söylediğinde aile olarak nasıl tepki verdiniz?
Yasemin Boyraz Abacıoğlu: Gitmekte bir an bile tereddüt etmedi. Onunla birlikte gidenlerle konuştum; otobüse binene kadar gençler anneme “Emin misin?” diye soruyor ve onun yanıtı sadece “Ben de geleceğim” oluyor. Hatta “Eğer bir durum olur da dönemezsem oradaki çocuklara yemek yaparım” diyor. Çok güzel hamur işleri yapardı annem. Hiç gitmemek yoktu aklında, hep gitmek vardı. O yüzden bu kararına biz de aile olarak saygı gösterdik. Torunun kıyafetlerini, oyuncaklarını toplamıştı oradaki çocuklara götürmek üzere. Ve Kadıköy Atatürk anıtının önünden kalkan otobüslere hiç tereddüt duymadan bindi ve gitti.
“YAŞASAYDI GAZZE GEMİSİNDE OLURDU”
-Siz Ece’ye gitmemesi yönünde bir şey söylediniz mi?
Yasemin Dinç: “Gitmem gerekiyor, ihtiyaçları var” dedi. Tabii ki karışık bir dönemdi, çekincelerimiz vardı, babası bunu ifade etti ama ısrarla gideceğini söyleyince kararına saygı duyduk. Çok büyük bir acı yaşadık ama Ece gibi bir çocuğa sahip olduğumuz için kendimizi çok şanslı hissediyoruz. Saddam idam edildiğinde yine ilkokuldaydı ve kola içmeyi bıraktı Amerika’ya tepki olarak. “Diktatördü ama ölüm şekli bu olmamalıydı” diyerek McDonalds’lara gitmedi. Suruç katliamından beri onlarca katliam, maden kazaları, tren kazaları, yangın faciaları oldu. Bizim içimiz soğumadı ama ülkenin de soğumadı. İyiliğin karşılığı bu olmamalı. Ece yaşasaydı Gazze yolunda o geminin içinde olacaktı. Ne olursa olsun durduramayacağımız bir çocuktu.
(Ece'nin odasındaki panodan)
-Katliamın üzerinden tam 10 yıl geçti. Bu 10 yılda neler yaptınız? Kalanlar nasıl devam etti?
Yasemin Dinç: Çok zor çok. Ece’den sonra hayat durdu bizde. Evet yaşam devam ediyor ama bütün her şey bitti bizim için. Hiçbir şeyden zevk almıyorsunuz, her şeyi onunla yaşıyorsunuz. Martı gördüğümde sanki onu görüyormuş gibi oluyorum ya da sürekli Ece böyle istiyordu, Ece böyle diyordu diye düşünürken buluyorum kendimi.
-O’na dair neler yapıyorsunuz biraz anlatır mısınız?
Yasemin Dinç: Bazısı bireysel bazısı genel anlamda işler. Mezun olduğu Kadıköy Anadolu Lisesi’nin bir bursu var, KALİD ilk yıldan itibaren Ece adına kız çocuklarına burs vermeye başladı.Hem KAL’da okuyan hem de mezun olup üniversitede okuyan “martılara”. Ben de Atlas Yardım Derneği ile çalışmalar yapıyorum. İhtiyaçlarına gücüm yettiğince yardımcı olmaya çalışıyorum. Doğuda öğretmenlik yapmış bir arkadaşımla birlikte oradaki çocuklar için atkı bere örüyorum. Bir de Ece’nin niyetine girdiğim kurada iki dönem Kadıköy Bostanları’ndan kazandım. İlki, daha bostana çevrilmeden önce Ece’nin arkadaşlarıyla takıldığı Moda Bostanı’ndaydı. Sonra Özgürlük Parkı’nda onun adına küçük bir bostanımız oldu. 6 aylık dönemlerde onun için bostan ektik. Moda’daki anıtına ve Karacaahmet’teki mezarına gidiyorum sık sık. Bir de şu oldu; Suruç’a kadar Ankara’nın doğusuna pek gitmemiştim. Ece’den sonra bir sağlıkçı olarak bakanlık görevlisi kimliğimle doğuda daha çok görev aldım. Batman’a, Antep’e kimse gitmek istemezdi, ben gittim ve çocukların yoksulluğunu,ihtiyaçlarını görünce Ece’nin ruhunu daha çok anladım.
“TEMMUZ İÇİMİZİ DELER GEÇER”
-Bahar anne gittikten sonra neler değişti, siz neler yapıyorsunuz, nasıl yaşatıyorsunuz onu?
Yasemin Boyraz Abacıoğlu: Ece’nin, annemin ve onlarcasının adları yeni doğmuş bebeklere verildi. Hiç gölgesinde oturamayacağımız ağaçlara adları verildi. Onları sadece biz değil büyük bir kitle yaşatıyor. Biz de zaten sürekli onlarla yaşıyoruz. Ben geçen yıl bir kadın atölyesi açtım. Annem evde küçük el işleri yapıp onları satardı ve kazandığını bize harçlık olarak verirdi. Geçen yıl eşyaları kaldırırken annemin dikiş makinesiyle karşılaştım, yanında bir sürü incik boncuk... Annemden bir işaret gibi geldi ve evin bir köşesini atölyeye çevirdim. Kardeşlerim ve çevremdeki kadınlarla, insanların mutlu anlarına süsler yapmaya başladık. Oradan gelen parayla öğrencilere burs sağlamak istiyoruz. Şimdiye kadar üç öğrenciye sağladık, bunu çoğaltacağız. Bir de onu yaşatmak için kitap yazıyorum. Onu herkes tanısın istiyorum, tanıdıklarından dostlarından hikayelerini dinledikçe ben de onu daha yakından tanıyorum. Tabi ki çok ağır. Temmuz bize çok ağır gelir her zaman, Temmuzda nefes alamayız geçsin isteriz ama o içimizi deler geçer.
“TUTUKLU TEK SANIK BİLE YOK”
-Suruç hala aydınlatılamamış bir katliam. Yargı süreci ne durumda? Neden 10 yıldır adalet sağlanamadı sizce?
Yasemin Boyraz Abacıoğlu: Yargı süreci katliamdan bir yıl sonra başlatıldı ailelerin baskısıyla. İmza kampanyaları yaptık; dosyadaki gizlilik kalksın Suruç davası görülsün diye. Sonrasında 6 yıl boyunca kaybettiğimiz yakınlarımızın kanlı eşyalarını almak için uğraştık. Onları da mahkeme sonucunda aldık, 6 yıl sonra birgün evimize eşyalar geldi ve bu da acılarımızı yeniden pekiştirdi. Ama ana davada bir gıdım ilerleme olmadı. Bu nedenle mahkeme heyetini reddi hakim yaptık çünkü yıllarca avukatlarımız aracılığıyla istediğimiz otogar görüntüleri bile mahkemeye getirilmedi, ayrıca Ankara Gar katliamında tutuklanan sanıkların Suruç’la da bağlantıları olduğunu ve mahkemeye getirilmeleri gerektiğini söylememize rağmen bu talebimiz de yerine getirilmedi. Şu anda tutuklu tek bir sanık bile yok. Biz reddi hakim yapınca mahkeme heyeti de aileleri dava etti. Tehdit davası açtılar bize. Tehdit dedikleri bizim heyete yaptığımız eleştiri. Örneğin bana açılan davada gerekçe; “Siz kendi vicdanınızda bir gün yargılanacaksınız” demiş olmam. Dava dosyasında bu cümlenin altı çizilmiş. Birinci celse görüldü, ikinci celse Şubat 2026’da görülecek. Yani adaletsizlik her anlamda devam ediyor ama birgün bu ülkeye mutlaka adalet gelecek. Biz en azından bunun elçisi olmak zorundayız.
Yargı, mahkemeler genelde nerede yürütülür? Adliyelerde, adalet saraylarında. Ama nedense Suruç katliamı davası Hilvan’da bir cezaevi kampüsü içinde görülüyor yıllardır. Türkiye’nin her yerinden aileler bu davalar için her duruşmada Urfa’daki bu cezaevine gitmek zorunda kalıyoruz ve böyle olduğu için de tüm güvenlik taramalarından geçiyoruz; göz taramasından tutun da içeriye ilaçların yiyeceklerin alınmamasına kadar. Bunun da ayrıca bir cezalandırma yöntemi olduğunu düşünüyoruz. Davaların daha merkezi bir ilde, adliyede görülmesini istiyoruz. Adaletsizliğin içinde adalet arayışımız devam ediyor.
Yasemin Dinç: Biz daha sonraki yıllarda Suruç’a gittik, patlamanın olduğu yere baktık. Binaların ortasında bir yer. Gözden kaçacak bir durum yok. Bombacıyı fark etmemek de mümkün değil aslında, Urfa gibi bir yerde temmuz ayının ortasında şişme montlu birinden bahsediyoruz. Yani bizim çocuklarımız korunabilirdi. Bizim davamıza bir yıl boyunca gizlilik kararı getirmeselerdi Ankara olmazdı. 300 kişiyi koruyamıyorlar mı? Korumadılar. Ama tarih affetmez. Ben buna inanıyorum. Er ya da geç gerçekler ortaya çıkar.
10.YIL ANMALARI
Suruç aileleri katliamın 10. yılında çeşitli etkinliklerle yakınlarını anacak. Yasemin Boyraz program hakkında bilgi verirken bir de çağrıda bulunuyor: “17 Temmuz’da adalet plaketi törenimiz oldu, bu zamana kadar pek çok katliamda, kazada; ihmaller, denetimler ve siyasi saiklerle yakınları ölmüş, adalet arayanların buluştuğu bir etkinlikti. 20 Temmuz’da mezar başı anmalarımız olacak her yıl olduğu gibi, sonrasında da her ayın 20’sinde yaptığımız gibi Halitağa’da oturma eylemimiz var. Biz adalet aramaya, 33’lerin düşlerini yaşatmaya devamedeceğiz. Bizim mahkemelerimizde bizim anmalarımızda yanımızda olun. Suruç aydınlatıldığında birçok katliam aydınlatılacak bunu biliyorum.”