Danıştay’a sunulan 400 sayfalık bilirkişi raporu, Kanal İstanbul projesine ilişkin Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) sürecini ayrıntılı biçimde mercek altına aldı. Raporda, projenin İstanbul’un su kaynakları, ekolojik dengesi, ormanları ve kültürel mirası üzerinde geri dönülmez tahribatlara yol açacağı tespit edilirken; deprem, tsunami ve heyelan risklerinin ÇED raporunda yeterince değerlendirilmediği, maliyet ve kamulaştırma hesaplarının eksik bırakıldığı belirtildi. Bilirkişi heyeti, tüm bu gerekçelerle 2020 yılında verilen “ÇED olumlu” kararının iptal edilmesi gerektiğini vurguladı.
SU KAYNAKLARI TEHLİKEDE!
Raporda en dikkat çeken başlıklardan biri İstanbul’un içme suyu güvenliği. Uzmanlar, kentin 20 günlük su ihtiyacını karşılayan Sazlıdere Barajı’nın proje sonrası işlevsiz hale geleceğini ortaya koydu. Ayrıca, Terkos Gölü’nün yağmur sularıyla beslenemeyeceği için veriminin düşeceği ve yeni baraj projelerinin gündeme gelmesinin kaçınılmaz olacağı ifade edildi. Raporda, İstanbul’un içme ve kullanma suyuna olan talebin her geçen yıl arttığı kaydedilirken şu bilgiler paylaşıldı: “İstanbul’un günlük su tüketimindeki artışın başlıca nedenlerinden biri nüfus artış hızının yüksek olmasıdır. 2015 yılında 14,6 milyon olan şehir nüfusu son on yılda 1,5 milyondan fazla artış göstererek 2024 yılında 16 milyona yükselmiştir. Bir yandan yaşam standardı ve nüfus artışına bağlı olarak suya olan talebin her geçen yıl artması, öte yandan iklim değişimi nedeniyle yağışlarda görülecek düzensizlik ve yaşanması muhtemel hidrolojik kuraklık nedeniyle önerilen çözümlerin pozitif etkisi olsa da (inşa edilecek barajların) ihtiyacı karşılaması mümkün gözükmemektedir. ÇED raporunda sunulan önlemler kısmen çözüm olsa
da yeterli görülmemiştir.”
“BİYOÇEŞİTLİLİK ZARAR GÖRECEK”
Rapora göre Kanal İstanbul’un inşa edilmesi halinde Küçükçekmece Lagünü de geri dönülmez şekilde zarar görecek. “Sazlıdere Barajının ortadan kaldırılması ile lagündeki tuzluluk seviyesi artacak, lagün özelliğini kaybedecek. Bunun sonucunda biyoçeşitlilik zarar görecek, tür çeşitliliği tamamen değişecek, ortaya çıkan yeni ekolojik şartlarda mevcut türlerin önemli bir kısmı yaşama şansı bulamayacak.” uyarısı yapıldı.
Yeraltı suları bakımından da tablo endişe verici. Raporda, Kırklareli kireçtaşı akiferinin tuzlu suyla dolma riski bulunduğu, bu durumun İstanbul için stratejik önemdeki tatlı su rezervlerini kaybetmek anlamına geleceği belirtildi. ÇED raporunda bu risklerin görmezden gelindiği ve yeterli hidrojeolojik modelleme yapılmadığı ifade edildi. Uzmanlar, “geçirimsizlik sistemi” adı altında öngörülen teknik önlemlerin bilimsel açıdan uygulanabilirliğinin belirsiz olduğunu, en ufak bir sızıntının bile hem Terkos hem de çevredeki akiferler için geri dönüşsüz kayıplara yol açacağını kaydetti.
“200 BİN AĞAÇ KESİLECEK”
Raporda, İstanbul’un kuzey kuşağında yer alan ormanlar, sulak alanlar ve göçmen kuş yolları için de ciddi uyarılar yapıldı. Proje kapsamında yaklaşık 200 bin ağacın kesileceği, 3 bin hektar büyüklüğünde ormanlık alanın yok olacağı, bunun İstanbul’un karbon yutak alanlarını kaybetmesi anlamına geldiği ifade edildi. Özellikle Küçükçekmece Lagünü ve Sazlıdere havzası, göçmen kuşlar için konaklama ve üreme alanı olması bakımından kritik öneme sahip. Raporda, bu bölgelerin ortadan kalkmasının hem endemik hem de göçmen türlerin yaşam alanlarını yok edeceği, biyolojik çeşitlilik kayıplarının telafi edilemeyeceği belirtildi.
Ayrıca ekosistemin doğu-batı yönünde bölünerek parçalanacağı, bunun da habitat parçalanmasına yol açacağı vurgulandı. Bu durumun, genetik çeşitliliği azaltarak türlerin uzun vadeli hayatta kalma şansını düşüreceği kaydedildi.
“RİSKLER GÖZ ARDI EDİLDİ”
Raporda, İstanbul’un deprem kuşağı üzerindeki konumu dikkate alındığında projenin güvenlik açısından ciddi riskler barındırdığına dikkat çekildi. ÇED raporunda yer alan deprem senaryolarının yüzeysel kaldığı, özellikle patlatmalı kazıların heyelanları tetikleme ihtimali üzerinde yeterince durulmadığı ifade edildi. Küçükçekmece Gölü kıyılarında aktif heyelan bölgeleri bulunduğu hatırlatılarak, kanal kazısının bu alanlarda büyük tehlike yaratacağı vurgulandı. Ayrıca deprem sırasında kanal yapılarının kırılma, yarılma ve taşkınlara yol açma ihtimalinin göz ardı edildiği belirtildi.
Raporda, 10 metreye varabilecek tsunami senaryolarının ÇED raporunda yeterince ele alınmadığı, acil müdahale ve tahliye planlarının hazırlanmadığı kaydedildi. Bu eksiklikler, projeyi hem çevresel hem de toplumsal güvenlik açısından riskli hale getiriyor.
“KİRLİLİK YÜKÜ ARTACAK”
Bilirkişi raporunda, kanalın açılmasıyla Marmara Denizi’nin karşı karşıya kalacağı riskler de ayrıntılı biçimde ele alındı. Marmara’nın mevcut durumda bile oksijensiz kalma tehlikesi altında olduğu hatırlatılarak, kanalın ek kirlilik yüküyle bu sürecin hızlanacağı belirtildi.
Karadeniz’den Marmara’ya doğru oluşacak tek yönlü akıntının, denizel ekosistemde büyük dengesizliklere yol açacağı, müsilaj gibi sorunların daha sık ve şiddetli yaşanabileceği ifade edildi. Ayrıca hidrojen sülfür salınımının lodoslu havalarda geniş bölgelere koku yayabileceği, bunun da halk sağlığını olumsuz etkileyeceği belirtildi. Balıkçılık faaliyetleri açısından da tablo olumsuz. Raporda, su ürünleri stoklarının azalacağı, balıkların üreme alanlarının tahrip olacağı ve bölgedeki geçim kaynaklarının zarar göreceği ifade edildi.
“MALİYETLER HESAPLANMADI”
Raporda, projenin ekonomik boyutuna ilişkin de önemli tespitler yer aldı. Kanal kazısı sırasında çıkarılacak 3 milyar metreküp hafriyatın taşınması, hem çevresel hem de mali açıdan büyük yük getirecek. Nakliye için öngörülen kamyon trafiğinin bölgedeki hava kalitesini boza
cağı, toz ve gürültü kirliliği yaratacağı ve halk sağlığını olumsuz etkileyeceği belirtildi.Bunun yanı sıra, ÇED raporunda kamulaştırma süreçlerinin mali etkilerine hiç yer verilmediği ortaya çıktı. Oysa güzergâh boyunca yapılacak kamulaştırmaların proje maliyetini katlayabileceği, bütçeyi öngörülenin çok üzerine çıkarabileceği ifade edildi.
KÜLTÜREL MİRAS GÖZ ARDI EDİLDİ
Raporda ayrıca, proje güzergâhında 1., 2. ve 3. derece arkeolojik sit alanları ile 62 tescilli kültür varlığının bulunduğu hatırlatıldı. ÇED raporunun bu değerlerin korunmasına yönelik yeterli önlem içermediği, kültürel mirasın büyük risk altında olduğu ifade edildi. Bilirkişi heyeti, tüm bu bulgular ışığında, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın 2020’de verdiği “ÇED olumlu” kararının iptal edilmesi gerektiğini belirtti.
YEREL ÜRETİCİLER ETKİLENECEK!
Rapora göre Kanal İstanbul Projesi, mevcut haliyle değerlendirildiğinde, tarımsal sürdürülebilirlik, ekolojik denge, gıda güvenliği ve kırsal kalkınma açısından ciddi eksiklikler barındırıyor. “Toprak kaynakları, sadece bir mühendislik dolgu malzemesi değil, biyolojik, kimyasal ve fiziksel bütünlüğü olan canlı bir sistemdir.” ifadelerinin yer aldığı bilirkişi raporunda şu görüşlere yer verildi: “Tarım dışı kullanım baskısı, yerel üreticilerin ekonomik bağımsızlığını etkileyecek. Tarım dışı kullanım kararları, yalnızca teknik değil, sosyo-ekolojik değerlendirmelerle temellendirilmeli. Toprak ve su kaynaklarının bütüncül korunması, ulusal stratejik öncelik olarak ele alınmalı. İçme suyu havzaları, geri dönüşü olmayan zararlardan korunmalı; sürdürülebilir arazi yönetimi bütün projeye entegre edilmeli.”