İklim Kanunu kabul edildi

Türkiye'nin ilk “İklim Kanunu Teklifi”, TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilerek yasalaştı. TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, “Katılımcı ve şeffaf bir süreç işletilmedi. toplumu ve doğayı değil, emisyon ticaretini önceliklendiren bir yasa oldu” dedi

10 Temmuz 2025 - 14:24

Uzun zamandır tartışmalara neden olan Türkiye’nin ilk “İklim Kanunu” 3 Temmuz’da TBMM’de kabul edildi. Kanun iklim değişikliği ile mücadelede esas olan sera gazı emisyonlarının azaltılması ve iklim değişikliğine uyum faaliyetlerini, planlama ve uygulama araçlarını, gelirleri, izin ve denetim ile bunlara ilişkin yasal ve kurumsal çerçevenin usul ve esaslarını kapsıyor. Kanunla, “Adil geçiş”, “Birincil piyasa”, “Denkleştirme”, “Emisyon Ticaret Sistemi (ETS)”, “Gömülü sera gazı emisyonları” ile “Gönüllü karbon piyasaları”, “İklim adaleti” gibi tanımlar yer alıyor.

YETKİ VE SORUMLULUKLAR BELİRLENDİ
Kanunda İklim Değişikliği Başkanlığı’nın görev ve sorumlulukları belirlendi. Kurumlar arası koordinasyon, faaliyetler ve standartlar başkanlıkça belirlenecek. Başkanlık, sera gazı emisyonlarının azaltımı ve iklim değişikliğine uyum faaliyetlerine ilişkin ilerlemeleri izleyecek. Karbon fiyatlandırmasına ilişkin piyasaya dayalı mekanizmaları düzenlemek de Başkanlığın yetkisinde olacak. Emisyon Ticaret Sistemi (ETS), Başkanlık tarafından kurulacak ve bu kapsamda tahsisatların dağıtımı yapılacak. ETS kapsamında esasları yönetmelikle belirlenen doğrudan sera gazı emisyonlarına neden olan faaliyetleri yürüten işletmelerin, bu faaliyetleri gerçekleştirebilmesi için İklim Değişikliği Başkanlığından sera gazı emisyon izni alması zorunlu olacak.

Her ilde vali başkanlığında, ilgili kurum ve kuruluşların temsilcileri ile yerel yönetimlerin temsilcilerinden oluşan İl İklim Değişikliği Koordinasyon Kurulu kurulacak. Kurulun çalışma usul ve esasları Bakanlıkça belirlenecek. Yerel İklim Değişikliği Eylem Planları, en geç 31 Aralık 2027 tarihine kadar hazırlanacak. Bakanlık bu süreyi bir yıla kadar uzatabilecek. Yerel iklim değişikliği eylem planları; sera gazı emisyonlarının azaltımı ve iklim değişikliğine uyum amacıyla her ilin bütüncül bir planı olacak şekilde vali koordinasyonunda; büyükşehirlerde büyükşehir belediyesi, diğer illerde il belediyesi ve il özel idaresi, ilgili kurum ve kuruluşların katılımıyla hazırlanacak veya hazırlatılacak. 

“SÜREÇ ŞEFFAF İŞLETİLMEDİ”
TEMA Vakfı’nın konuyla ilgili yaptığı açıklamada, İklim Kanununun, her geçen gün şiddetini artıran iklim krizine karşı adil ve etkili bir mücadele aracı olmaktan uzak kaldığı belirtildi. Açıklamada, yasanın en çarpıcı eksikliklerinden birinin fosil yakıtlardan çıkışa dair net bir yol haritası sunulmaması olduğu ifade edilirken, “İnsan faaliyetleriyle birlikte olumsuz etkileri gitgide artan iklim krizine karşı etkin mücadele, fosil yakıt kullanımının aşamalı olarak azaltılmasını zorunlu kılıyor. Ayrıca iklim krizi ile toplumdaki sosyal eşitsizlikler derinleşirken; kadınlar, çocuklar, çiftçiler, emekçiler ve yoksullar gibi en kırılgan grupların korunması hayati önem taşıyor. Ne yazık ki, kanunda bu grupların ihtiyaçlarına yönelik de somut bir güvence bulunmuyor. Tüm bunların yanında, ETS gelirlerinden sadece yüzde 10’unun kimseyi geride bırakmayacak, başta işçiler, aileleri ve yöre halkını kapsayan adil geçiş uygulamalarına ayrılması ise kanunun yurttaşları değil sermayeyi önceliklendirdiğini açıkça gösteriyor.” denildi. 

“BİLİMSEL GERÇEKLER GÖZETİLMEDİ”
TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, yasanın bir “İklim Kanunu” değil, bir “Emisyon Ticaret Sistemi Kanunu” niteliği taşıdığına işaret ederek, “Toplumun ve doğanın geleceğini ilgilendiren böylesine kritik bir yasanın hazırlık sürecinde, ne yazık ki katılımcı ve şeffaf bir süreç işletilmedi. İklim krizinin olumsuz etkilerini azaltmaya yönelik bütüncül ve bilim temelli bir çözüm haritası yerine, ekonomik kaygıları önceleyen dar bir çerçeve sunuldu. Sonuç, toplumu ve doğayı değil, emisyon ticaretini önceliklendiren bir yasa oldu.” şeklinde konuştu.

Kanunun bu hali ile bilimsel gerçekleri gözetmediğine dikkat çeken Ataç, “Bu yaklaşım, Paris Anlaşması’nın ruhuyla da çelişmektedir. Paris Anlaşması ile belirlenen, küresel sıcaklık artışını 1,5°C ile sınırlandırma hedefi, Türkiye’nin de taraf olduğu en önemli uluslararası taahhütlerden biridir. Ancak, kabul edilen İklim Kanunu’nda bu kritik hedefe açık bir şekilde yer verilmedi; 2053 yılı net sıfır emisyon hedefi dahi bağlayıcı bir hüküm olarak tanımlanmadı.” dedi. Ataç, dünya genelinde birçok iklim yasasının, bu tür hedefleri açık, net ve denetlenebilir biçimde içerdiğini, Türkiye’nin İklim Kanunu’nun ise bu yönüyle bilimsel gerçeklerle ve taraf olduğu uluslararası anlaşmalarla çeliştiğini belirtti.

Tüm bu düzenlemelerin doğayı ve toplumu korumak için oldukça yetersiz kaldığını vurgulayan Ataç, şöyle devam etti: “İklim krizinin olumsuz etkilerine karşı atılması gereken adımlar, bilimsel gerçeklerle uyumlu ve toplumun tüm kesimlerinin ihtiyaçlarını gözeten bir yaklaşımla şekillenmeli. İklim Kanunu ise fosil yakıtlardan çıkış ve adil geçiş gibi hayati konuları gözetmiyor. Üstelik kanunda tüm bu faaliyetleri izleyecek ve denetleyecek bağımsız bir denetleme kuruluşu da yer almıyor. İklim Kanunu ile kaybeden doğa ve insan oldu. Bu haliyle kanun, Türkiye’nin iklim krizine karşı etkin ve bütüncül bir mücadele yürütmesini engelleme riski taşıyor. Beklentimiz, bu büyük eksiklikleri barındıran kanunun, daha fazla zarara yol açmadan Anayasa Mahkemesi’nden dönmesidir.”

 “HALK SAĞLIĞI YOK SAYILDI!”
Temiz Hava Hakkı Platformu da İklim Kanununda halk sağlığına dair önlem alınmadığına dikkat çekerek şu açıklamayı yaptı: “Hava kirliliği, sıcak hava dalgaları, orman yangınları, sağlıklı suya ve gıdaya erişim krizi, vektör kaynaklı hastalıklar artarken, sağlık sisteminin bu yeni risklere karşı hiçbir şekilde güçlendirilmediği bir İklim Kanunu kabul edilemez. İklim Kanunu, bilimin ışığında öncelikle halk sağlığını korumalı. Sağlık sistemini iklim krizine dirençli hale getirmeli. Hava kalitesini iyileştirmek için somut hedefler içermeli. ‘Tek sağlık’ ilkesini benimsemeli. İklim adaletini sağlamalı ve adil geçişi yasal güvence altına almalıdır.”


ARŞİV