Bergama’dan İliç’e değişmeyen çevre mücadelesi

Bergama Çevre Platformu Sözcüsü Erol Engel, 1997 yılında Danıştay’ın ‘siyanür yöntemiyle altın üretmekte kamu yararı yoktur’ kararı için, “Türkiye o günlerde hukuk devleti olabilmeyi becerebilseydi, bunca felaket yaşanmayacaktı. Bu kararla son nokta konmuş olacaktı” dedi

29 Şubat 2024 - 23:48

Müze Gazhane Çevre Gönüllüleri, “Dünden bugüne toprağın, doğanın, insanın madenlerle imtihanı Bergama Altın Madeni Direnişi” söyleşi ile bir araya geldi. Bergama Çevre Platformu Sözcüsü Erol Engel’in 1989 yılında başlayan İzmir Bergama mücadelesinin tarihini anlattığı söyleşide, Polen Ekoloji Kolektifi’nden Cemil Aksu ise 13 Şubat Salı günü Erzincan İliç’te yaşanan maden faciası hakkında konuştu.

BERGAMA DİRENİŞİ

1994 Ekim’de Bergama’daki altın madeninin çalışmaya başladığını söyleyen Erol Engel, birçok eylem yaptıklarını ancak  madenin açılması için bir gecede Ovacık ile Çamköy köyleri arasındaki 3 bin çam ağacının kesildiğini vurguladı. İzmir Bölge İdare Mahkemesi’nin tam 72 kez haklılıklarını tescil ettiğini söyleyen Engel, “En son 1997 yılında Danıştay 6.Dairesi ‘siyanür yöntemiyle altın üretmekte kamu yararı yoktur’ kararını aldı. Türkiye o günlerde hukuk devleti olabilmeyi becerebilseydi, bunca felaket yaşanmayacaktı. Bu kararla son nokta konmuş olacaktı” dedi. Bu süreçte altın madenini işleten şirketin siparişi üzerine ‘Alman Vakıfları Bergama Dosyası’ kitabının yazdırıldığını ve bu nedenle birçok iftiraya maruz kaldıklarını söyleyen Engel, “Kitap yayınlandıktan sonra Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) yargılanma olayı gündeme geldi. Alman ajanlığı ile suçlandık ve  yargılandık. Aklandık ama bize çamur atıldı ve o çamurun izi hala duruyor. Fatsa’ya Çanakkale’ye gitsek Türkiye’nin herhangi bir yerine gittiğimizde farklı şirketler olsa da hemen Alman vakıfları konuşuluyor” şeklinde konuştu. 

“GÜNDEMİMİZDEYDİ”

Polen Ekoloji Kolektifi’inden Cemil Aksu,  madenin açılmaması için mahkemelere başvurulduğunu, kararın çevre lehine olsa da uyulmadığını söyledi.  Aksu, Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) dosyalarının değiştirildiğini vurgularak “ İliç’te  Türkiye’denin ikinci en büyük siyanür havuzu bulunuyor.  En son ekoloji örgütleri iki yıl önce bölgeye gitti, şirket Amerika Birleşik Devletleri’nden (ABD) bölgedeki siyanürü havaya salmak üzere bir cihaz getirdi. Siyanür borularında sızma oldu, maden sahası olduğu için hem gerekli tedbirlerin alınmaması hem de denetimlerin yapılmamasından dolayı hep gündemimizdeydi” şeklinde konuştu. 
 

HEM HAVA HEM TOPRAK ZEHİRLENİYOR

Felaketin etkilerinin yıllarca hatta kuşaklar boyu süreceğinin altını çizen Aksu, “Olayın büyüklüğünün bütün bilimsel gerçekliğiyle ortaya konması gerekiyor. Çünkü gerçekliği ne kadar örtersek, zaman o kadar zararımıza işliyor. Türkiye’deki üniversiteler ve Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Türk Tabipleri Birliği (TTB) gibi demokratik kurumların oradaki durumu incelemesi gerekiyor” dedi.  Bölgedeki liçin kaldırılıp güvenli bir yere taşınması gerektiğini kaydeden Aksu, “İmkansız gibi gözüküyor, sonuçta 35 milyon metreküp 800 bin kamyon gerekiyor. Devlette bu kaynaklar var bu felaketi önlemek istiyorsa bunu yapabilir. Liçin orada kaldığı her saat hem havayı ve toprağı siyanür sızıntısıyla bütün Fırat havzasını zehirleyecek bir durum” şeklinde konuştu. 

FIRAT HAVZASI’NDAN BASRA KÖRFEZİNE

Aksu,  Fırat havzasının zehirlenmesi durumunu ise şöyle açıkladı: “Fırat, Türkiye’deki 12 ili ve Suriye ile Irak’ı geçip Basra Körfezi’ne yayılan bir alan. Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP), kapsamında üç büyük baraj var. Bu barajlar elektrik ve sulama için kullanılıyor. Bu, Fırat’ın suyu ile sulama yapan tarım alanlarının zehirlenmesi demek. Fırat ayrıca başlı başına bir ekosistem, suya siyanür girince ölü bir suya dönüşecek, her yere bulaşacak. Nehir akarken buharlaşır, o havayı soluyan herkes etkilenecek”. 

ÖNCE BERGAMA’DA DENENDİ

Bergama direnişinin Türkiye’deki çevre hareketinin ilk büyük deneyimi olduğunu söyleyen Aksu, “Türkiye’de sonrasında gelişen benzer süreçlerin hepsi orada yaşandı. Hukukun hiçe sayılması devletin siyasi baskı yapması, köylerin üzerinde baskı kurulması, madenlere karşı çıkanların ajanlıkla veya vatan hainliği ile suçlanması, bunlar ilk Bergama’da denendi. Sonrasında Artvin, Uşak, Çanakkale gibi her yerde aynı tezgah işletildi” dedi. Bu den yaşanan süreçlerin iyi öğrenilmesi Türkiye çevre hareketi açısından önemli olduğunu vurgulayan Aksu, “Aykut Çoban ile Ecehan Balta’nın yüksek lisans tezleri ve Üstün Bilgen Reinart’ın Biz Toprağı Bilirik ile Özer Akdemir’in Kuyudaki Taş kitapları durumu açıklayan çok önemli kaynaklardır” şeklinde konuştu. 

 

ARŞİV