1930'ların ‘Semt-i Dildar'ı Kadıköy

Safiye Erol, “Kadıköyü’nün Romanı” adlı kitabında, 1930’ların Kadıköyü’nde altı gençten oluşan bir grubun yaşadığı ‘modern’ hayatın içindeki aşk dalgalanmalarını anlatıyor....

09 Ocak 2015 - 08:35

Semra ÇELEBİ

 Necdet, Bedriye ve Burhan… Üç kişinin dahil olduğu bir aşk öyküsü bu. 1930’ların Kadıköyü’nde altı gençten oluşan bir grubun yaşadığı ‘modern’ hayatın içindeki aşk dalgalanmalarını anlatıyor romanında Safiye Erol.
Bir imparatorluğun çöküşünden sonra yeniden ayağa kalkan ülkede, doğuyla batı kültürünün kaynaşmaya başladığı bir dönemde insanların ve kentlerin yaşamlarına dair çok önemli ipuçları veriyor. “Kızlı-erkekli” grubun, Kuşdili Çayırı’ndan Moda’ya, Bahariye’den Çamlıca’ya kadar uzanan kimi zaman eğlenceli kimi zaman hüzünlü anlarını anlatırken günümüzde hayatın ne kadar muhafazakarlaştığı gerçeğiyle okuru bir kez daha yüzleştiriyor.
Doğumunun 100. yılı nedeniyle Kubbealtı Yayınları tarafından iki sene önce romanları tekrar basılan Safiye Erol’un Kadıköyü’nü, Gazete Kadıköy okurlarıyla paylaşmak istedik. İşte roman kahramanlarının gözünden 1930’ların “semt-i dildar”ı yani “sevgili semti” Kadıköy:

CENNETLİKMİŞ BU KÖYE ADINI VEREN KADI 
Kadıköy’de yaşayan Necdet adlı bir gazetecinin kendisinden yaşça büyük Bedriye Hanım’a olan aşkını ana eksenine alan Erol, roman karakterlerini tanıttıktan sonra Necdet Rüştü’nün “Cennetlikmiş bu köye adını veren kadı” sözleriyle başlıyor Kadıköyü’nü anlatmaya…
Necdet’in Rıhtım’daki bekâr evinde geçirdiği bir akşamdan tarifle zamanın içine sokuyor okuru: “Haydarpaşa mendireğinde yeşil, Kadıköy iskelesinde kırmızı bir fener yanıyordu. Yatmazdan evvel takvimden bir yaprak kopardı: 2 Mayıs 1931”
Necdet ne kadar gizlese de Bedriye’ye aşkına tüm Kadıköy sokakları şahittir; ilk karşılaşmalarını şöyle anlatır Erol: “Şifa’dan Yoğurtçu’ya inen yokuşun başında Frerler mektebi önünde karşılaştılar.Necdet, bir hançer kabzasına kadar kalbine saplanmış gibi sarardı; göz kapakları titredi.”
 
ŞU KADIKÖY NE ACAYİP YERDİR
Kitap boyunca kızlı erkekli bir arkadaş grubunun iş ve okul dışındaki zamanlarda nasıl vakit geçirdiğine şahit oluyoruz. Kadıköy’ün bir sayfiye yeri olarak kabul edildiği o zamanlarda gençlerin de en çok yaptığı etkinlik plaja gidip denize girmek. O halde Fenerbahçe Plajı’ndaki Bedriye ile Orhan’a kulak verelim:
Fenerbahçe deniz banyolarında Bedriye ile Orhan yüzükoyun kumlara uzanmış, dedikodu kaynatıyorlardı. Orhan diyordu:
-Şu Kadıköy de ne acayip yerdir. Pek hususi bir rengi var. Bir defa güzeller memleketidir. Necdet Rüştü’nün dediği gibi “bilmem suyundan mı, yoksa havasından mı, güzel kızlar yetişir, maşallah kırk bir kere!”  Hiçbir semtte bu kadar güzeli bir arada göremezsiniz. Kadıköy fakat yalnız güzel değil pek çok antikalar yetiştirir. Nevi şahsına münhasır ne kadar insan varsa hep bu toprağın mahsulü, hep bizim köylü. Bakınız: Fahri, Hayri, Ziya, Adnan, şu gördüğünüz Burhan, ben… Ya Kadıköy’ün meşhur hanımları, hangi birisini söyleyeyim?

YOĞURTÇU’DA SANDAL SEFASI 
Dönemin en sevilen etkinliklerinden biri de Yoğurtçu Deresi’nde sandalla gezmektir. Ancak, Yoğurtçu’nun o dönemde de sıkıntılı olduğunu Safiye Erol’un anlatımından anlıyoruz. Erol, romanı aracılığıyla Belediye’yi göreve çağırmaktan geri durmuyor:
“Yoğurtçu deresinden koya çıkmak epey bir marifete bağlıdır. Ah şu belediye, ne olur şu dereyi bir defacık taratsa. Buraları o derece dolmuştur ki görmeyen bilmez.
Yabancılar sakın tek başlarına sandal safasına imrenmesinler, benden nasihat. Efendim siz bu akşamın kahramanlarına bakmayın, onlar Kadıköy çocukları, suları karış karış değil, parmak parmak bilirler.”
 
KADIKÖY’E SİNEN ÜMİTSİZ AŞK 
Necdet’in karşılık bulamadığı aşkından kaçmak için doğup büyüdüğü Kadıköy’ü terk etmeye karar verdiğinde yaşadığı buhran, biz okurları o günlerin Fikirtepe’sine, Suadiye’sine götürüyor bir kez daha:
“Şu Kadıköy’ün bir karış toprağı yoktu ki hatıralardan hali olsun. Ümitsiz aşkı bu muhitin her tarafına sinmişti. Moda burnunda “Bedriye için ölmek isterim” diye düşündüğü yıldızlı bir gece geçirmişti. Ertesi günü Fikirtepesi’nde, kestanelerin billur, göğe doğru dik duran pembe beyaz kandil çiçekleri altında “Bedriye için yaşamak isterim” demişti. (…) Evet, Suadiye’den tutunuz da Bağlarbaşı’na kadar bu topraklar namütenahi bir hicran nağmesi ile inliyordu. Fenerbahçe’den Kuşdili’ne varınca su kenarında dizilen çardaklı kır kahveleri, Moda gazinoları, Moda’daki baygın kokulu ıhlamurlar, Acıbadem’in leylakları, hele bu koy… Hepsinin dili vardı. Hepsi de hayattaki en güzel amelin ölümüne mersiye okuyordu. Necdet için bu köyde denilebilirdi ki: Her bir parçası dalda kaldı.”
 
KADIKÖY DENİLEN MUAZZAM TARİKAT 
Aşkını unutmak için Kadıköy’ü terk eden Necdet’e yakın arkadaşı Orhan’ın tepkisi de büyük olur. Kadıköy onlar için adeta memlekettir. Dönemin sosyal hayatı Orhan’ın cümlelerinde gizlidir: “Bir Kadıköylü köyünden uzak yaşarsa hayra alamet değildir. Buralarda bir taş odaya kapanmış, kukumav gibi oturuyorsun. Tek bir dostun yok, gurbette gibisin. Halbuki Kadıköy’ün daha köprü iskelesine ayak bassan kendi evinin avlusuna girmiş olursun. Lodos havalarda gıcır gıcır sallanan o külüstür iskelede yurdun başlar. Sağdaki gazeteci, soldaki tütüncü bile ahbabındır. Paran olmasa sana veresiye verirler. Vapura gelince bir komşu salonundan farkı var mı, Allah aşkına söyle. Yan gelir gazeteni okursun; çayını kahveni içersin. Bütün yolcularla selamlaşır hasbıhal edersin. Kadıköy vapuru artık vapur falan değildir. O muayyen misafirlere mahsus bir gazino, bir kulüp, öyle bir şeydir. Bilet kesen memurlar bile bu samimi cemiyetten sayılır. Yirmi dakikalık yolculuk nasıl geçer, sen de şaşarsın. Bir de bakarsın ki Haydarpaşa… Banliyö yolcuları çıkarlar. Vapur mendireği geçer. O vakit küçük koyun halkası etrafında bir amfiteatr gibi yükselen Foborg’u görürsün.
Koyda vapur bir manevra yapar, yengeçvari pinpirik bir kırıtma ile yanaşır. Otobüs çığırtkanları bağırıyorlardır: Kalamış, Kızıltoprak, Suadiye, Bostancı… Beri tarafta körpe bir Bariton: Moda, Moda!.. Sabık hal, lahik itfaiye binası hizasında uzun arabalar, belediye istikametinde taksiler dizilir. Bir taraftan çımacılar ‘çıkalım beyler çıkalım’, diye nazikane dehlerken bu Kadıköy denilen muazzam tarikatın mensupları oluk oluk dört bir etrafa dağılır. İskeleye ayak basınca adeta başka bir hava ile karşılaşırsın.”
FENERBAHÇE YANGINI
Safiye Erol, Kadıköy hakkında pek çok bilgi veriyor romanında. Bunlardan biri de Fenerbahçe Kulübü’nün yangın sonrası taşınması:
“Necdet, bütün bir sene Kadıköy’den tamamiyle uzak yaşadıktan sonra menfayı kafi gördü. Bir mart günü öğleüstü Fenerbahçe Kulübü’nü ziyarete gitti. Fakat önce Cevizlik’te dolaştı ve bir somnanbul (uyurgezer) gibi Bedriye’nin sokağına sürüklendi. (…) Necdet köşkten çıktığı zaman vaktin ilerlediğini görerek bakla tarlasından koşa koşa geçti. Yoğurtçu deresi kenarından acele acele yürüyerek kulübe gitti. 32 senesi yazında Kuşdili’ndeki o şirin, küçük bina yandıktan sonra Fenerbahçe, sabık Union Clube sahasındaki eski binayı esaslı surette tamir ettirip oraya taşınmıştı.”
 
KOÇO’DAN YALI’YA
1930’ların başında Moda’daki eğlence hayatına dair şunları anlatıyor Safiye Erol:
“Bir akşam Necdet, Bedriye ile Madam Hilde’yi Cevizlik’ten aldı. Hep birlikte Moda Yalı Gazinosu’na gittiler. Tam deniz kenarında bir masaya oturdular. Bu iki sarışın güzel kadın Moda’da ortalığı birbirine kattı. Herkesin gözleri onlarda idi. Hatta karşıdaki Koço’nun Gazinosu’na gidip haber veren işgüzarlar oldu. Bedriye Hanım gelmiş yanında güzel bir ecnebi kadını ile Moda Yalı’da oturuyormuş haberini duyanlar hurra akın ettiler. Koço’nun müessesesi bir anda boşaldı. Yalı teraslarına varıncaya kadar doldu. İki gazinoda birer orkestra vardı. Durmadan çalıyorlardı. Sandallara şarkı söyleyenler, keman, mandolin çalanlarla bütün Moda muazzam bir musiki dalgası altında inliyordu. Bu cümbüşün aksi sadası karşı sahillerle vuruyor, oradan Belvü’nün orkestrası Vecihi’nin hangarındaki radyo cevap veriyordu.”
 
 
 

ARŞİV