Mark Twain: İnsan Nedir?

Usta yazar ve şairlerin eserlerinden küçük alıntılara yer verdiğimiz “Edebiyat Hayatından Hatırlamalar” köşesi bu hafta Mark Twain ile devam ediyor

25 Haziran 2021 - 11:32

Asıl adı Samuel Langhorne Clemens olan Amerikalı mizahçı, roman yazarı ve öğretmen Mark Twain, 1835 yılında Missouri'nin Florida kentinde doğdu. Çiftçi olan babası öldüğünde Mark Twain, 11 yaşındaydı. İlk gençlik yıllarında bir basımevinde çalıştı. 18 yaşına gelince New York'a gitti. Kentten kente dolaştı ve çeşitli işlerde çalıştı. Daha sonra Mississippi'de buharlı gemilerde çalıştı. İç savaştan sonra gazetelere mizah yazıları yazmaya başladı. Mark Twain adı altında gazete muhabirliği ve dergi yazarlığı yaptı. 

İlk romanı olan ‘Tom Sawyer'ın Serüvenleri’nin 1876 yılında yayınlanmasına kadar yazarlık konusunda değişik çalışmaları oldu. İlk kitabını, Mississippi'de Hayat (1883) ve Huckleberry Finn'in Serüvenleri (1885) izledi. Bu üçleme Mark Twain'in başyapıtını oluşturdu. Mark Twain 1890'larda Avrupa'da yaşadı. Birinci kızının ölümü, ikincisinin de ağır hastalığı Mark Twain'in bu dönemde kaleme aldığı yazılarına da yansıdı. Yeniden Amerika'ya dönen Mark Twain, 21 Nisan 1910'da Connecticut'taki evinde öldü.

Çocuk kitapları yazarı olmasının dışında önemli bir düşünür olan Mark Twain’in, İnsan Nedir? adlı yapıtı yaşadığı dönemi nasıl okuduğunu gösteriyor.  İlgi Kültür Sanat Yayınları tarafından okurla buluşturulan bu kitabından kısa bölümler paylaşıyoruz. 

İNSAN NEDİR?

  1. İnsan bir makinedir.

  2. İnsanın kişisel faziletleri vardır.

(Yaşlı Adam ve Genç Adam sohbet ediyordu. Yaşlı Adam, insanın sadece bir makineden ibaret olduğunu iddia etmişti. Genç Adam itiraz ederek, ayrıntılara girmesini ve fikrini temellendirerek açıklamasını istedi.)

Yaşlı Adam: Buharlı lokomotifin yapıldığı malzemeler nelerdir?

Genç Adam: Demir, çelik, pirinç, beyaz metal vb.

Y.A: Bunlar nerede bulunur?

G.A: Kayalıklarda.

Y.A: Saf halde mi?

G.A: Hayır, cevher halinde…

Y. A: Metaller cevherlerin içinde bir anda mı bulunup çıkarılır? 

G.A: Hayır, sayısız uzun yıllar süren sabırlı bir iştir. 

Y.A: Motoru doğrudan kayaları kullanarak yapabilir misin?

G.A: Evet, ama kırılgan ve değersiz olur.

Y.A: Böyle bir motordan çok yararlanamazsın değil mi?

G.A: Hayır, aslında hiç yararlanamayız.

Y.A: Güzel ve işe yarayan bir motor yapmak için nasıl bir yol izlersin?

G.A: Dağların içine doğru tüneller ve şaftlar kazarız, demir cevherini patlatarak alırız, öğütürüz, eğitiriz, pik demire çeviririz, bir kısmını Bessemer sürecinden geçirir ve ondan çelik yaparız. Çeşitli metalleri de madenden çıkarıp işleriz ve pirinç gibi alaşımlar üretiriz.

Y.A: Sonra?

G.A: Mükemmelleştirilmiş malzemeleri kullanarak iyi bir motor oluştururuz.

Y.A: Bunun için birçok malzemeye ihtiyaç duyarsın, değil mi?

G.A: Evet, tabii ki.

Y.A: Tornalar, matkaplar, planyalar, zımbalar, parlatıcılar, tek kelimeyle harika bir fabrikanın ihtiyaç duyacağı tüm zeka ürünü malzemelere ihtiyaç olur, değil mi?

G.A: Evet, olur.

Y.A: Taştan bir motor ne yapar?

G.A: Belki bir dikiş makinesini çalıştırır, belki ve muhtemelen başka bir şey de çalıştırmaz.

Y.A: İnsanlar diğer motoru beğenir ve onu över, değil mi?

G.A: Evet.

Y.A: Ama taştan olanı beğenmez?

G.A: Hayır.

Y.A:Metal bir makinenin yetenekleri, taştan olana göre açık ara daha fazladır, değil mi?

G.A: Elbette.

Y.A: Kişisel fazilet kimin hakkıdır?

G.A: Kişisel fazilet derken? Ne demek istiyorsun?

Y.A: Performansı nedeniyle bütün övgüleri bizzat o hak edecektir, değil mi?

G.A: Motor mu? Tabii ki hayır…

Y.A: Neden?

G.A: Çünkü performansı kendinden değil. Bu performans, üretim yasalarının bir sonucudur. Yapılmaya ayarlı olduğu şeyleri yapması, onu övülmeye değer kılmaz. Zaten başka türlü yapmak da elinden gelmez.

(…)

Y.A: Taş motor ve çelik motor arasındaki asıl fark nedir? Eğitim, öğretim mi diyeceğiz? Taş motoru bir barbara, çelik motoru bir insana mı benzeteceğiz? Orijinal kayada çelik motorun da sahip olduğu malzemeler var. Ama onların yanı sıra bol miktarda kükürt, taş ve eski jeolojik çağlardan beri, asırlardır içinde taşıyageldiği daha yığınla şey var, hadi bunları da önyargılara benzetelim. Öyle önyargılar ki kayanın bunlardan kurtulmaya ne bir niyeti vardır ne de buna gücü yeter. Bu benzetmeyi aklında tutar mısın?

G.A: Tamam. Kaydettim. “Kayanın kurtulmaya ne güç yetirebildiği ne de bunun için istek duyduğu önyargılar.”

Y.A: Önyargılar, dış etkiler tarafından kaldırılabilir. Bunun dışında kaldırılamaz. Bunu da bir yere koy.

G.A: Pekala; Önyargıları sadece dış etkiler giderebilir, başka türlü giderilmez,” devam et.

Y.A: Demirin gelişmesine engel olan kayadan kurtulmaya karşı önyargısı. Daha net söylersek, demirin içindeki kaya içeriğinden kurtulup kurtulmama konusundaki kayıtsızlığı. Sonra dış etki gelir ve kayayı toz haline getirerek cevheri serbest bırakır. Cevherdeki demir, hâlâ tutsaktır. Dışarıdan bir etki gelir ve onu eriterek serbest bırakır. Artık demir, serbest kalmış bir demirdir, ancak hâlâ sürecin devamına karşı kayıtsızdır. Bir dış etki daha gelir ve onun Bessemer fırınının içine atarak birinci sınıf bir çelik olmak üzere rafine eder. Şimdi eğitilmiş, eğitimi tamamlamıştır. Artık nihai sınırına ulaşmıştır. Mesela hiçbir süreç onun altına çevirecek şekilde eğitemez. Bunu da kaydeder misin?

G.A: Tamam. “Her şeyin bir sınırı var; demir cevheri altın olmak için eğitilmiyor.”

Y.A: Altın adamlar, teneke adamlar ve bakır adamlar var, kurşun adamlar ve çelik adamlar, vb. Her birinin de kendi doğalarından, kalıtımlarından, eğitim ve çevrelerinden kaynaklanan sınırları var. Bu metallerin hepsinden de motor olur, hepsi de öyle ya da böyle çalışır, fakat zayıf olanların güçlü olanlarla aynı derecede iş çıkarmasını bekleyemezsin. Her durumda da, en iyi sonucu elde etmek için metali, içindeki önyargılı içerikten eğitimle, yani eritme, rafine etme ve benzeri süreçlerle ayrıştırmak gerekir. 

G.A: Nihayet insana geldik galiba?

Y.A: Evet. Makine insana, kişilikten uzak insan motoruna geldik. İnsanın ne olduğu; neden yapıldığı, kalıtımla aldıkları, çevresel etkiler ve ilişkilerle belirlenir. O sadece dış etkilerle harekete geçirilir, yönlendirilir ve KUMANDA edilir. Hiçbir şeye, bir düşünceye bile kaynaklık edemez.

G.A: Hadi ama! Peki, bütün bu söylediklerinin birer saçmalık olduğu fikri bende nasıl oluştu o zaman?

Y.A: Bu çok doğal bir fikir – aslında kaçınılmaz bir fikir- ancak bu fikri oluşturan malzemeleri sen yaratmadın. Bunlar, bin tane kitaptan, bin tane sohbetten, asırlar boyu yaşamış ataların duygu ve düşüncelerinden senin beynine ve kalbine akan düşünce ve duygu ırmaklarından gelerek sende bilinçdışı toplanan düşünce, his ve izlenimlerin kırıntılarıdır. Şahsen fikirlerini oluşturan materyalin en küçük mikroskobik bir parçasını bile sen yaratmadın; hatta kişisel olarak bu başkalarından ödünç aldığın şeyleri bir araya getirme konusunda bile kendine mal edeceğin hiçbir şey yok. Bütün bunlar, zihinsel makinen tarafından otomatik olarak ve tamamen makinenin kuruluş prensiplerine tam bir teslimiyet içinde yapıldı. Ve sen bu makineyi kendin yapmadığın gibi, üzerinde bir kontrol yetkisine sahip değilsin.

G.A: Bu çok abartılı… Bunun haricinde hiçbir fikir üretmemiş olamayacağımı düşünüyorsun, öyle mi?

Y.A: Kendiliğinden mi? Hayır. Ve bunu sen yaratmadın; senin mekanizman bunu senin için yaptı, otomatik olarak ve bir anda, fikir üretmeden ve üretmeye ihtiyaç duymadan.

G.A: Ürettiğimi düşünüyorum. Peki nasıl?

Y.A: Hadi üretmeyi dene o zaman, mesela bir konuda fikrini değiştir. Deneysel olarak fikrini değiştirmeye çalıştın mı?

G.A: Evet.

Y.A: Başarıyla mı?

G.A: Hayır. Aynı kalıyor, değiştirmek mümkün değil.

Y.A: Üzgünüm ama kendin de görüyorsun, zihnin sadece bir makine, daha fazlası değil. Senin üzerinde hiçbir kontrolün yok, onun da kendi üzerinde hiçbir kontrolü yok tamamen dışarıdan çalıştırılıyor. Bu onun üretim yasası; bu bütün makinelerin yasası.

(…)

G.A: Yani biz sadece birer makineyiz! Ve makineler övünmemeli, performanslarıyla gurur duyulmamalı, kişisel bir fazilet iddia etmemeli, alkış ya da övgü talep etmemelidir. Bu ne berbat bir öğreti!

Y.A: Bu bir öğreti değil, sadece bir gerçek.

G.A: Öyleyse, cesur olmanın korkak olmaktan daha fazla bir fazileti olmadığı sonucuna ulaşıyorum.

Y.A: Yani kişisel fazilet mi demek istedin? Hayır. Cesur bir adam cesaretini kendisi yaratmaz. Buna sahip olmaktan dolayı kişisel bir fazilet taşımaz. O öyle doğmuştur.

(…)

G.A: Bazen ürkek bir adamın bu korkaklığını yenmeye karar verir ve bunda başarıya ulaşır. Buna ne diyorsun?

Y.A: Bu bize yanlış yönde verilen bir eğitim karşısında, doğru yönde verilen bir eğitimin gücünü gösterir. Eğitim, etkileşim ve öğretimin doğru yönlerde verilmesinin değeri, tahminlerin de üzerinde büyüktür. Kişinin kendi ideallerine yükselme yolunda kendisini eğitmesi de öyledir.

(…)

G.A: Peki o zaman, karşılığında hiçbir ödül almayacağı bir cesareti nasıl elde ediyor insan?

Y.A: Şimdi sorduğun soru kendi kendisini cevaplayacak. Şimdiye kadar insanın yapısı hakkında hiç konuşmadığımız bir detayla ilgili bu.

G.A: Hangi detaymış o?

Y.A: İnsanı bir şeyler yapmaya iten dürtü aslında insanı bir şey yapmaya iten tek dürtü.

G.A: Tek mi?  Onun dışında yok mu?

Y.A: Hepsi bu. Sadece bir tane var.

G.A: Kesinlikle epey garip bir doktrin… İnsanı bir şey yapmaya iten temel dürtü neymiş? 

Y.A: Kendi içini rahatlatma dürtüsü. Kendi ruhunu memnun edip, onun onayını alma ihtiyacı.

(…)

G.A: Aşk, nefret, hayırseverlik, intikam, insancıllık, cömertlik, bağışlama gibi şeylere ne diyorsun?

Y.A: Hepsi tek bir ana dürtünün farklı sonuçlarıdır. Kişinin kendi onayını alma ihtiyacının. Farklı kıyafetlerle görünürler ve farklı ruh hallerine eşlik ederler, ancak kendilerini istedikleri kadar maskelesinler, her zaman aynı kökten beslenirler. Bir başka deyişle, insanı harekete geçiren dürtü- sadece bir tanedir- kendi ruhunun memnuniyetini güvence altına alma ihtiyacıdır. Bu bittiğinde insan ölür. 

(Syf 9-27)


ARŞİV