Judith Kerr: Hitler Oyuncağımı Çaldı

Usta yazar ve şairlerin eserlerinden küçük alıntılara yer verdiğimiz “Edebiyat Hayatından Hatırlamalar” köşesi bu hafta Judith Kerr ile devam ediyor

26 Aralık 2025 - 11:15

 

JUDITH KERR  (14 Haziran 1923- 22 Mayıs 2019)

Almanya doğumlu yazar ve çizer Judith Kerr, 20. yüzyıl Avrupa tarihinin en sarsıcı dönemlerinden birini, özellikle çocukların gözünden anlatan eserleriyle edebiyat dünyasında kalıcı bir iz bıraktı. 14 Haziran 1923’te Berlin’de dünyaya gelen Kerr, Yahudi kökenli ünlü tiyatro eleştirmeni Alfred Kerr’in kızıydı. Nazi rejiminin yükselişiyle birlikte ailesiyle birlikte 1933 yılında Almanya’dan kaçmak zorunda kaldı.

Önce İsviçre ve Fransa’ya sığınan Kerr ailesi, daha sonra İngiltere’ye yerleşti. Hayatının büyük bölümünü İngiltere’de geçiren Kerr, burada eğitim aldı ve Britanya vatandaşı oldu.

Hem çocuk kitapları hem de yetişkinlere yönelik romanlar kaleme aldı. En çok tanınan eseri, 1968 yılında yayımlanan “The Tiger Who Came to Tea” (Çaya Gelen Kaplan) adlı çocuk kitabı oldu. Kitap, kısa sürede dünya çapında bir klasik hâline geldi ve milyonlarca çocuğun ilk okuma deneyimlerinden biri oldu. Yazarın en önemli eseri ise yarı otobiyografik romanı “Hitler Oyuncağımı Çaldı” oldu. Roman, Nazi Almanyası’ndan kaçan bir çocuğun sürgün deneyimini sade ama sarsıcı bir dille anlattı. Eser dünyanın dört bir  yanında büyük ilgi gördü.

22 Mayıs 2019’da Londra’da hayatını kaybeden yazar ardında, hem çocuklara umut ve hayal gücü aşılayan hem de yetişkinlere tarihin karanlık yüzünü hatırlatan güçlü bir edebî miras bıraktı. Yazarın Akyüz Yayınları tarafından yayımlanan, çevirisini Hasan Kıyafet’in yaptığı “Hitler Oyuncağımı Çaldı” isimli kitabından bölümler paylaşıyoruz.

HİTLER OYUNCAĞIMI ÇALDI 

Bilmem sana söylesem mi? Hastasın... Hastaya söylenmezmiş ama sen hastayken çok şeyler oldu. Ne gibi?

Ne gibi olacak Hitler seçimi kazandı. Babamın söylediğine göre hükümeti tezden ele geçirmiş, ve kendisine karşı tek söz ettirmiyormuş. Ağzını açanı da cezaevine attırıyormuş...

Anna ürkek:

- Heimpi Hitler'e karşı birşey söylemiş mi? -Elbette hayır. Fakat babam söyledi. Söylemeyide sürdürüyor. Almanya'da kimse onun söylediğini söylemiyor. Böylece burada ne o para kazanabilirmiş ne de biz Heimpi için harcamayı göze alabilirmişiz. Anna:

- Anlıyorum.

Kısa bir süre sonra Anna yeniden: - O zaman biz yoksul muyuz?

Max:

- Sanırım biraz öyle. Ancak babam kimi İsviçre gazetelerine yazmak istiyor. Gerçekleşirse yeniden eski durumumuza kavuşacağız. (Syf 39) 

Anna:

- Ne kitapları? Naziler'in yalnızca eşyalarımızı aldıklarını sanıyordum. Kitapları yaktıklarını bilmiyordum. Julius amca:

- Yavrum onlar, babanın kütüphanesindeki kitaplar değildi. Yazdığı kitaplardı. Naziler memlekete kocaman bir meydan ateşi yaktılar. Ve buldukları her değerli kitabı içeri attılar. Yalnız babanızın değil daha nice seçkin yazarları eserlerini yaktılar. Örneğin; Einstein, Freud, H. G. Wells vb...

Üzgün başını salladı. İyiki benim öğüdümü dinleyip, seçimlerin sonucunu beklemediniz. Gerçi bu durum uzun sürmez ya!

Bahçedeki öğle yemeğinden sonra Julius amca yine memleket haberleri anlattı. Heimpi başka bir ailenin yanında iş bulmuştu. Kuşkusuz bu kolay olmamıştı. Önceden Anna'ların yanında çalıştığını duyunca, kimse iş vermek istememişti. Evleri daha satılmamış, boş duruyormuş.

Julius amcanın bazan gidip eski evlerini gördüğünü söylemesi Anna'ya garip geldi. Caddeden aşağı yürüyüp, köşedeki kırtasiyeciden dönerek ak boyalı bahçe kapısında durabilirdi. Kepenkler kapalı olmalıydı. Anahtar varsa ön kapıdan içeri bile girebilirdi. Giriş mutlaka karanlıktı. Üst kata çıkar, yatak odasına geçer, ya da doğru oturma odasına yürürdü. Az ötede Heimpi'ninkileri vardı. Anna her şeyi ayna gibi duru anımsadı. Julius amca anne ve babasıyla konuşurken o, eski evlerini baştan sona gezip dolaştı.

Julius amca babasına:

- Sizden ne haber, yazabiliyor musunuz?

O bir kaşını kaldırdı:

- Yazma ile sorunum yok. Fakat yazdıklarımı bastırmak önemli bir sorun.

Hiç mi olanak yok?

-Ne yazıkki hiç. Öyle görünüyor ki, İsviçre'liler doğal dokularının bozulacağından çok korkuyorlar. Anti Naziist birisinin yapıtlarını bile yayınlamak istemiyorlar. (Syf 45)

Dönüşte tek başına bir köşeye çöküp, gözünü suya dikti. Vapur Zürih'e doğru hareket etmişti. Ve o öylece dondu kaldı. Onuncu yaş gününün kıyısından köşesinden mutluluk aradı, bulamadı. Kollarını birbirine kenetleyip sus. tu. Su dalgaları altlarından geriye doğru koştukça, saçlarını yelin ılık okşayışına bıraktı. Tüm düşüncesi dönülmesi olanaksız yaş gününün yitişine saplıydı.

Bir süre sonra omuzuna bir el dokundu. Bu babasıydı. Nasıl düş kırıklığında olduğunu anlamış mıydı? Oysa o hiçte böyle düşünmüyordu:

Evet, şimdi on yaşında bir kızım var. Fakat işin doğrusu seni onunda sayamıyorum. Akşamın altısında doğmuştun. Daha tam yirmi dakikan var.

Nedense yirmi dakika onu ilgilendirdi:

- Gerçek mi?

Evet ama bana çok uzun gibi gelmiyor Düşünsene Hitler göçmeni birisinin Zürih buharlısında yaş günü kutlayacağı kimin aklına gelir?...

Anna:

-          Göçmen demek vatanı terk eden mi demektir? Başka ülkede sığınak arayan demektir.

-          Öyle birisi olmaya çalışacağımı sanmıyorum.

-          Tüm bir ömür aynı ülkede yaşamakta saçma birşey. Bazan bizim gibi eşkiyalarca soyulup soğana çevrilip, sonra kapı dışarı edileceksin.

Babası bunu öyle neşeli söyledi ki, Anna ona «Sen hiç üzülmüyor musun?» diye sormaktan kendini alamadı. (Syf 55)


İşin doğrusu hiçbir ulus ötekinden ne daha onurlu, ne de daha onursuzdur. (Syf 73)

Bu Noel'de harçlıkları geçen yıllara göre daha azdı. Ama Fernands'ların sayesinde neşeleri daha fazlaydı. Fransa'da gerçek kutlama Noel'den çok Yılbaşında oluyordu. Fernands'ların evindeydiler. Çocuklara gece yarıya dek uyumama izni verilmişti. Çocuklara özel akşam yemeği ve hediyeler vardı. Anna harçlığının bir kısmıyla Ak kediye çikolata aldı. Akşam yemeğinden sonra, Max ve Francine ile oynama yerine, yemek odasının bir köşesinde kediyi doyurmakla uğraştı. Anneleri ile Bayan Fernand, bulaşıkları yıkadı. Babalarıyla Bay Fernand içkilerini içip derin koltuklarında bitimsiz konuşmalarına daldılar.

Babaları konuştukları konuya çok ilgi duyuyordu. Anna uzun bir susuştan sonra o sabah Julius Amca'dan gelen karttan dolayı çok mutluydu. Yıl içinde de ondan düzensiz kartlar gelirdi. Bunlarda doğru dürüst haberler bulunmaz, havadan sudan şeyler yazılırdı. Bazan küçük şakalar olurdu. Alice Teyze ye gelen mesajları da babası yanıtlardı. Bu kart doğrudan Anna'ya yazılmıştı. “Alice Teyze”den ilk kez söz edilmiyordu. Yeni yıl için iyi dileklerde yoktu. Resimdeki ayıların arkasına şöyle yazılmıştı. İnsanları tanıdıkça, hayvanları daha çok seviyorum!” Büyük küçük harflere dikkat etmese bile, o güzel elyazısı onundu...

Babası kartı ağzını açmadan okudu. Titizce sakladığı yere koyacaktı. Son günlerde hiç konuşmamasına karşın. Şimdi Bay Fernand ile çene çalmasını görmek hoş bir şeydi.

Babaları: boşver!... Özgür bir ülkede yaşıyorsunuz! ötesine

Bay Fernand: - Evet, fakat... dedi. Anna onun yine “Develasyon” düşünüp üzüldüğünü anladı.

Bay Fernand'ın neşesini kıran tek şey yine bu sözcüktü. “Develasyon” Anna bunun ne anlama geldiğini epeyce sordu. Anladığı kadarıyla bu Fransa'da herkese daha az iş, daha az para demekmiş. Bay Fernand'ın kimi arkadasları işten atılmış. O, “Develasyon” dan söz ettikçe babası, Julius Amca'nın durumunu ve kendisinin özgür bir ülkede yaşadığını anımsattı. Babası eskisinden duygusal ve alıngan görünüyordu.

Bay Fernand onunla epeyce tartıştıktan sonra yüksek sesle güldü. Ak Kedi hayretle ağzını açınca, küçük bir parça çikolatayı düşürdü. Anna, Bay Fernand'ın babasının bardağını doldururken, omuzunu okşadığını gördü: Komik birşey dedi. İnsanın herkesten çok üzüntüsü varken, herkesten daha neşeli görünmesi!...

Annesi ile Bayan Fernand geriye geldiklerinde, geceyarıyı bulmuştu. Sonra Yeni Yılın şerefine herkes, çocuklar bile kadehlerini kaldırdılar. Bay Ferdinand bağırdı:

-    Mutlu 1935’ler

Herkes “Mutlu 1935’ler” diye yanıt verdi.  (Syf 134)

 


ARŞİV