Friedrich Dürrenmatt : Duruşma Gecesi

Usta yazar ve şairlerin eserlerinden küçük alıntılara yer verdiğimiz “Edebiyat Hayatından Hatırlamalar” köşesi bu hafta Friedrich Dürrenmatt ile devam ediyor.

18 Mart 2022 - 08:51

FRİEDRİCH DÜRRENMATT  (5 Ocak 1921 - 14 Aralık 1990)

Alman edebiyatının önemli yazarlarından biri olan Friedrich Dürrenmatt  5 Ocak 1921'de Bern kantonuna bağlı Konolfingen'de doğdu. Bir Protestan papazın oğlu olan Dürrenmatt, Zürich'te başladığı üniversite öğrenimini yarım bırakıp Bern'e döndü ve burada felsefe, edebiyat ve doğa bilimleri öğrenimi gördü. Bu yıllarda Kierkegaard, Aristophanes ve George Helm gibi isimleri okumaya başladı. İlk oyunu olan Komedi ne yayınlandı ne de oynandı. O hiç umudunu yitirmeyerek çalışmalarını sürdürdü ve savaş sonrasında ilk başarılı oyunu olan Kayıtta Var'ı yazdı.
1948 yılında yazdığı ancak 1958'de basılan Büyük Romulus oyunuyla komediye yöneldi.  1954'te Babil'e Bir Melek İniyor'u yazan yazara dünya çapında ününü ise Yaşlı Kadının Ziyareti (1956) adlı oyun getirdi.

14 Aralık 1990’da hayata veda eden yazarın Bilgi Yayınevi tarafından Şubat 1966’da yayımlanan Duruşma Gecesi kitabından bölümler paylaşıyoruz.

DURUŞMA GECESİ

Pek önemli bir şey değildi ama, gene de bir arıza idi. Böyle başladı bu iş. Alfredo Traps, Studebaker’in direksiyonunda, büyük yollardan birinde gidiyordu. Motor sustuğunda evine- önemli bir şehirde otururdu- bir saatlik yolu ancak kalmıştı. Nar kızılı araba yerinde çakıldı; bir daha da kıpırdamadı. Yolculuğu da böylece, kuzeyde kümülüs bulutları ve tepesinde, hayli yukarılardaki öğle sonu güneşi olduğu halde, yolun tırmanıp gittiği küçük bir yamacın başında son soluğunu vermişti. Alfredo Traps, kırk beş yaşında idi; henüz göbeksiz, sevimli, nazik, bununla beraber biraz dikkatli bakıldığı zaman bu görünüşün altında, haşin bir gezici esnaflık niteliğinin gizli olduğu fark edilen bir adamdı.

Bu çağdaşımız, tekstil sanayinde dünyalığını sağlayıp gidiyordu.

Önce bir sigara yaktı, sonra bir tamirci bulmak derdine düştü. Studebaker’i çekmeye gelen garajcı, tamiri öbür sabahtan önce bitiremeyeceğini söyledi.Doğru mu, değil mi bilinmez orası. Öğrenmeye yeltenmek bile gülünç olur.

(…)

Yarım saatlik bir yürüyüşle istasyona kadar gider, birkaç aktarmadan sonra evine varır, karsına ve dört çocuğuna- dört oğluna- kavuşabilirdi. Ama Traps, bunun üzerinde fazla durmadı ve geceyi bulunduğu yerde geçirmeye karar verdi. Saat, akşamın altısına yaklaşıyordu; hava güzel ve sıcaktı: yılın en uzun günü yakındı. Hemen girişinde garaj bulunduğu kasabanın tepeciği, kilisesi, papazının evi ve demir çemberlerle sıkıca tutturulmuş yaşlı, pek yaşlı meşe ağacı ile cana yakın bir hali vardı. Her şey tertemizdi; gübreler bile ev kapılarının önüne büyük bir titizlikle yığılmıştı. Yamacın yukarısındaki ormanın kenarında, hemen de kaybolan ya da tüneyen kasabanın son evleri bile pırıl pırıldı sanki. Bundan başka bir küçük fabrika, ufak iki meyhane, iki de güzel, daha çok hana benzeyen otel göze çarpıyordu. Traps, bu otellerden birinin övgüsünü duyduğunu hatırladı. Ne çare ki boş oda yokmuş. Mahalli hayvan yetiştiricilerinin kongresi için hepsini tutmuşlarmış! Ama beyefendi, geceyi belki de şu dipteki villada geçirebilirmiş! Zira ara sıra misafir kabul ederlermiş orada! Bir gidip sormalı imiş!

Traps tereddüt etti. Trenle eve dönebilirdi hâlâ. Ama öte yandan felekten şöyle küçük bir gece çalmaya da gönlü hayır demiyordu. Kıyıda köşede kalmış böyle kasabalarda zevkine uygun bir kız bulunabileceğini de – örneğin geçen gün Grossbietringende olduğu gibi- biliyordu. Gösterdikleri eve doğru yöneldi. Uzaktan kilisenin çanları duyuluyordu. Kendisini böğürerek selamlayan bir inek sürüsünü geçti. Tek katlı villa; çatısını binanın göz kamaştırıcı beyaz cephesini, yeşil panjurlarını yarı yarıya saklayan yemyeşil kayın ve çam ağaçları ile dolu bir bahçenin ortasında idi. Yolun hemen kenarında, çiçekler ve gül fideleri arasında, üstünde deri bir önlükle, yaşlı bir adam çalışıyordu. Acaba ev sahibi mi idi? Traps yaklaştı ve istediğini söyledi. İhtiyar çite yaklaşarak:

  • - Mesleğiniz? diye sordu.

Ağzında ince bir puro vardı; başı, iki kanatlı bahçe kapısına ancak yetişiyordu.

  • - Ticaret ile uğraşıyorum. Tekstil ticareti ile…

İhtiyar adam, presbitlere özge bir davranışta çerçevesiz, küçük gözlüklerinin üstünden bakarak, Traps’ı dikkatle süzdükten sonra:

  • - Elbette, dedi; geceyi burada geçirebilirsiniz.

Traps, fiyatı sordu; ama ihtiyar itiraz ederek, böyle şeyler için para almadıklarını söyledi: oğlu Amerika’da olduğundan yalnız yaşamakta idi; evinde her şeyi çekip çeviren Simone adında bir de hizmetçisi bulunduğundan ara sıra misafir kabul etmekten hoşlanıyordu.

(…)

Yaşlı adam, akşama birkaç konuk beklediğini söyledi.(…) Kendisi gibi dul ve yalnızlarmış; onlar da yenilikleri, önceden kestirilmeyeni, hayatın tazeliğini severlermiş; M. Traps’ı yemeğe alıkoymakla ve akşamı beraberce geçirmekle, onları da sevindireceğine inanıyormuş.

Traps ne diyeceğini pek bilemiyordu. Aslında, akşam yemeğini, şu övgüsünü duyduğu ünlü otelde yemeği düşünmüştü. Ama, geceyi burada geçirmeyi kabul etmişti bir kez; yemeği nasıl reddedebilirdi?

(…)

Şüphe yok: ev sahibi hukukçu idi, belki de eski bir baro başkanı. Sonsuz ve gereksiz tartışmalara kendisini hazırlamaktan başka çıkar yol yoktu; bu gibi mürekkep yalamışlar gerçek hayatı ne bilirlerdi? Hiç, bir şey… Yasalar böyle yapılmış. Daha sonra da şüphe yok, san’at filan gibi konulardan söz edilecekti: Bu çeşit tartışmalarda rezil olması işten değildi. Ne olur yani? Her zaman savaşmak zorunda kalmasa ve iş peşinde koşmasa idi, o da öğrenir, böyle yüksek konular ile yakınlık kurabilirdi.

İçinde en küçük bir istek duymadan aşağıya indi. Ötekiler, güneşin son ışıkları ile aydınlanan açık verandaya kurulmuşlardı; tombul hizmetçi yemek salonunda masayı hazırlıyordu. Kendisini bekleyenleri görünce içinde bir irkilme oldu ve bir an çekingenlik duydu. Tek tük saçları fırça ile kafasına iyice yapıştırılmış olmasına ve içinde, nerede ise kaybolduğu redingotuna rağmen, belirli bir şıklıkla giyinmiş olan ev sahibinin kendisine doğru geldiğini görünce rahatladı. Kısa hoş geldiniz sözleri, sıkıntısını unutturdu. Yarı anlaşılır birkaç kelimeyle, şerefin kendisine ait olduğunu söyleyerek, ölçülü, ciddi bir soğuklukla ve törensel bir şekilde eğildi. Sanki yüksek sosyetenin hiç de yabancısı değilmiş gibi davranıyor ve kendisine tekstil sanayinin kalburüstü adamlarından biri süsünü veriyordu. Bir yandan da bu kasabada dişine göre bir kız bulmak umudu ile geceyi geçirmeye karar vermiş olduğunu da yüreğinde hafif bir buruklukla, düşünmüyor değildi. Serüven filan bitmişti artık, ve şimdi gariplikte ev sahibinden aşağı kalmayan öbür üç ihtiyarla baş başa idi.

(…)

  • - Bay Traps bizim küçük oyunumuza her halde katılacaklardır?
  • - Elbette. Oyun oynamayı severim.
  • - İhtiyarlar başlarını sallayarak gülümsüyorlardı.

Ev sahibi oyunun ne olduğunu açıklamaktan çekiniyormuş gibi; ölçülü bir şekilde:

  • - Yalnız, bizim oyunumuz belki biraz garip görünür size, dedi. Akşamlarımızı, - nasıl söyleyeyim- oyun oynayarak, evet eski mesleklerimizi oynayarak geçiriyoruz. Yaşlı beyler, nazik ve terbiyeli bir şekilde özür diler gibi yeniden gülümsediler. Traps bir şey anlamıyordu. Bundan ne anlam çıkarmak gerekirdi?

Ev sahibi:

  • - Şöyle diye açıkladı; ben eskiden yargıçtım, bay Zorn Savcı, bay Kummer ise avukat. Oyunda bir mahkeme kurar, yargılama yaparız.

Traps “anlaşıldı iş” diye düşündü. Sonuç olarak fikir fena değildi. Belki de gecesini fazla yitirmiş olmayacaktı. Evin sahibi Traps’ı ciddi ciddi şöyle bir süzdü. Sonra ince sesi ile genellikle tarihin ünlü duruşmalarını ele aldıklarını anlattı. Sokratın duruşması, İsanınki, Jeanne d’Arc’nki, Dreyfüs’ünki ve günümüze daha yakın olanlardan Reichstag yangını gibi. Hatta bir kez, Büyük Frederic’i “gayri mes’ul” ilan etmişlerdi!

Traps hayretle:

  • - Bu oyunu her akşam mı oynarsınız? diye sordu.
  • - Yargıç, evet anlamında başı ile hafif bir işaret yaptı ve arkasından, yaşayanlar ve duyulmamış olaylarla oynanan oyunların daha ilginç olduğunda şüphe bulunmadığını, sonuçların gerçekten çok tatlı durumlar çıkardığını sözlerine ekledi.
  • - Örneğin önceki gün, kasabada yapılan bir toplantıdan sonra treni kaçıran bir millet vekilini, nüfuz ticareti ve rüşvet suçundan on dört yıla mahkum etmişlerdi.

Traps neşe ile:

  • - Mahkemenin pek insafsız desenize, dedi.

İhtiyarlar gülümseyerek ve sevinçle:

  •  - Bu bir onur sorunu, diye cevap verdiler.

Âla, ama kendisi hangi rolü oynayabilirdi? Bu kez gülümsemeler ve hatta kahkahalar duyuldu. Ev sahibi atıldı: Yargıç, savcı ve savunma avukatı vardı zaten. Oyunun kurallarını tümüyle bilmeyi ve konu üzerinde gerçek bir yetkiyi gerektiren rollerdi bunlar. Ama sanık rolü sahipsizdi. Bay Traps tabii – ısrarla tekrar ediyordu- hiçbir surette oyuna katılmak zorunda değildi.

Davetli, ihtiyarların bu tasarısından içi rahatlamış ve hoşlanmış, sıkıntılı geçeceğine inandığı gecenin, sonunda belki de pek keyifli olacağını düşündü; aydınsal tartışmaklar ve düşünce oyunları, bu basit, ama iş konusunda  şüphesiz usta ve hileye yatkın ve düşünceyi gerektiren konulara yaradılışınca eğilimi olmayan adamı hiç de çekmiyordu. Zevkleri, kendisini daha çok salon eğlencelerine ve kaba saba şakalara sürüklemekte idi. Bu yüzden  sevinçle oyuna katıldığını ve sanık yerini kabul etmekle şeref duyacağını söyledi. Savcı, ellerini çırparak:

  • - Bravo, diye bağırdı. Erkek gibi konuşmak buna derler işte: yüreklilik dediğin böyle olur.

Traps, hayret ve merakla, nasıl bir suçla suçlandırılacağını öğrenmek istedi.

Savcı, monoklunu silerken:

  • - Önemli değil, dedi. Gerçekten, bunun üzerinde durulmağa bile değmez. Her zaman işlediği bir suçu vardır insanın.

 


ARŞİV