Cuniçiro Tanizaki: Bir Kedi, Bir Adam, İki Kadın

Usta yazar ve şairlerin eserlerinden küçük alıntılara yer verdiğimiz “Edebiyat Hayatından Hatırlamalar” köşesi bu hafta Cuniçiro Tanizaki devam ediyor.

05 Ocak 2024 - 10:23

CUNİÇİRO TANİZAKİ (24 Temmuz 1886 – 30 Temmuz 1965)

Cuniçiro Tanizaki, varlıklı bir tüccarın oğlu olarak Tokyo’nun Nihonbaşi bölgesinde dünyaya geldi. Üç erkek ve üç kız kardeşin en büyüğüydü ve rahat bir çocukluk dönemi geçirdi ama 1894’teki Tokyo depreminde büyüdüğü ev yıkıldı ki bu da Tanizaki’de ömür boyu sürecek bir deprem korkusuna yol açtı. Depremden sonra Tanizaki ailesinin durumu gittikçe kötüleşmeye başladı ve Cuniçiro da başka bir evde yatılı öğretmenlik yapmak zorunda kaldı. Ekonomik problemlerine rağmen Hibiya Lisesi’ne ve sonra da 1908’de Tokyo İmparatorluk Üniversitesi’nin Edebiyat bölümüne girdi,  üç yıl sonra öğrenim harcını ödeyemediği için okuldan ayrıldı.

Edebiyat kariyerine 1909’da bir dergide yayımlanan tek perdelik bir oyunla başladı. Tanizaki ismiyse 1910’da yayımlanan Şisei adlı kısa öyküyle duyulur oldu. 1915’te evlendi ama bu mutsuz bir evlilikti ve 1920’nin ilk yıllarında eşi, Tanizaki’nin yazar arkadaşı Sato Haruo’yla yakınlaştı. Bunun getirdiği psikolojik stres o dönemki bazı eserlerini etkiledi.

Tanizaki’nin bilinirliği 1924-25 yıllarında yazdığı, sınıf, cinsel takıntı ve kültürel kimlik meselelerini kurcaladığı romanı Naomi: Bir Aptalın Aşkı’yla beraber iyice yükselişe geçti. 1929’da lezbiyenliği işlediği eseri Manci yayımlandı ve oldukça ilgi gördü. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra artık Japonya’nın en büyük yazarı olarak anılıyordu. 1964’te Amerikan Edebiyat ve Sanat Akademisi tarafından kendisine fahri üyelik verildi ki bu bir Japon yazara verilen ilk üyelikti. Tanizaki 1965’te, Kanagava’da kalp krizi sonucu hayatını kaybetti.

Tanizaki’nin İthaki Yayınları tarafından yayımlanan Bir Kedi, Bir Adam, İki Kadın kitabından kısa bölümler paylaşıyoruz.

BİR KEDİ, BİR ADAM, İKİ KADIN

Bayan Fukuko,

Lütfen beni affedin, bu mektubu Yuki'nin adını kullanarak yazdım. Ama korkarım ki aslında Yuki değilim. Böyle dediğim için eminim kim olduğumu anlamışsınızdır değil mi, hayır, daha mektubun zarfını açınca "galiba o karı" diye ânında idrak buyurmuşsunuzdur, sonra da mutlaka siniriniz bozulmuştur: “Ne kabalık... Arkadaşımın ismini izinsiz kullanıp bana mektup yollamak da ne oluyor, nasıl kaba bir insan bu,” diye düşünmüşsünüzdür. Fakat lütfen anlayın Bayan Fukuko, eğer ben zarfın arkasına kendi gerçek adımı yazsaydım o adamın bunu bulup mektubu elinize geçmeden aşıracağını iyicene bildiğim için, sizin okumanızı da çok arzu ettiğim için böyle yapmaktan başka şansım yoktu. Fakat lütfen sakin olun, kesinlikle sizi suçlamak ya da acındırmaya çalışmak niyetinde değilim. Böyle yapacak olsam bu mektubun on katı, yirmi katı uzun bir mektup yazsam da yetişmez; ancak bu noktadan sonra badırdasam ne fayda, dimi? Aman, ben de acılarım sayesinde çok güçlendim, öyle ağlayıp durmuyorum; üzüntüm çok, ağlama isteğim de kocaman ama artık bunları düşünmeyeceğim, elimden geldiğince neşeli bir hayat sürmeye karar verdim. Haddi zatında, insanın kaderini Tanrı dan başkası bilmezken, başkasının mutluluğuna sövmek veya kıskanmak salaklıktır yani.

Size böyle doğrudan mektup göndermenin edepsizlik olduğunu biliyorum elbette - eğitimsiz bir kadınım ama bu kadarımı da bilirim. Bu konuda Bay Tsukamoto da sağ olsun ricamla on tekrar tekrar ikaz etti. Ama “o adam” kulak asmadığı için, size rica etmekten gayrı çarem tükenmiştir. Böyle deyince, zorcana bir şey isteyeceğimi sanmayın sakın, öyle zor bir şey değil. Sizin evinizden almak istediğim bir şey var. Dedimse elbette o adamı geri verin demeyeceğim. Aslında ufacık, önemsiz bir sey... Lili'yi istiyorum. Bay Tsukamoto'nun dediğine göre, o adam, “Ben, Lili'yi vermeye razıyım ama Fukuko ondan ayrılmak istemiyor,”diyomuş.

Bu doğru mu, Bayan Fukuko? Benim biricik dileğime siz mi engel oluyorsunuz? Lütfen düşünün, Bayan Fukuko, ben canımdan çok değer verdiğim adamı... hatta sadece o mu, o adamla beraber kurduğumuz mutlu yuvamın her şeyini, tümüyle size verdim. Kırık bir çanak bilem almadım yanıma, hatta çeyizimin bilem hepsini geri vermediniz. Belki de böylesi daha hayırlı, aklıma kötü anıları getirecek eşyaları almamam daha iyi oldu ama hiç değilse Lili'yi veriverseniz nolur sanki? Sizden olmayacak bir şey istemiyorum ki; bana tekmeyi vurup ezip geçmenize katlandım. O kadar fedakârlığıma karşılık, bir tanecik kedi rica etmişim, çok mu? Size göre kücük bir hayvancık ama bana göre yalnızlığıma ilaç olacak bir şey... Zayıf olduğumu düşünmenizi istemem ama Lili olmayınca çok yalnız hissediyorum. O kediden başka bana dostluk edecek hiç kimse yok bu dünyada. Siz beni zaten yendiniz, yetinmeyip bir de eziyet mi ediyorsunuz?

Hayır, hayır siz öyle birisi olamazsınız. Ben iyi biliyorum, Lili'yi bırakmayan siz değilsiniz, o adam bırakmıyo. O adam Lili'yi çok sever. O adam hep, “Senden belki ayrılabilirim ama bu kediden katiyen ayrı kalamam,” derdi. Yemek zamanı da, gece uyuyacağı zaman da Lili'yi hep benden fazla şımartırdı. Öyleyse neden dürüstçe, “Ben kediyi vermem," demiyo da suçu size atıyo? Bunun sebebini düşünün lütfen...

O adam sevmediği beni kapı dışarı etti, sevdiği sizinle birlikte yaşamaya başladı. Benimle birlikteyken Lili'ye daha çok ihtiyacı vardı. Şimdi ise tam tersine, o şey aranızda bir engel, değil mi? Yoksa o adam şimdi bile Lili olmasa dayanamaz mı? Eğer öyleyse sizi de benim gibi, kediden daha aşağıda görüyo demektir. Ay affedersiniz, istemeden ağzımdan sizi kıracak bir söz kaçırdım... Yok canım, öyle saçma bir şey olamaz tabii ki; ama adam kediyi kendisinin sevdiğini saklayıp suçu size atıyosa bu, kediden ayrılmayı hiç istemediğinin kanıtı değil mi? Ayol neyse, öyle şeyler beni ilgilendirmez zati. Ama siz temkinli olun lütfen, alt tarafı kedi deyip boş bulunursanız, kedi bile sizin yerinizi alabilir. Bunu bir tavsiye olarak düşünün, kendimden çok sizi düşünerek söylüyorum: Lili'yi o adamın yanından bir an önce ayırın. Adam buna asla razı olmazsa... işin içinde bir bit yeniği olduğunu anlarsınız.

Fukuko bu mektubu kelimesi kelimesine hatmetti ve Şozo ile Lili'yi incelemeye başladı: Sirkeli soya sosuna batırılmış istavrit mezesiyle içen kocası Şozo, uzandığı yerden fondiplediği çokosunu (küçük çanak) bırakıp “Lili!” dedi ve istivaritin birini yemek çubuklarıyla tutup kaldırdı. Lili arka ayaklarının üstünde doğrulup ufak yemek sinisinin kenarına ön patilerini dayamış duruyordu.

(…)

“Ah, n’oldun?” Kediyle uğraşmaya kısa bir ara veren adam, karısına doğru doldursun diye çanağı uzatmışken duraksamış, kaygılı bir bakış atmıştı. (…)

“Senle konuşmak istediğim bir şey var” Fukuko başka bir şey söylemedi. Sıkkın bir tavırla susup oturdu.

“Neymiş? Haa, mevzu ney?”

“Bey, o kediyi Şinako Hanıma versene.”

“Ne diyo'sun sen?”

Böyle kötü bir şey damdan düşer gibi söylenince adam sinirlice peş peşe gözlerini kırpıştırdı. Ama karısının duruşu ciddiydi, geri adım atmaya da hiç niyeti yoktu. Şozo'nun aklı iyice karıştı:

“Yahu, şimdi durup dururken...”

“Dururkeni mururkeni yok, yarın Bay Tsukamoto'yu çağır, ver şunu gitsin.”

“Ama n'oldu şimdi durup dururken?”

“Olmaz mi diyo'sun?”

“Hele bir dur. Niçin istediğini demezsen ben ne yapayım? Canını sıkan bi' şey mi oldu?”

Yoksa Lili'yi kıskanmış mıydı? Şozo bu ihtimali düşündü ama aklına yatmadı. Çünkü bu kadın da kedileri seviyordu.

(…)

“Bey, şu uskumruların hepsini kediye yedirdin, dimi? Senin yediğin sırf iki üç tane balıktı dimi?” dedi. Bu kez yumuşak bir ses tonuyla konuşmuştu.

“Hesabını mı tutuyorum, ne biliyim ben?”

“Ben hepsini saydım. Şu tabağın üstünde en başta on üç tane balık vardı, onunu Lili'ye yediriverdin, senin yediğin üç tanecik.”

“Yedirdiysem n'olmuş, kabahat midir bu?”

“Kabahat elbet, neresi kabahat anlamıyo' musun? Bak hele, iyicene düşün. Benim, kedi gibi bir geye kıskançlık gütmem değil bu. Biliyo'sun, sirkeli uskumruyu ağzıma komam. Sen seviyorum dedin, canım çekti diye ortaya bir laf atıverdin. Deyip deyip de hiç yememen, topunu kediye yedirmen..."

(…)

“Öyle bir şey yok. Ben kendim yerim diye istedim amma Lili rahat bırakmadı, ha bire paçamda dolanır durur. Boş bulunup vermişim.”

“Yalan konuşma, sen Lili'ye yedireyim diye kafandan geçirdin, sevmediğin şeye severim dedin, dimi? Senin için kedi benden kıymetli.”

“Pes, nasıl uyduruyo'sun kız bunu?” Şozo abartılı bir edayla, kahkaha atarcasına konuşmuştu. Ama karısının lafları karşısında çok sarsıldığı belli oluyordu.

“Öyleyse kıymetlin ben miyim?”

“Sensin elbet! Deli deli konuşmasana, tövbe.”

“Ağzınla deme de, bana ispat göster. Yoksa senin lafına güvenim olmaz.”

“İyi, yarından gayrı uskumru almaya paydos. Geçti mil sıkıntın?”

“Onu bunu bırak hele. Hatırım için Lili'yi o kadına verecen. O kedi giderse sorun kalmaz.”

Sözlerinde ciddi olamazdı herhalde. Ama konuyu hafife almamalıydı yoksa kadın bu konuyu ciddileştirebilirdi. Şozo yorgun bir şekilde kol ve bacaklarını düzgün oturma pozisyonuna getirdi, dizlerini birbirine yaklaştırdı, öne eğildi, ellerini kibarca dizlerinin üzerine koydu ve acınası, yalvaran bir sesle dedi ki: “Yani sen, eziyet göreceğini bile bile onu o yere verelim mi diyo'sun? Böyle acımasız sözler sana yaraşıyo mu? Lütfen, deme böyle şeyler...”

“Aha, gördün mü bak, demek kedi daha değerliymiş. Lili denen karın ağrısına bir hâl çaresi bulmazsan, gayrı beni yok bilesin.”

“Abuk sabuk konuşma...”

“Benden demesi, hayvanla aynı kefeye konmaktan hiç hoşnut değilim.”

Çok mu alınmıştı nedir, birden gözlerine yaşlar doldu. Galiba bu kadarını Fukuko da beklemiyordu, aceleyle şaşkın durumdaki kocasına sırtını döndü.

Yukiko'nun adıyla yazılmış mektubun geldiği sabah Fukuko ilk önce şöyle düşünmüştü: “Böyle aramıza soğukluk sokmaya çalışmak, nasıl bir yüzsüzlüktür? Benim bu tarz bir numarayı yutacak kadar salak olduğumu mu düşünüyor?” Sinako'nun art niyeti belliydi, bu tarz şeyler yazıp Fukuko'yu işkillendirmek, Lili'nin varlığından rahatsız olmasını sağlamaktı: eğer kedinin gönderilmesine yol açabilirse ellerini birbirine vurup, "Bak gördün mü, bana güldün ama sen de kediyi kıskanıyorsun işte! Görünüşe göre sen de kocandan fazla sevgi görmüyorsun," demek, onunla alay etmekti. Ya da o kadın, planım umduğum kadar iyi işlemese bile, bu mektup vesilesiyle evin huzurunu bozmak bile keyfimi yerine getirmeye yeter, diye düşünüyordu. Bu tuzağı tersine çevirmek için karı koca gül gibi geçinmeye çalışması, alt tarafı bir mektupla aralarına sorun girmediğini göstermesi, Lili'ye ikisinin beraber sevgi gösterdiğini ve ondan ayrılmaya hiç niyetli olmadıklarını açık seçik sergilemesi aslında en iyi yöntemdi.

Ne yazık ki mektubun zamanlaması kötüydü, tam da iki üç gündür, soslu uskumru meselesi Fukuko'nun aklına takılmıştı. Kocama iyi bir ders vermem gerek diye düşünmeye başladığı an, mektup gelmişti.

(…)

İlk başta amacı sadece gıcıklık etmekti. Aslında Lili’yi kovmak gibi bir amacı yoktu. Meselenin kontrolden çıkıp geri alınamaz bir ültimatoma dönüşmesinde Şozo’nun tavrı büyük rol oynamıştı. (…) Fukuko’nun kocası, diğer konularda karısının her dediğine boyun eğdiği halde bu konuya mahsus ayak diretiyor, “Ne olacak yahu, alt taradı kedi,” diye geçiştiriyordu. Yani Lili’ye duyduğu sevgi Fukuko’nun tahmininden da güçlüydü. Bu mesele artık çözümsüz bırakılamazdı.

(Syf 27-43)


ARŞİV