Aşırı sıcak havalar, aniden bastıran dolu, kısa süreli yağmurlarla oluşan sel, küresel ısınma, kentsel ısı adaları, şehir içinde kopan hortumlar ve fırtınalar, hava kirliliği … Son dönemde özellikle çocukların ve gençlerin duyarlılık gösterdiği iklim krizi günlük hayatımızı etkiliyor. Ancak bu konuda henüz toplumsal bir duyarlılık oluşmuş değil. İstanbul’un birçok semtinde ve Kadıköy’de farkındalık çalışmaları yapan “Yokoluş İsyanı” ise bu duyarlılığı arttırma çabasında. Grubun üyelerinden gazeteci Elif Ünal ile söyleştik. Ünal, “İstanbul, diğer metropoller gibi hem kendi doğasını yok eden hem de burayı besleyebilmek adına çevre illerin kaynaklarını tüketen bir karadelik.” diyor.
Grubun Moda'da iklim krizine dikkat çekmek için düzenlediği bir eylem.
“YOK OLUŞA İSYAN HER İNSANIN GÖREVİ”
Yokoluş İsyanı’nı tanıyabilir miyiz?
Yokoluş İsyanı 2018 yılında İngiltere’de başlayan ve sonrasında tüm dünyaya yayılan bir çevre hareketi. Amacı içinde bulunduğumuz iklim krizini gündeme getirmek ve krizin önüne geçmek için hükümetlerden acil bir şekilde harekete geçmelerini sağlamak. Biz de 2018 Kasım ayından itibaren bu amaçlarla Türkiye’de biraraya gelmeye başladık. Türkiye’den Paris İklim Anlaşması’nı imzalamasını ve iklim krizi gerçeğini insanlara anlatmasını, karbon emisyonlarını derhal sıfıra indirmesini ve bu adımların hepsinin denetlenmesini istiyoruz.
Maalesef, evet. Bilim insanlarının şu ana dek keşfedebildiği kadarıyla gezegenimiz daha önce beş kitlesel yok oluşa şahit oldu. En sonuncusu, hakkında daha fazla duyduğumuz dinozorların da yok olmasına sebep olan 65 milyon yıl önceki Kretase – Tersiyer yok oluşu. Sebebi hakkında çeşitli teoriler mevcut ama en çok üzerinde durulan ihtimal meteor çarpması. Şu anda ise altıncı kitlesel yok oluşun içerisindeyiz. Yokoluş İsyanı isminin seçimi de oldukça bilinçli. Harekete geçmek için önce bu gerçekle yüzleşmemiz gerekiyor: Yok oluşun içerisindeyiz. Buna isyan etmek de vicdanı olan her insanın görevi.
İklim krizi en çok tartışılan ama göz ardı edilen meselelerden biri. Büyük bir sorunun bu kadar önemsenmemesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bunun en büyük sorumlusu hükümetler ve şirketler. Aslında neyle karşı karşıya olduğumuzu biliyorlar. 1960’lı yıllarda iklim krizinin getireceği felaketlere dair yayınlanmış ancak sonrasında gizlenmiş raporlar mevcut. Özellikle insanların gündeminden uzak tutmaya çalışıyorlar. Çünkü bugün bu krizle karşı karşıya kalmamızın sebebi, içinde bulunduğumuz sistem. Vazgeçmeleri gereken bir fosil yakıt endüstrisi var en basitinden. Bir de durumdan haberdar vatandaşlar için de ‘tek başıma ne yapabilirim ki?’ düşüncesi hâkim. Bu da neo-liberalizmin bizi getirdiği nokta. Halbuki bir insanın tek başına en güzel yapabileceği şey diğer insanlarla bir araya gelmek.
Dünyanın birçok ülkesinde “İklim Grevi” düzenlendi ve Türkiye’de de yankı buldu. Çocuklar ve gençler daha duyarlı bu konuda. Bu geleceğe dair bir umut mu?
İklim için okul grevine ilk olarak İsveçli 16 yaşındaki Greta Thunberg başladı. Daha sonra başka ülkelerde ve Türkiye’de de yankı buldu. Bu soruya en güzel cevabı da Greta vermişti: ‘Umutlu olmanızı istemiyorum, paniklemenizi istiyorum.’ Bugün içinde bulunduğumuz krizde çocukların bir payı yok ancak bedellerini onlar ödeyecekler. O yüzden yalnızca ‘çocuklar ne güzel işler yapıyorlar’ demek yerine çağrılarına kulak verip onlar için harekete geçmek gerekiyor. Umudun hak edilmesi gerekiyor kısacası, bunun için de harekete geçmek.
“İKLİM KRİZİ ŞU AN YAŞANIYOR”
Yağmayan kar, ya da aşırı sıcaklar. Aynı zamanda birden bire yağan yağmur ve dolu. Bunlara çok sık rast geliyoruz aslında. Bütün bunlar yaşadığımız döneme dair neler söylüyor?
İklim krizinin bizi ileride bekleyen bir tehlike olmadığını söylüyor. İklim krizi gerçek ve şu anda yaşanıyor. Bilimsel araştırmalar, iklim krizinin içinde bulunduğumuz Akdeniz havzasında yağışların şiddetinde artışa sebep olduğunu belirtiyor. Türkiye’de daha önce hortum ve fırtına olmazken şu anda hayatımıza girdi. Daha fazlası da geliyor. Kasırgalara isim vermekten bahsediyoruz artık. Antalya’da geçtiğimiz sene yaşanan hortumda 13 yaşında Berivan Karakeçili isimli bir çocuk hayatını kaybetti. O ismi ve yüzü kimsenin unutmaması gerekiyor. ‘İklim değişikliği gerçek mi?’ diyen kişilere göstermek gerekiyor.
Krizi şu an yaşadığımızın belirtileri neler?
Mesela, dün Alanya’da hortum oldu 6 kişi yaralandı. Türkiye’de 1997 ve 2006 arasında toplam 30 hortum yaşanırken yalnızca 2016’da 54 hortum yaşandı. Şu anda ise neredeyse her hafta bir hortum haberine denk geliyoruz.
Bunun dışında yaşanan bu aşırı iklim olaylarına bağlı olarak gıdaya erişimimiz zorlaşıyor. Tanzim kuyrukları diye konuşuyoruz ama bundaki iklim krizinin rolünü görmüyoruz. Havadaki karbondioksit miktarı geçtiğimiz mayıs ayında 415.5 ppm (milyonda bir partikül) ölçülerek rekor seviyeye ulaştı. 350 ppm’den sonrasının güvenli olmadığı söyleniyordu. Değil de. Geçtiğimiz ay sıcaklık rekorları kırıldı. Avrupa merkezli Copernicus İklim Değişikliği Servisi geçtiğimiz haziran ayının yeryüzünde kayıtlara geçen en sıcak haziran ayı olduğunu açıkladı. Türkiye’de de geçtiğimiz 48 yılın en sıcak haziran ayıydı.
“MUHAFAZA ALANI İLAN EDİLMELİ”
İstanbul için konuşmak lazım aslında. Kuzey Ormanları’nın yok edilmesi, su kaynaklarının tüketilmesi, yeşil alanların tahrip edilmesi... Yaşadığımız bu kent için neler söyleyebilirsiniz?
İstanbul, diğer metropoller gibi hem kendi doğasını yok eden hem de burayı besleyebilmek adına çevre illerin kaynaklarını tüketen bir karadelik. Yanlış planlamalar ve yapılanmalarla gözümüzün önünde bir güzelliği yok ediyorlar. Doğanın buna elbet bir cevabı olacak, oluyor da. Mesela gölleri kurutarak üzerine inşa ettikleri 3. Havalimanını her şiddetli yağmurda sel basıyor, uçuşlar iptal ediliyor. Çoğu yapılanın bir geri dönüşü yok ancak elimizde kalanlara sahip çıkmamız gerekiyor. Kuzey Ormanları Savunması Kuzey Ormanları için bir mücadele yürütüyor. Acilen destek olmalı ve Kuzey Ormanları’nın bir muhafaza alanı ilan edilmesini sağlamalıyız.
Köln’de, iklim değişikliğini protesto eden 3 aktivist, darağacının altına koydukları buz kütleleriyle çarpıcı bir protestoya imza attı
Hem kurumların hem de bireysel olarak bu kentte yaşayanların yapabilecekleri neler?
Çözüm kolay değil. O yüzden elimizdeki tüm imkanlarla seferberlik ilan etmeliyiz. Burada tüm şirketlere, belediyelere ve hükümete çok fazla iş düşüyor. Kentteki tüm faaliyetlerin planlanmasında ekosistemin, ormanların, tarım alanlarının, su havzalarının, tüm bitki ve hayvan türlerinin yaşam alanlarının korunması esas olmalı. Ölçeği ve gerekçesi ne olursa olsun doğaya zarar veren, akla, bilime dayanmayan her türlü kentsel-kırsal proje durdurulmalı. Güçlü toplu taşıma sistemleri ve sıfır emisyon taşımacılığı uygulanmalı.
Bireyler de elbette karbon ayak izini azaltacak şekilde yaşamlarında değişikliğe gitmeli. Beslenme, ulaşım ve aslında tüm tüketim tercihlerini yeniden değerlendirmeli. Ancak bireysel adımların yeterli olmayacağı bir çağdayız. O yüzden bunları yaparken de mümkünse ellerinden geleni yaptıklarını düşünerek içlerini rahatlatmasınlar.