İstanbul’un korona ile imtihanı

WRI Türkiye Sürdürülebilir Şehirler Direktörü Dr. Güneş Cansız, “İnsanlar, kriz ortamı sakinleştiğinde toplu taşıma imkanlarını kullanmak yerine özel araç kullanımını daha çok tercih edebilir. Bu durum İstanbul’un sürdürülebilir bir şehir olması yolundaki en önemli zorluklardan birini oluşturacaktır” diyor

07 Mayıs 2020 - 09:53

Salgınla birlikte İstanbul’un nüfusu, ulaşım altyapısı ve şehir planlaması daha fazla tartışılır oldu. Bunda İstanbul’un salgından en çok etkilenen şehir olmasının büyük bir payı var. Nüfus yoğunluğu nedeniyle salgın öncesinde de sosyal mesafelenmenin mümkün olmadığı İstanbul’da, salgının tehlikeleri ortadan kalktığında yaşam normale dönebilecek mi? Her gün milyonlarca insanın hareket hâlinde olduğu bu şehirde olası salgın hastalıklar nasıl önlenecek? Dünyanın büyük şehirlerini de inceleyen WRI Türkiye Sürdürülebilir Şehirler Direktörü Dr. Güneş Cansız ile İstanbul’un şu anki mevcut durumunu ve salgın sonrasında şehrin geleceğini konuştuk. Cansız, “Bu süreçte, insanların sadece ‘açık hava’ya erişiminin yaşam için ne derece kritik olduğu anlaşıldı. İnsan ölçeğinin önemini yeniden hatırladık. İnsanların kolayca erişebilecekleri parklar gibi kamusal alanların, apartman avlusu ya da bahçesi gibi yarı kamusal alanların ve balkon gibi konut kullanımlarının çok insani bir ihtiyaç olduğunu gördük.” diyor.

BÜYÜK KENTLER VE SALGIN

Dünyada salgının en çok görüldüğü ve ölümlerin en çok yaşandığı şehirler büyük metropoller oldu, İstanbul da bunlara dahil. Büyük şehirlerde salgının daha yoğun yaşanmasının sebepleri neler?

Nüfus ve kullanım yoğunluğu, önceki salgınlarda olduğu gibi korona virüsün yayılması konusunda en önemli faktör. İnsanların kentlerde yoğunlaşmasına sebep olan, kentlerin pek çok fırsatı birarada sunması, aynı zamanda salgın sürecinde kentler için en önemli tehdit.  Yoğunluğun yanı sıra, ekonomik faaliyetlerin de daha çok büyük kentlerde yapılıyor olması salgının yayılması sürecinde bir diğer önemli faktör. Büyük ziyaretçi ve turist akışları; tedarik zincirleri aracılığıyla birbirine bağlanan insan ve işlevler özellikle New York, Londra, Paris, Roma ve tüm bu faaliyetlerin birarada görüldüğü İstanbul gibi büyük kentlerin bu salgında çok daha savunmasız hâle gelmesi sonucunu doğurdu.

 Siz şehirlerin sürdürülebilir olmasına yönelik çalışmalar yürütüyorsunuz. Ulaşım, afet gibi konuları da çalışıyorsunuz ancak salgın görece yeni bir konu. Sizin bu iki aylık süreçte salgın konusunu da göz önünde bulundurarak İstanbul'u gözlemleme şansınız oldu mu?

Tüm dünya gibi bizler de salgının toplum üzerindeki etkisini anlamaya ve bu etkinin kentlerde ulaşım, konut kullanımı, yeşil alanlar, alışveriş gibi fiziksel kullanım alanlarına ne şekilde yansıyacağını algılamaya çalışıyoruz. Bu süreçte, insanların sadece ‘açık hava’ya erişiminin yaşam için ne derece kritik olduğu anlaşıldı. İnsan ölçeğinin önemini yeniden hatırladık. İnsanların kolayca erişebilecekleri parklar gibi kamusal alanların, apartman avlusu ya da bahçesi gibi yarı kamusal alanların ve balkon gibi konut kullanımlarının çok insani bir ihtiyaç olduğunu gördük. Bu durum, böylesi krizlere ve felaketlere karşı sürdürülebilir mahalle planlamasının göz ardı edilmemesi gerektiğini bizlere hatırlattı. Ulaşım açısından baktığımızda ise, İstanbul’da toplu taşımada yolculuk sayısında yaklaşık yüzde 90; iki yaka arası toplam geçişte ise yaklaşık yüzde 50’lik bir azalma olduğunu gördük. Bu süreçte ikinci el araba satışlarında da önemli bir artış yaşandığını biliyoruz. Yani insanların, kriz ortamı sakinleştiğinde toplu taşıma imkanlarını kullanmak yerine özel araç kullanımını daha çok tercih etmesi gündeme gelebilir. Bu durum da İstanbul’un sürdürülebilir bir şehir olması yolundaki en önemli zorluklardan birini oluşturacaktır.

SOSYAL MESAFE İÇİN ÇÖZÜMLER

Sizce İstanbul'un salgınla baş etme konusunda avantajlı ve dezavantajlı olduğu noktalar nelerdi?

İstanbul’un salgınla baş etmedeki en önemli dezavantajı nüfus büyüklüğü ve nüfus yoğunluğu. Bu kadar fazla insanın birarada yaşadığı bir kentin böylesi kriz durumlarında yönetilmesi oldukça zor. Özellikle nüfusun günlük hareketliliği ve İstanbul içerisinde katedilen mesafeler en büyük zorlukları oluşturuyor. Hizmetlerin yığılması ve çok farklı hizmete birarada ulaşılabilmesi ise İstanbul’un en öne çıkan avantajları olduğunu söyleyebiliriz.

 Türkiye nüfusunun neredeyse 4'te 1'i İstanbul'da yaşıyor. Salgının bittiğini varsaysak bile 6 ay sonra İstanbul'da sosyal mesafelenme nasıl uygulanabilir? Bu mümkün olacak mı?

Uzmanlar, aşı bulunup yaygınlaştırılana kadar risk durumunun süreceğini dile getiriyor. Yani en pozitif yaklaşımla bu sürecin 6 ay ile 1 yıl arasında sürmesi bekleniyor. Dolayısıyla İstanbul’da hâlihazırda alınan önlemlerin hepsi olmasa da bir kısmının sürdürülmesi gerekiyor. Şu anda İstanbul’da pek çok kurum evden çalışma sistemini uyguluyor; iş bağlantısı olmayan insanlar da evlerinden dışarı çıkmamaya çalışıyor. Önlemler kaldırıldığında ve insanlar yine işyerlerinde çalışmaya başladıklarında sosyal mesafe uygulamasının devam ettirilmesi çok da mümkün olmayacak. İstanbul’da sosyal mesafe uygulamasının gerçekleştirilebilmesi için çalışma ve yaşama düzeninde bir takım değişikliklere, adaptasyon süreçlerine gidilmesi gerekiyor. Herkesin aynı saatlerde işe gidip geldiği, aynı anda işyerlerinde bulunup çalıştığı bir sistemin sağlık açısından sürdürülebilirliği tartışılır. Bunun yerine farklı saat aralıklarında işe gidip gelme ve çalışanlara yönelik vardiya sistemi uygulamaları sosyal mesafenin sağlanmasını kolaylaştıracaktır.

ULAŞIMA ALTERNATİFLER

 Ulaşım sistemi bu sürecin ardından yeniden planlanmalı mı? Bisikletli ulaşım buna alternatif olabilir mi?

Bu salgını, ulaşım özelinde daha güvenli, daha çevreci, daha bütünleşik bir sistem oluşturma adına bir fırsat olarak kullanmalıyız. Salgın dönemini daha kapsayıcı ve destekleyici ulaşım politikaları ve teknolojilerden nasıl faydalanabileceğimizi belirlemek ve salgından önce yaşadığımız karmaşaya geri dönmemek için ulaşım sektörü olarak birlikte düşünmek ve öğrenmek için değerlendirebiliriz.

Salgın döneminde dünya genelinde kent içi toplu taşıma talebi yüzde 50-90 oranında düştü ve yukarıda bahsettiğim üzere İstanbul da buna bir istisna değil. Bu düşüşe alternatif bir ulaşım olarak Avrupa’da salgının merkezi olan İtalya’nın Milano kentinde 32 kilometrelik bir bisiklet yolu yapılıyor. İtalya’nın yanı sıra dünyadan birçok şehir toplu taşımadaki kısıtlamalar nedeniyle, sağlık, kurye, gıda hizmetleri gibi zorunlu sektörlerde çalışanların ulaşım taleplerini karşılamak adına geçici bisiklet yolları yaptı. Şehirlerde pandemi sırasında kullanılan yürüme, bisiklet, e-scooter gibi motorsuz ulaşım türlerine ve altyapılarına yatırım yapılarak, bu kullanıcı alışkanlıklarının salgın sonrasında da kalıcı hâle gelmesi sağlanarak sürdürülebilir ve çevreci ulaşım sistemlerine talep arttırılabilir. Ne yazık ki şimdiye kadar Türkiye’de kent içi ulaşımda, bulaşmanın önlenmesi adına alınan kısıtlayıcı ve hijyen önlemlerine ek olarak salgın süreci ya da sonrası için kalıcı hâle getirilme potansiyeli olan geçici bisiklet şeritleri gibi bir ulaşım planlama örneği henüz uygulanmadı. Umarım dünyada bu süreçte yapılan güzel uygulamalar şehirlerimize de örnek olur.

 İstanbul'un bir çekim merkezi hâline getirilmesi yerine Anadolu'nun farklı şehirlerinde olanakların geliştirilmesi İstanbul'un yükünü hafifletebilir mi?

İstanbul’a yapılacak yatırımların, sosyal ve fiziksel potansiyeller doğrultusunda farklı kentlere yönlendirilmesi elbette İstanbul’un yükünü önemli ölçüde azaltacaktır. Ancak genellikle yığılma ekonomilerinin avantajlarından faydalanmak amacıyla her sektörden küçük ve büyük ölçekli yatırımlar İstanbul’a kanalize edilmektedir. Günümüzde İstanbul, Türkiye’nin sanayi, kültür turizmi, eğitim, sağlık, ticaret, lojistik ve finans merkezi konumundadır. Yapılan yeni yatırımlarla birlikte de bu konum pekiştirilmektedir. Bu durum, yatırımcılar ve İstanbul’da yaşayanlar açısından avantajlar barındırsa da deprem, salgın, sel vb. herhangi bir afet durumunda da Türkiye’nin ekonomik açıdan çok daha fazla zarar görmesine neden olacaktır. Dünyada pek çok gelişmiş ülkenin yaptığı gibi farklı sektörler farklı kentlere yönlendirilmeli ve artık Türkiye’de de çok merkezli bir yapı oluşturulmalıdır.

İSTANBUL’UN GELECEĞİ

Siz dünyanın farklı büyük şehirlerini de inceliyorsunuz. Diğer şehirlerdeki durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? O şehirlerde salgın nasıl yönetiliyor?

Salgın sonrasında kentler, bu yeni gerçekliğe adapte olmaya yönelik farklı uygulamalar geliştirmeye başladı. Ulaşım konusunda örneğin, mart ayı içerisinde Bogota, toplu taşıma araçlarındaki kalabalığı azaltmak ve korona virüsünün yayılmasını önlemeye yardımcı olmak için 76 km'lik geçici bisiklet şeritleri açacağını duyurdu. Mexico City ve Londra gibi kentler uzun yıllar bisiklet ağlarını büyütmek için harcanan faydaları gördü ve geçici bisiklet önlemlerini kalıcı hâle getirmek için harekete geçme kararı aldı. New York Valisi Andrew Cuomo, bisiklet ağını genişletmek ve kent genelinde bisikletçilerin güvenliğini artırmak için bir dizi girişimde bulundu. Helsinki daha bütünsel bir bakışla “işlevsel şehir yaklaşımı”nı geliştirdi. Üç bileşenli yaklaşımda, dijital teknolojinin ve yeniliğin verimli hizmet sunumunun temeli olması; karar verme süreçlerinde toplum katılımının sağlanması; enerji güvenliği, hareketlilik ve yaşam kalitesi bileşenleriyle karbon nötr kent olma hedefi önceliklendirildi. Bu yaklaşımla kentin krizi bütünsel olarak yönetmesi ve sonuçları verimli bir şekilde sunması sağlanıyor.

 İstanbul'u nasıl bir gelecek bekliyor?

İstanbul’un ülke içinden ve komşu ülkelerden aynı trendle göç almaya ve benzer yatırım kararlarını uygulamaya devam etmesi durumunda ve yaşamayı beklediğimiz deprem, iklim krizi gibi kriz ortamları düşünüldüğünde kenti çok daha zor günler bekliyor. İstanbul için daha yaşanabilir bir gelecek sağlanması nüfus büyüklüğünü ve dolayısıyla da kaynak tüketimini kontrol altında tutmakla sağlanabilecek. İstanbul, kaynakları tüketen bir kent konumundan sürdürülebilir bir kent konumuna geldiğinde gelecek için çok daha umutlu konuşabiliriz.


ARŞİV