Göç yolunda bir balık; lüfer

Sularımızda hızla azalan lüfer balığının hikayesi anlatan ‘Lüfer’ belgeselinin yönetmeni deniz biyoloğu Mert Gökalp, balıkların soylarının ve deniz yaşamının korunması için herkese görev düştüğünü söylüyor

07 Mart 2017 - 14:35

Denizi olmayan Ankara’da doğmasına karşın bir deniz tutkunu olan, şuan Moda’da yaşayan deniz biyoloğu Mert Gökalp, lüfer balığını filme aldı. 3 yılda, hiçbir sponsor olmadan ‘Lüfer’ belgeselini çeken Gökalp; lüfer dahil olmak üzere ilkbaharda sürülerle Marmara ve Ege’den gelip, üremek için Karadeniz’e göçen ve sonbaharda geri dönen balıkların bu yolculuğunu aktarıyor. Balıkların tükenmemesi, denizlerin korunmasını isteyen Gökalp ile denizleri, balıkları ve belgeseli konuştuk.

  • Deniz yaşamını ve sorunlarını kameranız aracılığıyla yansıtıyorsunuz. Denizlere olan tutkunuzu anlatır mısınız?

5 yaşımdan beri denizle iç içe yaşıyorum. Büyüyünce zıpkınla tanıştım, balığı peşinden  koşma, balık yeme, bunun keyfini aldım. Denizi keşfettikçe bu merak iyice arttı. Tüplü dalış eğitimi aldım ve ODTÜ Sualtı Topluluğu’na girdim, oradaki amatör bilimsel çalışmalar hayatımı çok etkiledi. Eğitimini aldığım mühendisliği değil de denizle alakalı şeyler yapmam gerektiğini hissettim. Bir bursa bularak Miami Üniversitesi’nde okyanus fiziği okudum. İçinde deniz olmayan bir iş yapamayacağımı anladım, deniz biyolojisini seçtim. İnsanlara benim gördüğüm denizi anlatma ihtiyacı hissettim. İnsanların denizi bilmediğini, korktuğunu, kirlettiğini, denize ilginin azlığını farkedince, Türkiye Deniz Canlıları Rehberi'ni yazdım. Bu kitapta 300 tür var. Buna 300 tür daha ekleyerek, ‘Doğa Rehberi’ uygulamasıyla (aplikasyon) insanlara sunduk.  Denizlerimizle alakalı en kapsamlı yayın bu. İnsanlara bazı şeyleri görsellikle ulaştırmanın önemini anlayınca da sualtı görüntüleri çekmeye başladım ki zaten fotoğrafçılık, kameramanlık vardı bende. Bu yol beni denizle ilgili tanıtım filmleri ve kısa filmlere yöneltti.

  • Adından anlaşılıyor tabi ama, Lüfer belgeseli neyi anlatıyor? Nerede, kimlerle çekimler  yaptınız?

Lüferin göç yolculuğunu… Ama aslında lüfer bir sembol. Palamut, orkinos, istavrit, hamsi gibi tüm göç balıklarını, bu balıkların yaşamlarına dokunduğu insanların hikayelerini, deniz yaşamını, geleneksel balıkçıları, deniz aktivistlerini… Sert ve realist bir belgesel. Televizyonda göremeyeceğiniz gerçeklikte, insanları aydınlatan, uyandıran ve umarım ki harekete geçmelerini sağlayacak olan aktivist, çevreci bir belgesel. İstanbul ve çevresi, İzmit körfezi, Marmara, Pren Adaları, Şile’den Tekirdağ açıklarına dek, Çanakkale ve Bodrum’da çekimler yaptım. Olta balıkçıları, zıpkıncılar, gırgırcılar, trolcüler,  bilim insanları, yazarları, hal görevlileri, aktivisitler.. Pek çok kişiyle görüştük.

  • İlk gösterim !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nde gösterimi yapıldı. İstanbullular için başka nerede/ne zaman gösterimler olacak?

Festivallere başvuruyoruz, İstanbul’da en az 2-3 gösterim olacak. Umarım yurtdışında da gösterilecek.

  • Lüfer ne demek siz için? Ve denizler için önemi nedir bu balığın?

Denizler için lüfer dahil her bir balık türünün bir önemi var. Av avcı ilişkisi sözkonusu. Denizlerden bir balık türünün çekilmesi demek, onunla alakalı diğer türlerin de etkilenmesi  demek. Mesela hiç bilmediğimiz bir balığın çekilmesi lüferi; lüferin çekilmesi yunusları etkileyebilir.

 Lüfer dahil tüm göç balıkları tehlikede. Bu belgeseli yaparken, lüferin bu sulardan gidişine (tıpkı uskumru, orkonos, kolyoz gibi) dayanamayacağımız  için, bunu önleyebilmek adına bir adım atmak istedik.

  • Boğaz'ın tüm balıklarının tehlikede olduğunu söylüyorsunuz. Nesilleri tükenmek üzere mi?

1980’lerde verilen  teşviklerden sonra, 90larda 32 bin ton lüfer avlanıyordu bu rakam 2013’te 5 bin tona dek düştü. Bu böyle sürerse, lüferin nesli Marmara ve Karadeniz’de tükenecektir maalesef. Lüferi 5-10 sene sonra Boğaz’da göremeyebiliriz.

  • Halde ve tezgahlarda balık durumu nasıl?

Türkiye’nin her yerinden balıkların girip çıktığı İstanbul Deniz Ürünleri Hali’ndeki balık sayısını tam olarak bilmiyoruz! Endüstriyel balıkçılar, hem ceza korkusu hem de rekabet yüzünden yetkililere doğru rakam vermiyorlar.

Tezgahlara bakarsak da durumun giderek kötüleştiğini görebiliriz. Palamut, istavrit, kalkan, hamsi… Denizleri bu şeklide tüketirsek deniz balığı göremeyeceğiz.

  • Sorun kimlerde? Balıkçı, hal görevlisi, devlet, yasa.... ?

Herkesin bu soruna katkısı var! En büyük sorun hal. Simsar, borsa gibi balığı bekletiyor fiyatını ayarlamak için. Bakanlık da sorumlu, bunlara göz yumuyor. Yaklaşık 15 denetçi var ki bu da yetmez zaten denetimlere. İlgili yasaların geliştirilmesi, yavru balıkların avlanamaması gerek.

  • Tüketiciye bir çağrınız var mı? 

Adil bir şekilde avlanmış balığı alsınlar! Bunu nasıl bilecekler derseniz; tüm balıkların av boyu, üreme dönemi belli. Henüz üreyememiş, yavru balık almasınlar…

  • Bu noktada belgeselin işlevi ne olacak?

Başvurduğumuz halde kimseden fon alamadık 3 yılda, zor şartlarda yaptık belgeseli. İnsanların denizi koruyabilmesi için önce tanıması lazım. Bunun için de bu belgesel gibi üretim yapanlara destek verilmeli.

  • Belgeselin sloganından hareketle sorayım; Bir belgesel bir bir balığın soyunu kurtarabilir mi?

Göreceğiz… Bunu hep berber başaracağız umarım. Denizler, balıklar etrafında bir kavgadır sürüyor; biliminsanı, hal görevlisi, zıpkınçı, oltacı, trolcü… Herkes kavgalı, olan balığa, denize ve bize oluyor! Bu belgesel etrafında toplanabilirsek lüferi ve hatta denizlerimizi kurtarabiliriz.

  • Peki ya Kadıköy denizinde lüfer var mı? 

Ben Moda’da yaşıyorum. Kadıköy denizinde lüfer var, bazen açıktan bazen kıyıdan buradan geçiyor bu balık. Hatta Moda sahilde avlayanlar var. Göç esnasından doğu sahilini yani Kadıköy ve Üsküdar’ı kullanan balıklar, İzmit’e dek gidip Marmara’nın güneyinden Çanakkale’ye iniyorlar.

  • Kadıköy Tarihi Çarşı Derneği, Fikir Sahibi Damaklar ve Kadıköy Belediyesi, “Yavru Lüfer Almayan-Satmayan Kadıköylüye Helal Olsun” kampanyası 2012’de.

O zaman belki duyarlılık arttı ama kampanya bitince eski tas eski hamam! Bu tür kampanyalar sürmeli.

https://www.facebook.com/Bluefish-592405064194614/?fref=ts

Denizsiz kentte bir deniz aşığı

Mert Gökalp 1978 Ankara doğumlu. Lisans ve yüksek lisans eğitimini sırasıyla ODTÜ mühendislik fakültesi, Miami ve Ankara Üniversitesinde fiziksel okyanus bilimi ve deniz biyolojisi bölümlerinde tamamladı. 2 adet AB projesinde bilim insanı olarak çalıştı.  Hollanda’da Wageningen Üniversitesinde doktora yapıyor. Akdeniz ile ilgili; Türkiye Deniz Canlıları Rehberi ve Akdeniz canlılarıyla ilgili bir akıllı telefon uygulaması olan ‘Doğa Rehberi’ gibi işlere imza attı. Bugüne dek 4 fotoğraf sergisi açtı. Hollanda TV’sinde, VPRO, NTR ve İz TV kanallarında yayınlanan belgesellerde görev aldı.

Sepetle balık yakalamak

  • Sürüler halinde Boğaz'dan geçerken dev bir yüzer adaya benzeyen yunuslar, yunuslara saldıran lüfer sürüleri, kılıç balıklarını kovalayan kofanalar, yalı kayıkhanelerini mesken tutan foklar... Bugünün İstanbul'unda hayali bile güç bu manzaralar, 60 yıl önce sıradan görüntülerdi Boğaziçi'nde. Yaşlı balıkçılar, 1950'lere kadar kılıç ve ton balığı dahil 50’ye yakın türün Boğaziçi ve çevresinde avlandığını anlatır.
  • Marmara denizini Karadeniz'e bağlayan İstanbul Boğazı, antik dönemde de biyolojik bir koridordu. Filozof Aristoteles, Boğaziçi'nin istiridyelerinin lezzetinden bahseder. Amasya doğumlu coğrafyacı ve tarihçi Strabon da Boğaz'daki akıntının palamutları Haliç'e girmeye zorladığını yazar.
  • 37 ciltlik Doğabilimi Tarihi'ni yazan Plinius'un tarif ettiğine göre, Boğaz'ın Asya yakasındaki Khalkedon (Kadıköy) yakınında belirgin beyazlıkta bir kaya vardı. Bugün Kız Kulesi'nin üzerine inşa edildiği düşünülen kayayı göç ederken aniden karşılarında bulan ton balıkları telaşa kapılır, karşı kıyıdaki Byzantion Burnu'na (Sarayburnu) doğru hızla uzaklaşır ve Haliç'e doluşurlardı. Buraya Altın Boynuz ya da Bolluk Boynuzu denmesinin sebebi buydu. Khalkedon'la aralarında sadece bir millik mesafe olmasına rağmen bütün balık avcılığı burada yapılırdı.
  • 1544-1547 yıllarında İstanbul'da yaşayan Petrus Gyllius (Pierre Gilles) Boğaz'ın balık zenginliğine hayran kaldı. Marsilya, Taranto, Venedik gibi merkezlerle İstanbul'u kıyaslayan yazara göre Boğaz, balık bolluğu bakımından hepsinden üstündü. Balıklar o kadar boldu ki balıkçılığı bilmeyenler bile evlerin pencerelerinden sarkıttıkları sepetlerle balık yakalayabiliyordu. (Bahriye Kabadayı/Burak Dal, NTV Tarih dergisi)

Emirgan yalılarının önündeki ''yedek'' denilen dar kıyı yolunda ağlarla balık çekiliyor, 1910'lar, NTV tarih, Akşam gazetesi arşivi


ARŞİV