Habercilikten yazarlığa

Yetişkinlerin sunduğu haberlerden, çocukların yazdığı kitaplardan tanıdığı Ceren Kerimoğlu ile hem medyanın halini hem de çocuk kitapları yazma serüvenini konuştuk

15 Kasım 2019 - 10:22

Yetişkinler onu düzgün diksiyonlu, güler yüzlü bir haber spikeri olarak hatırlıyor. Çocuklar ise en sevdikleri kitapların yazarı olarak. Uzun yıllar televizyonda haber spikerliği yaptıktan sonra çok satan entrikalı bir aşk romanı yazmaya oturup çok satan çocuk kitapları yazarı olarak kalkan Ceren Kerimoğlu ile tüm bu serüveni konuştuk.

  • Haberciliğe nasıl başlamıştınız?

Medya ile ilk tanışmam çocukluk yıllarıma denk geliyor. Babam Ankara TRT’deydi. İlk olarak 1979 yılında Halit Kıvanç’la 23 Nisan çocuk şenliklerini ve yılbaşı programını beraber sunduk.

Halit Kıvanç ve Ceren Kerimoğlu

  • O zaman kaç yaşındaydınız?

Sekiz - dokuz. İlk sunuculukla başladı. Ardından TRT çocuk korosundaydım. Sonrasında bu işi biraz daha ciddiye almak için Amerika’da sinema ve televizyon okudum. Türkiye’ye döndüğümde iki yıl iş aradım. HBB televizyonuna muhabir olarak girdim. Muhabirlikten sonra haber spikerliği başladı. Sonrasında NTV’nin kuruluş yıllarından itibaren haber spikerliği yaklaşık 15 yıl devam etti.

“HER ZAMAN BİR TEPEGÖZ OLDU”

  • Bugünlerde çokça konuşulan sansür- otosansür meselesi o yıllarda nasıldı?

O günlerde de Türkiye sansürde ciddi sıkıntılar çekti. Çünkü Türkiye’de her zaman bir tepegöz oldu. Ve o tepegözün hep ‘şunlar olsun bunlar olmasın’ dediği şeyler vardı. Bizim habercilik yaptığımız yıllar biraz özgürlükçü tarafına adım attığımız bir noktaydı. Biz gerçekten yansız, olduğu gibi haberler verebiliyorduk. Aslında ne olduğunu, gerçeğin ne olduğunu öğrenebilecek bir akım başlamıştı.70’lerin yaşadığı sansürün sonrasında güzel bir açılıma denk geldik. Sonra o kapı tekrar kapandı.

  • Çember ne zaman daralmaya başladı?

Herhalde 2006-2007’lerde başlamıştı. Basının gerçekten tarafsız olabilmesi için iş ortamında olmaması gerektiğine inanan bir insanım. Bir TV kanalı ya da bir gazete kurulduğu zaman onun arkasında başka bir sektörde iş yapan birileri olduğu sürece işler değişmeye başlıyor. Basın dediğimiz şeyin şeffaf olabilmek adına biraz özerk olması gerekiyor.  

“GAZETECİLİK RUHU VARDI”

  • Sizin hiç istediğiniz soruyu soramadığınız oldu mu? Ya da böyle bir duruma şahit oldunuz mu?

Son dönemlere doğru evet. İlk başlarda hepimizde gazetecilik ruhu vardı. Doğrunun ne olduğunu araştırırken sorulmayanı sormaya çaba sarf ediyorduk ve sorabiliyorduk.

  • O yıllarda dayanışma ve birlikte iş yapma ne durumdaydı?

Ben basının çok güzel bir bölümüne denk geldim. Sendikalaşmanın konuşulduğu,  hepimizin üye olduğu, bir şeyleri iyi yapmayı hedeflediğimiz ve kendi haklarımızı da savunduğumuz bir dönemdi. O zaman galiba basına bakış açısı da farklıydı. Gerçekten iyi gazeteciler vardı. Şimdi yok demek istemiyorum. Şimdi de çok iyi gazeteciler var. Ama o zaman gerçekten insanların bir yere bileğinin hakkıyla geldiği yıllardı.  Bizim önümüzde çok güzel insanlar vardı. Onlardan haberciliği, etiği öğrendik. Birlikte çalışmanın kurallarını öğrendik. 2005’e kadar bunlar vardı sonra çok çabuk bozuldu. Ondan sonra başka bir mantalite geldi.

“İŞ BİLMEYENLER GELDİ”

  • Nasıl bir mantalite?

Mesela iş bilmeyenler, tanıdıklar, birinin amcasının oğlu, birinin teyzesinin kızı geldi. Haber sunmak çok popüler bir şey olduğu için herkes ekran istemeye başladı. Diksiyonu çok iyi olmayan da, telaffuzu iyi olmayan da ekran istemeye başladı. O zaman iş biraz yozlaşmaya, kalite düşmeye başladı. Kalite düştükçe bu sefer var olmaya çalışmak önemli bir şey oldu.  Birliktelik artık var olmadı, herkes kendi için çalışmaya başladı.

  • Sizin yaptığınız dönemle şimdi yapılan spikerliği nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bizim çok kusursuz güzellikte olmamız bekleniyordu, şimdi o yok. Onun çok doğru olduğunu düşünüyorum. Bir haber spikeri kusursuz güzel olmak zorunda değil. Ben sağlık problemleri nedeniyle çok ciddi kilolar aldım. O dönemlerde “Kilo aldın, seni artık ekrana çıkarmayacağız” deyip geri plana atıp radyoda haber okuttular. Televizyonda kilomla ilgili bir sıkıntım hep oldu. Bunlara o zaman çok karşıydım şimdi de karşıyım. Mesela ben zayıf olmak zorundayken erkek spor spikerlerinin, yaşlı kilolu erkeklerin hala ekranda olmasını çok yanlış buluyordum. Ben 2000 yılında Türk Dil Kurumu tarafından Türkiye’nin en iyi konuşan haber spikeri seçildim. Önemli olan benim aktardığım haber, benim birikimim olması gerekirken neden ekranda kilolu duruyorum, hangi rengi giyersem daha zayıf dururum gibi tacizlere uğradım. Bence kadınlar hala da uğruyor. Şu anda hala kilolu bir spiker yok ama ille herkes çok güzel olmak zorunda değil. Orayı atlattık.

“SPİKER HABERİN ÖNÜNE GEÇMEMELİ”

  • Artık haber spikerleri haberlere kendi yorumlarını katıyorlar

Ben bunun doğru bir şey olduğunu düşünmüyorum. Haber spikeri dediğiniz kişi tarafsız, renksiz, haberin önüne geçmeyen olmalı. Mesela “Ceren’le Hayat Dersleri” gibi bir programda ben istediğimizİ söylerim. Seviliyorumdur ya da sevilmiyorumdur ama ben çıkar orada “arkadaş siz ne yaptınız”  vb derim bana cevaplar gelir o başka bir şey. Ama haber dediğimiz olayda bizim mimiklerimizin, kıyafetimizin, makyajımızın, saçımızın haberin önüne geçmemesi gerekir.

  • Sosyal medyanın gelişmesiyle yurttaş haberciliği diye bir kavram da oluştu ve oldukça da yaygın. Yurttaş haberciliğinin haberciliğe nasıl bir etkisi var?

Halkın gerçek habere ulaşması gerektiğine inanıyorum. Fakat bu konuda biraz çekincelerim var. Twitter’ı açtığım zaman olayın kendisini sürekli video olarak görmekten rahatsız oluyorum.  Tam tersi bir de buna alıştırıldığımızı da düşünüyorum.  Çünkü bu kadar kötü şeyleri göre göre kötülüğün boyutu da başka bir noktaya geliyor. Tam olarak nasıl bir yapı kurulması gerektiğiyle ilgili net değilim. Bence o da medyanın değil bizlerin eğitim sisteminden getirilmesi gereken bir nokta olduğunu düşünüyorum. Sınırlarımızın neresi olduğunu biri bize dememeli bizim bunu biliyor olmamız lazım.

“HER SABAH BİR ÇARESİZLİĞE UYANIYORUZ”

  • Fatih’te 4 kardeşin intihar etmesinin ardından pek çok haber çıktı. Bir yandan da intihar haberlerinin veriliş biçimiyle ilgili de bir tartışma var. Bu haberler sizce nasıl verilmeli?

Tabii ki bunlar haber yapılmalı. Böyle haberlerde neyi sorguladığımızı kaybedebiliyoruz. Şimdi “bu insanlar hastadır” deniyor. Peki, bu gerçeği pencereden dışarı atıyor mu?  Ben ayrışmanın her türlüsünü gördüm ama ölümde ayrışma bize hiç yakışmayan bir şey. Bunlar çok ciddi şeyler. Olaylar çok farklı bir noktaya gidiyor. Bu ülkede hepimiz her sabah bir çaresizliğe uyanıyoruz. Biraz yukarılarda bizim için bir şeyler yapılmalı.

Haber açısından da bence o anın görüntüsünü yayınlamaktan uzak durmalıyız.

  • Siz NTV’den atıldınız. Son zamanlarda işten atılmalar da şekil değiştirdi. Gazeteciler tebligatla işten atılıyor…

Şaşırmadım çünkü bana da işten atıldığım söylenmemişti. Ben kendim peşine düşmüştüm.

  • Nasıl oldu?

Bizim haftalık haber listemiz çıkardı. İki hafta üst üste listede ben çıkmadım. İkinci haftanın sonunda acaba ben işten mi çıkarıldım dedim. Ve hep şunu da merak ederim acaba sormasaydım kaç ay daha maaş alırdım (gülüyor). Hiç kimse, hiçbir müdürüm beni çağırıp “işten çıkarıldın” demedi. Ben insan kaynaklarını arayıp öğrendim.

Bu yüzden tebligatla işten atılmalar beni şaşırtmıyor. Elbette çok ayıp, yanlış bir şey. Her şeyden önce emeğe saygısızlık.

SPİKERLİKTEN YAZARLIĞA

  • Haberciliği bırakıp kitap yazma yolculuğu nasıl başladı?

Ben NTV’den 2009’da atıldım. Bakmam gereken bir çocuğum vardı. Sonrasında medyada hiç iş aramadım. Hiç yüzümü eğip bir yerlere CV göndermedim. Çok ciddi kırıldım, çok ciddi üzüldüm. Medyayı tamamıyla kapattım ve başka yere yönelmek istedim.

Benim kalemim iyiydi. Lisedeyken Kadıköy Belediyesi’nin açmış olduğu yarışmalarda birinciliklerim vardı. Bu yüzden “kalemim iyi oturup entrikalı bir aşk romanı yazayım” dedim. Bir gece oğlum uyuduktan sonra bilgisayarın başına geçtim ve bir şey yazdım. Ve sabah baktım “Ağaç, kuşa dedi ki, kuş ağaca dedi ki...” Benim içimde hiç entrika falan yokmuş (gülüyor).  Ortaya hiç bilmediğim bir şey çıktı. Çok bozuldum. Sonra değerlendirmeyi düşündüm. NTV’den canım arkadaşım Tarkan Kaynar “bu çocuk kitabı” dedi. Ankara’dan Elma Yayınevi’nin numarasını verdi, yolladım. Bir ayın sonunda yayınevinden aradılar. “Hemen Ankara’ya gelin sözleşme imzalayalım” dediler. İlk kitabım Sakız Ağacı çıktı. Annem resim yapıyordu,  inanılmaz soyut tabloları vardı. Kitapları resimlemek için onu da ikna ettim. Bu yolculuk devam etti. Şimdi 12. kitabım çıkmak üzere. İyi ki yazmaya başlamışım!


ARŞİV