3 SORU 3 FELSEFECİ (4)

İnsan soru sorar. Bu soruların içeriği kadar, bizatihi soru sorma eylemi de felsefenin ilgi alanına girer. Biz de işleri ‘soru sormak’ olan felsefecilere felsefeyi sorduk. Ufuk açıcı olacağını umduğumuz yanıtları sizlerle paylaşıyoruz. Felsefenin sss’ini (sıkça sorulan sorular) bu yazı dizimizde bulacaksınız. Bol sorgulamalı okumalar dileriz…

29 Kasım 2017 - 11:09
  • Herakleitos’un ‘Aynı nehirde iki kere yıkanılmaz’ deyişini nasıl yorumlayabiliriz?

Koç Üniversitesi İnsani Bilimler ve Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zeynep Direk: 

Herakleitos nehir dediğinde tüm evreni anlıyor. Nehir evrenin bir parçasıdır ama aslında tümünün bir metaforudur. Tüm evren, tüm varlık, varlığın bütünü, tüm varolanlar demektir. Herakleitos varlığın bütününü akış halinde düşünmeliyiz diyor. Varlığın akış olması demek içindeki tüm varolanların değişmesi, nitelik değiştirmesi, yer değiştirmesi, büyüyüp küçülmesi, varlığa gelip yok olması, tüm varlıkların sonlu ve değişken olması demektir. İyi ve kötü, toplumsal yaşam da bunun içerisindedir. Hiçbir değer bu fani dünyanın dışında değildir. Değişmeyen en önemli şey değişimin kendisidir. Elbette ki, değişimin dışında değişmeyen bir varlık yoktur. Değişen varlıkların yaratıcısı olan değişmeyen bir varlık olmadığına göre kutsaldan hiç söz edemeyecek miyiz? Söz edebiliriz: ilahi olan da olmayan da bu akışın içinde aranmalıdır. Tanrılar, Tanrı—bir veya çok-- bu dünyadadır. Bu da demektir ki, bu bütünün kendisine, bu akışın kendisine saygı duymalıyız. En basit ve çorak görünen bir ocak, bir coğrafya, bir hayat bile tanrılarla doludur. Her kültür, her taş konuşur. Her bulut bizi selamlar. Ağaçlar kutsalı fısıldar. Her canlının, her hayvanın gözlerinden tanrılar bize bakar. Kötülük işte bunu bilmemek, bunu yok saymaktır ve cehaletten kaynaklanır. Cehalet de bir delilik, bir cinnet, bir aşırılık, bir haddini bilmeme halidir. 

Biz insanlar, varlığın akışı içinde akanlardan, kayıp gidenlerden olduğumuzu, yaşama sırasını yakında başkalarına bırakacağımızı aklımızda tutarak yaşamalıyız.  Tekrar yaşamayacağız, akışın dışında bir başka hayat, bir öte dünya yok. Sadece bir kere dünyaya geliyoruz. Edebi hayat, ölümsüzlük yok. Ödül de ceza da bu dünyada, akışın şu anındadır. O halde nasıl yaşamalıyız? Akışa kendimizi bırakarak ve sürüklenerek değil, onu yok sayanlara ve varlığı katılaştıranlara boyun eğerek değil, akışın yönünü anlayarak ve hareketin içinde kendi yönümüzü bularak, akışta karşılaştığımız diğer varolanlara selam vererek, onlara elimizi uzatarak, kurduğumuz sevgi ve dayanışma bağlarına tutunarak ve her şeyden önce, doğaya uygun yaşamalıyız. Aynı nehirde iki kere yıkanamayız, çünkü galaksiler birbirinin içinden geçiyorlar.

  • Descartes’ın ‘’Düşünüyorum, o halde varım’’ sözünü nasıl yorumlayabiliriz? 

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü Başkanı Prof. Dr. H. Bülent Gözkân:

Descartes, modern felsefenin kurucusu olarak bilinir.  “ Düşünüyorum öyleyse varım”  (Cogito ergo sum)  modern felsefenin kuruluşunun simgesel ifadesi olmuştur. Descartes’in bu sözüyle nasıl yeni bir ‘görme’ ve düşünme başlattığını anlayabilmek için Antik Yunan felsefesinden başlayarak kendisine kadar gelen düşünce geleneğine kısaca bakmak gerekir.

 En güçlü ifadesini Platon’ da bulan Antik Yunan felsefesinde bilginin yönü, varlığın hakikatinden insanın düşünmesine doğru olarak konumlanmıştır. Varlığın aşkın hakikati, yani kendisini duyusal alanda, dünyasal alanda açığa çıkarmayan hakikate ancak duyusal tecrübeyi, dünyasal ilgi ve amaçları aşan bir yönelimle ulaşılabilirdi.

 Bu ise insanın akıl adı verilen yetisi tarafından yapılabilirdi. Platon’da düşünme yetisi ikiye ayrılmıştır: Biri hesaplayan, mantıksal çıkarımlar yapan, nedensel bağlantılar kuran akıl (dianoia), diğeri akıl yürütmenin onlara dayandığı ilk ilkeleri, asıl hakikatleri, varlığın kendisi “gören” akıl (nous).

  Asıl hakikatlere hesaplayan, çıkarım yapan akılla değil, akli sezgi ile varlığın hakikatini “gören”, her türlü duyusal bağı aşan akılla varılabilir (nous).  Bu faaliyetin Platon’ daki adı noesis’tir (akli görme). Bu anlayışın, daha sonra, tek Tanrılı dinlerde Tanrı’yı akıl yoluyla  ‘görme’ye doğru evrildiği açıktır.

 Descartes, önceliği varlığın aşkın hakikatine veren bu anlayıştan başlangıçta kuşku duyarak felsefi araştırmalarına başlar ve kendi aklında mutlak doğru olarak görmediği hiçbir şeyi kesin bilgi olarak kabul etmez. Başka bir deyişle, işe kendisini ve kendi akıl yetisini araştırarak başlar ve böylelikle varlığın aşkın hakikatiyle başlayan önceki düşünme tarzını kökten bir şekilde değiştirir. Kendi bilincinin içinde hiçbir şekilde kuşku duyamayacağı hakikati araştırırken kendisine öğretilen her bilgiyi eleştiriye tâbi tutarak, doğruluklarını ve kesinliklerini kuşkuyla karşılar, buna, başlangıçta Tanrı’nın varlığı da dâhildir. Bu kuşku yöntemi ile tüm bilgileri kuşkuyla karşılamanın sınırına kendi kendisinin kuşku duymakta olduğunun apaçık bir doğruluk olduğu sonucu ile varır. Başka bir deyişle, tüm içerikli bilgiler kuşku yöntemi ile güvenilmez oldukları için bilinç alanının dışına atıldığında, bilme alanının içinde kuşku duyma fiilinden başka bir şey kalmaz. Kuşku duyma fiili yoluyla tüm içerikli bilgiyi iptal eden faaliyetin kendisi ise saf bir düşünme fiilinden başka bir şey değildir.

  Descartes ulaştığı bu durumu kendisinin  “düşünen bir şey” (res cogitans) veya düşünen bir varlık olduğu sonucuna ulaşması olarak görür. Bu ise kuşku duyulamayacak apaçık bir doğruluktur.

  “Düşünüyorum o halde varım” işte böyle apaçık bir hakikatin tecrübesidir ve akli bir sezgi ile gerçekleşmiştir. Ancak Descartes’ın ulaştığı sonuç kendinden önceki düşünürlerden şu bakımdan farklıdır: Öncekilerde bu akli sezginin “dışsal” bir hakikati apaçık olarak akıl yoluyla tecrübe ettiği düşünülmekteydi; Descartes’ta ise bu akli sezginin kendi bilinç alanının içinde, “içsel” bir hakikatin apaçık tecrübesini edindiği düşünülmektedir ki, felsefi araştırmanın başlangıç noktasını bu oluşturmaktadır.

 Descartes ulaştığı bu sonuçtan sonra, tüm zamanların en etkili felsefi metinlerinden biri olan ‘Meditasyonlar’ın ikinci bölümündeki balmumu örneği ile ‘yer kaplayan şey’in (res extensa) olması gerektiği sonuca varır. Üçüncü Meditasyonda ise Cogito argümanı temelinde Tanrı’nın varlığını kanıtlama çabasına girer. Bu ise, yeniden aşkın bir varlık anlayışına geri dönmek olacaktır. Bununla birlikte, Antikçağ Felsefesinden Ortaçağ düşüncesine kadar bilginin yönünde hâkim ve öncelikli olanın varlığın aşkın hakikati olduğu düşüncesi, Descartes ile birlikte yerini, “kendisini” bilen öznenin “hakikatine” veya varlığın hakikatinin öznede nasıl ortaya çıktığına ve bu hakikat üzerinden kurulan bir varlık fikrine bırakacaktır. 

  • Sokrates’in ‘Sorgulanmayan yaşam yaşanmaya değer değildir’’ sözünü nasıl yorumlamayabiliriz?

Felsefeci-yazar Prof. Dr. Ahmet İnam: 

Sokrates'in bu sözü Platon'un dilimize "Sokrates'in Savunması diye çevrilen metninde geçer. (38a) Türkçeye sorgulanmamış, irdelenmemiş yaşam yaşamaya değmez diye çevrildiği de olmuştur. Eski Yunancası “ho de aneksetastos bios ou biôtos anthrôpô” olan bu deyişi, “gözden geçirilmemiş hayat insan için yaşanası değildir” diye de çevirebiliriz, örneğin. Sokrates’in bu sözü hangi bağlamda dile getirildiği konusuna odaklanmayıp, filolojik çözümlemeleri bir kenara koyduğumuzda, şu yaşadığımız dünya için anlamını sorgulayabiliriz.

            Yaşam, bir canlı türü olarak bizlerin bedenimizle, duygularımızla yaşadığımız sürecin adıdır. Bu sürecin anlamını, değerlerini yaşayabildiğimizde yaşam hayata dönüşür. (Belki Eski Yunancada yaşama zoê, hayata bios diyebiliriz.)  Bu gezegende birçok insan karnını doyurup, yaşama tutunmaya çalışıyor sadece. Hayata vakitleri yok. Yaşamdan hayata çıkabilmek için inanç düzenleri oluşturmuşlar ama onlar da çoğunlukla yozlaşmaya uğramış. Dinler insanların önemli bölümünü tinselliğe ulaştıramıyor. Ritüelleri yârine getirmek dindarlık sayılıyor, üstelik inanç düzenleri insanlara sahte bir güven duygusu da verebiliyor. Bundan dolayı ağır bir yobazlık tehlikesi yaşıyor inanç düzenleri. Yobazlıktan kurtulma ancak yaşam irdelemeleri ile gerçekleşir.

            İrdeleme gücünü yitirmiş bireyler ve toplumlar sürü hayatı yaşama tehlikesiyle karşı karşıyadır. İnsan bir sürü hayvanı değildir, birey olabilen toplumsal hayvandır. Bunu içine düştüğü durumları irdeleyerek, araştırarak, gözden geçirerek, sorgulayarak, eleştirerek gerçekleştirir. Eleştirir. Eleştiriye de açık olur. Başkalarıyla, kendisi gibi olmayanlarla, farklı olanlarla iletişim içinde kendini sürekli olarak yeniden ele alır, tazeler. Kültürel köklerini sorgular, onlardan beslenir, onları geliştirir, yeniden yorumlar.

            Sokrates’in bu sözünde “sorgulama”, “irdeleme” diye çevrilen sözcük, “eksetazô” “araştırıyorum” fiilinden gelir. Fiildeki “eks” ön eki bir dışa doğru yönelmeyi gösteriyor. (Latincedeki ex-aminare sözcüğünde olduğu gibi!) Araştıran, aşan, aşmaya çabalayandır. Genişleyendir. Yaşamını yaşadıkları üstüne düşünerek onları deneyimleri ve bilgileriyle yeni yorumlarla yoğurabilendir.

            Yazık ki çağımız irdeleme yerine mekanik kurallarla, düşünceye fazlaca yer vermeyen ucuz algoritmalarla, kolay reçetelerle yaşamayı yeğliyor. İki bin dört yüz yıl öncesinden Sokrates’in çığlığı çok az insanın kulağına ulaşabiliyor. İnsan henüz yaşamını nasıl irdeleyebilip hayata, anlamlı hayata, yaşanabilir hayata dönüştürebileceğini henüz bilmiyor. Ama Sokrates orada, çığlığı çınlamaya devam ediyor. Demek ki hâlâ umut var.

           

Etiketler; felsefe soru

ARŞİV