“Depremin kendisi bir travma”

Depremin doğal felaket olmaktan çıkıp kötü yapılaşma koşullarıyla insan eliyle oluşturulan bir travma niteliğine dönüştüğünü söyleyen Doç. Dr. Burhanettin Kaya, “Birey bu travmayı onaramadıkça sanki o an aynı şey yeniden oluyormuş gibi yaşamaya devam eder” diyor

04 Şubat 2020 - 12:35

Ardı ardına yaşanan sarsıntılar sonrasında deprem gerçeği bir kez daha gündemimize girdi. Toplanma alanları, yapı güvenliği,  riskli yapılar, deprem vergileri ve daha birçok konuda tartışmalar yürütülüyor. Konuşulması gereken esas konulardan biri de depremin insanlar üzerinde yarattığı travma. Deprem ve travma ilişkisini konuştuğumuz Doç. Dr. Burhanettin Kaya, “Elbette bireysel olarak stres etkenleri ile başa çıkma becerilerini geliştirmek, stres yönetimini öğrenmek önemli. Bireysel bilgi,  tutum ve becerileri geliştirmek önemli ama toplumsal dayanışma daha belirleyici.” diyor.

DEPREM VE AKIL SAĞLIĞI

Depremin etkisi konuşulduğunda genel olarak fiziksel yaralanmalar ya da ölümler konuşuluyor. Deprem ve akıl sağlığını da konuşmak, tartışmak gerekmiyor mu?

Bu son derece doğal. Deprem, bireyin varlığını, fiziksel ve ruhsal yaşamını tehdit eden, fiziksel ve buna bağlı olarak ruhsal bütünlüğünü bozma niteliği taşıyan, deneyimi yaşayan herkes için sıkıntı kaynağı olabilecek bir travma olduğu için öncelikle depremin somut fiziksel etkileri dikkat alanına giriyor. Fakat ilk andan itibaren bu fiziksel yıkım ve etkilerine odaklanıp ruhsal etkilerini göz ardı etme eğilimi sorun yaratır. Deprem ve akıl sağlığını konuşmak elbette gerekli. Ama depremin yarattığı fiziksel yaraları onarmak,  bireyin hızla güvenli bir alana geçmesini sağlamak, temel yaşam gereksinimlerini karşılamak, bunun için gerekli düzenlemeleri yapmak ve süreklilik kazandırmak; barınma, beslenme ve sağlık gibi temel gereksinimleri karşılamak öncelikli hale geliyor.

Depremin uzun vadede bir travma yarattığını söyleyebilir miyiz?

Depremin kendisi başlı başına bir travma. Travma üç başlıkta ele alınabilir. İnsan eliyle bilerek oluşturulan travmalar,  insan eliyle kaza sonucu oluşan travmalar ve doğal felaketler ya da afetler. İnsan eliyle oluşturulan travmalar da kendi içinde farklı başlıklarda değerlendirilir. Siyasal şiddet, işkence ve kötü muamele, cinsel şiddet, aile içi şiddet gibi… Bu ayrım neden önemli? Çünkü travmanın türüne göre travmanın etkileri,  travmaya karşı verilen tepkiler ve başa çıkma biçimleri değişiyor. Bireyin bu travmayı anlamlandırması, onu zihninde işlemesi travmanın türüne göre farklılık gösterecektir. Biliyoruz ki deprem gibi birden ve beklenmedik travmaların ruhsal etkileri çok yoğun olsa da süreç içinde etkileri insan eliyle bilerek oluşturulan travmalara göre farklı. Etkileri daha hızlı azalıyor ve daha az süreğenlik kazanma eğiliminde. Oysa insan eliyle bilerek oluşturulan travmalar daha örseleyici ve kalıcı etkiler bırakıyor.  

Fotoğraf: Murat Bay

İNSAN ELİYLE OLUŞTURULAN TRAVMA

Doğal afetlerin insan eliyle meydana gelmediğini söylemek mümkün ancak etkilerinin azaltılması insanların, daha net ifadeyle devletin görevi. Yani doğal afetlerin yarattığı travmada yine kamunun sorumluluğu var sanırım.

Evet. Çok sık vurgulanan “deprem değil kötü yapılaşma öldürür” sloganını anımsarsak  depremin bir doğal felaket olmaktan çıktığını, kötü yapılaşma,  kötü kentleşme ve rant ekonomisinin bir ürünü olarak kamucu perspektiften uzak bir yeni kentleşme anlayışı ile insan eliyle bilerek oluşturulan bir travma niteliğine dönüştüğünü görürüz. Bu, deprem öncesi yapılaşma ve kentleşme sorunlarından depreme müdahale ediş biçimi, deprem sonrası yardımların ulaştırılması,  hakkaniyetli paylaşım, temel güvenlik,  barınma ve diğer yaşamsal gereksinimlerin sağlanması ve kamusal kurumsal desteğin süreklilik kazandırılması sürecindeki tüm tutum ve girişimleri içerir. Burada yaşanan tüm aksamalar, haksız uygulamalar, eşitsizlik ve kötü uygulamalar depremin örseleyici etkilerini insan eliyle oluşturulan bir travmaya dönüştürerek artıracak ve kalıcılaştıracaktır.  Deprem gerçekleştikten ve insanlar çadır kentlerde, konteynerlerde, ortak yaşam alanlarında yaşamaya başlayınca fiziksel ve cinsel şiddet ve suç davranışlarının da arttığı anımsatmak isterim. Deprem ve sonrası yaşam bu tür travmaların da sıklığını ve örseleyici etkilerini arttırıyor.  

Depremi beklemek bir anlamıyla felaketi de beklemek gibi. İnsanlar çok tedirgin. Bunu nasıl açıklarsınız?

Bireyin travmayı nasıl deneyimlediği onun yaratacağı ruhsal etkileri de belirler. Birden ve beklenmedik olarak bir travmayı yaşamak ile bu olayın geldiğini bilmek ve hazırlıklı olma bu travmanın etkilerini ve bireyin verdiği yanıtları değiştirir. Ani ve beklenmedik olanın örseleyici etkileri daha yüksektir. Hazırlıksızdır. Şaşkınlık, şok ve afallama yüksektir. Araya bir zamansal fark girerse, bireyin duyarlılık, (incinebilirlik), ruhsal olgunluk ve dayanıklılık düzeyine de bağlı olarak kendini hazırlaması ruhsal açıdan da koruyucu etki yapar. Bu deprem gibi yaşantılar için çok mümkün olmasa da artık depremin gündelik hayatımızın bir parçası olduğu ve kaygı yaratan bir beklentiye dönüştüğü bu evrede buna karşı ruhsal bir hazırlık yapmayı öğrenmek de olanaklı olacaktır.

Travmaya maruz kalanlarda ilk tepki bir kriz tepkisidir. Kriz, bireyin o ana kadar sürdürdüğü ve dengede olduğu yaşamı bozan süreli bir durum. Birey hızla bu deneyim öncesindeki kararlı denge durumuna dönmeye çalışır. Deprem sonrası ilk müdahale ve psikolojik ilk yardımında ana ilkesini bu oluşturur. Bireyin varoluşunu, fiziksel ve ruhsal yaşamını tehdit eden bu krizi ortadan kaldırmak. Eğer bu kaldırılmazsa krize karşı tepkiler stres tepkilerine dönüşür. Ver bu süreçte daha önce de sözünü ettiğim temel güvenlik ve yaşam gereksinimlerini karşılama gibi gerekli koruyucu ve önleyici girişimlerin yapılmaması durumunda başta Travma Sonrası Stres Bozukluğu olmak üzere travma ile ilişkili ruhsal bozukluklar gelişmeye ve zaman içinde süreğenlik kazanmaya başlar. Buna bağlı birçok ruhsal belirti kendini gösterir. Travmatik deneyimleri istek dışı anımsama, gün içinde sık sık istem dışı aklına gelmesi,  rüyalarında görme, en küçük uyaranla aynı şeyler yeniden oluyormuş düşüncesine kapılma, yoğun fiziksel ve ruhsal tepkiler verme,  bellek bozuklukları, hayata karşı ilgi ve isteğini kaybetme, ömrünün kısaldığı düşüncesine kapılma,  travma ile aşırı zihinsel uğraş, travmayı anımsatan duygu, düşünce, durum ve ortamlardan uzaklaşma, kaçınmalar, insanlara uzaklaştığı ve yabancılaştığı şeklinde duygu ve algı değişiklikleri yaşama,  tedirginlik,  öfke patlamaları,  irkilme tepkileri,  tedirginlik, tetikte olma hissi, dikkat ve uyku bozuklukları gibi belirtiler ortaya çıkmaya başlar. Zamanla bu belirtiler süreğenlik kazandıkça bireyin işlevselliği ve yaşama kalitesi üzerindeki etkileri de daha görünür ve ağır hale gelir. Birey bu travmayı işlemedikçe, daha doğrusu işleyemedikçe, anlamlandırmadıkça onun düşünce ve duygu dünyasında yarattığı örselenmeleri onaramadıkça bu travmanın etkilerini sanki o an aynı şey yeniden oluyormuş gibi yaşamaya devam eder. 

Fotoğraf: Murat Bay

KADINLAR VE ÇOCUKLAR...

Elazığ depreminin ardından özellikle ana haber bültenlerinde göçük altında kalanların kurtarıldığı sahneler gösterildi. Bu görüntülerde çocuklar da vardı. Aynı zamanda ekran başındaki birçok çocuk da bu olaya tanıklık etti. Depremin çocuklar üzerinde yarattığı etkiyi nasıl değerlendirebiliriz?

Kadınlar ve çocuklar yalnızca deprem değil tüm travmalarda en yüksek risk grubunu oluşturuyorlar. Hele ayrımcılığa maruz kalan,  ötekileştirilen bir toplumun, topluluğun üyesi olanlar. Çocuklarda oluşan travmanın psiko-seksüel gelişiminin hangi evresinde olma durumlarına göre özellikle kişilik organizasyonları üzerinde iz bırakma ektileri daha belirgindir. Bilişsel gelişimlerinin tam olmaması nedeniyle küçük çocuklarda bu ruhsal travmanın etkileri çok sonra da ortaya çıkabilir. O nedenle deprem sonrası koruyucu ruh sağlığı uygulamalarının öncelikli hedef kitlesini çocuklar oluşturuyor. Deprem sonrası erken müdahalelerden biri olan aile bireylerini biraraya getirme ve çocukların temel gereksinimlerini karşılama, eğitimlerini aksatmadan sürdürme, deprem öncesi ritüellerini yeniden yaşama geçirmek önem kazanıyor.

“TOPLUMSAL DAYANIŞMA BELİRLEYİCİ”

Sürekli “depremle yaşamak”tan bahsediliyor. Bunun için de yapı güvenliğinin sağlanması gerektiği çok açık.  Peki, zihin sağlığının güvenliği nasıl sağlanacak?

Aslına bakarsanız zihnin sağlamlığı yapıların sağlamlığından ve güvenliğinden bağımsız değil. Güvensiz bir yapı içinde yaşarken sağlam bir zihin sizi o riske karşı dayanıklı kılmaz. Bir hastam şöyle demişti uyguladığımız psikoterapi sürecinde, “Sakin olup sakin öleyim”. Güvensiz ve çürük bir evde nasıl sakin olunabilir ki? Belki burada zihin sağlığı deyince akla gelen depreme hazırlıklı olmak olabilir. Henüz bir deprem yaşanmadan, felaket bir gerçekliğe dönüşmeden önce sağlıklı güvenli bir yaşam ortamına sahip olmak için mücadele etmek. Hak aramak. Bu konuda toplumsal,  örgütlü ve demokratik bir tavır sergilemek. Zihin sağlığı deyince akla ilk gelen bu olmalıdır. Unutulmamalıdır ki, devletlerin, hükümetlerin,  yönetimlerin temel görevi vatandaşlarının ayrım yapmaksızın her açıdan güvenliklerini sağlamaktır. Siyasetin öncelikli amacı da bu olmalıdır. Bizim de bu güvenliği talep etmemiz, bunun için bir dayanışma sergilememiz zihnimizin sağlamlığının hem koşulu hem de sonucu. Elbette bireysel olarak stres etkenleri ile başa çıkma becerilerini geliştirmek, stres yönetimini öğrenmek önemli. Bireysel bilgi, tutum ve becerileri geliştirmek önemli ama toplumsal dayanışma daha belirleyici.

Biz, vatandaş olarak, birey olarak gücümüz, ekonomik ve sosyal olanaklarımız, kaynaklarımız çerçevesinde elimizden geleni yapıyoruz. Ama kontrolümüzün dışında olanları kontrol etmesi gerekenler kendi sorumluluklarını yerine getirmezlerse bireysel çabalarımız yetersiz ve hatta sonuçsuz kalır. Küba’da 7.7 büyüklüğünde deprem oluyor. Bir kişinin burnu bile kanamıyor. Çok daha fazlasını Japonya yaşıyor. Hayatın gündelik olgularından biri olarak kanıksanmış. Çünkü zarar görmeyeceğini, güvende olduğunu biliyor.  Anımsıyorum, bir uçak yolculuğunda kaptan uçuş sırasında çok yoğun türbülans olacağını,  ama hiçbir güvenlik riskinin olmadığını ve türbülansın tadını çıkarmamızı söylemişti. Ancak güvende olduğumuzu bilirsek bundan keyif duyabiliriz. Bu güvenliği sağlamak bireyin değil devletin sorumluluğudur.  Deprem uzmanlarının yaşamaktan heyecan duydukları bir titreşimin, bir sallantının verdiği farklı, sıra dışı duyguyu yaşamak ancak güvende olduğumuzu bildiğimizde, emin olduğumuzda olanaklıdır.  

Fotoğraf: Murat Bay 

Depremin etkisini sağlıklı bir şekilde atlatmak için neler yapılmalı?

Öncelikle yapılması gerekenler ruhsal destek, ruhsal ilk yardım ve krize müdahaledir. Süreç değerlendirme ve ihtiyaçları belirleme süreci sonrası nasıl bir psikiyatrik yardıma gereksinim olduğu belirlenir ona göre ruh sağlığı hizmeti planlanır, uygulamaya geçirilir. Profesyonel ruhsal yardım gereksinimi genellikle olayın üzerinden bir ay geçtikten sonra görünür olmaya başlayacaktır. Erken dönemdeki müdahaleler zaman içinde yerini yerel sağlık sistemine bırakacaktır. Bu nedenle yerel sağlık sisteminin depreme göre yeniden düzenlenip güçlendirilmesi gerekir.


ARŞİV